Скачать книгу

o rezilliğin içerisinden kurtulması mümkün değildir artık. Aileler, çocuklar, erkek ve kız kardeşler, kadın ve erkekler; hepsi de bu cinsiyet ve akrabalık karışımında, kepazelik ve günahsızlık tuzağına düşerek, birbirlerinden destek alarak yaşamlarını sürdürmeye çalışır.

      Az önce Marius’ün odasına girmiş olan sefil genç kız, delikanlının hayatının da bir özeti olmuştu aslında. Bu kız ona gecenin en korkunç yanını göstermiş, bu yüzden de Marius resmen kendi bencilliğinden tiksindiğini hissetmişti. Aylarca orada, bir duvarın ayırdığı yan odada yaşayan ailenin acısıyla hiç ilgilenmemiş, sadece bir kez kiralarını vermekle her şeyin yoluna girdiğini sanmıştı. Marius düşündükçe korkuyordu. Yanı başında, açlık ve soğukla yaşayanların olması ve kendisinin onlara yardım etmediğini düşünmesi genç adamı perişan ediyor, yüreğini parçalıyordu. Aslında okuduklarından sonra Marius bu ailenin her açıdan alçak olduğunu anlamakta gecikmemişti ama yine de insanlardı ve korkunç bir çaresizliğin içinde kıvranıyorlardı. İşte tam bu nokta, alçakların ve lanetlenmiş olan insanların “sefil” kelimesinin altında birbirlerine karıştığı yer, burası değil miydi? Kimin suçuydu bu peki? Sonuç olarak aslında düşkünlüğün olduğu yerde merhametin çoğalması gerekirdi. Marius, dürüst bir kişiliğe ve değerlendirme yeteneğine sahip olduğundan asla kendi kendini kandırmazdı. Vicdan muhakemesi yaptığı sırada bakışları o ince duvara çevrili, sanki duvarın gerisindekileri görmek ister gibiydi. Duvar dar ve uzun tahtalardan yapılmıştı. Üzerinde bir kat alçı badanası olan bu duvar, oldukça ince olduğu için yan odadan gelen seslerin hepsi rahatlıkla duyulabiliyordu. Marius son zamanlarda sürekli olarak hayal dünyasında yaşadığından şimdiye kadar bunu fark etmemişti. Marius gözlerini bu önemsiz duvara dikmişti ki bir anda olduğu yerde irkildi, tavana yakın birkaç santimlik üçgen biçimli bir delik olduğunu gördü. Marius, bunun bir gözetleme deliği olacağını düşünerek masanın üstüne çıktı ve gözünü deliğe uydurdu.

      VI

      İnindeki Vahşi Adam

      Şehirlerde de ormanlarda olduğu gibi inler bulunmakta ve bu inlerde de en korkunç, en kötü yaratıklar yaşamaktadır. Şehirlerde en çirkin, en yabani, en korkunç şeyler saklanır. Oysa ormanlardaki mağaralarda yabani ama asil yaratıklar bulunur. Aslında yabani hayvan barınaklarının, insanların saklandıkları yerlerden çok daha üstün olduklarını hemen söyleyebiliriz. Marius, o delikten baktığında bir izbe görüyordu. Evet, kendisi de yoksuldu ve onun da odası fakir birinin odasıydı ama onun sefaleti yine de asildi, odası temizdi. Şu anda gördüğü o mezbele iğrendirici, kasvetli ve korkunç görünümlüydü. Eşya olarak sadece hasır bir iskemle, kırık bir masa, birkaç kırık çanak çömlek ve bir köşede şilteler bulunuyordu. Örümcek ağlarının kapattığı bir tavan penceresinden ışık alıyordu içerisi. Bu çatı penceresinden giren o ölü ışıkta insan yüzleri resmen korkunç hayaletlere benzerdi. Duvarlar yer yer çatlamıştı ve korkunç bir hastalığın yaralarını taşıyan yüzleri andırıyordu, odanın mahvolmuş duvarları. Nemden yer yer yosun bağlamış bu duvarlarda, kömürle birkaç edepsiz resmin bile çizili olduğu görülüyordu.

      Marius’ün odasının zemini kırmızı tuğla döşeliydi, oysa o odanın zemini sanki toprak kaplı gibiydi. Zemin toz ve çamurdan görünmüyordu, etrafta bir sürü paçavra savrulmuş durumdaydı. Üstelik bu odada bir de ocak vardı. Zaten sırf bu yüzden odanın yıllık kirası kırk franktı. Bu ocakta neler yoktu ki: kırık tahtalar, çivilere asılı kumaş parçaları, parçalanmış bir kuş kafesi, bir mangal, kül ve biraz kıvılcım… İki ıslak odun tüterek yanmaya devam ediyordu. Bu çöplüğün daha da korkunç görünmesi, bu dairenin daha enli olması ve açılarından dolayı köşelerin karanlık köşeler gibi görünmesindendi; tavandan da kirişler sarkıyordu. Bunlar örümceklere ve karafatmalara resmen barınak olmuştu; gerçi tuhaf görmemek lazım, burada yaşayanların da o böceklerden farkı olduğu söylenemezdi. Şiltelerden biri kapıya yakın, diğeri pencerenin önündeydi. Marius, deliğin tam karşısındaki duvarda bir resim olduğunu fark etti. Bu resmin altında büyük harflerle RÜYA yazılıydı. Resimde, uyuyan bir kadınla çocuk görülüyordu. Çocuk başını bir adamın dizlerine yaslamıştı; yukarıda, tepelerindeki gökyüzünde bulunan bulutların arasında gagasının ucunda taç tutan bir kartal vardı.

      Uyuyan kadın bilinçsizce sanki tacı çocuktan uzaklaştırmak ister gibi elini yukarı kaldırmıştı. Resmin alt kısmında ise gayet iyi giyimli görünen Napolyon, sarı bir sütuna yaslanmıştı. Sütunun üzerinden ise şu yazı okunuyordu:

      MARINGO

      AUSTERLITZ

      IENA

      WAGRAMME

      ELOT

      Bu tablonun hemen altında duvara dayalı ters yüz edilmiş bir çerçeve daha vardı, Marius onların bunu asmayı unuttuklarını düşündü. Masanın üzerinde bir hokka, kalem ve kâğıt olduğunu gördü. Masa başında zayıf, altmış yaşlarında gibi görünen, solgun yüzlü bir adam vardı. Yüzünden sinsilik ve kötülüğün aktığını görebiliyordu. Yaşlılığını belli eden kırlaşmış gür sakalı ve kıllı kolları vardı. Üzerinde göğsünü açık bırakan bir kadın fanilası bulunuyordu. Çamurlu pantolonlu bacağında, ayak parmaklarını ortaya çıkaran delik ayakkabılar görülüyordu. Ağzındaki piposunu tellendirmeye devam ediyordu. Nasıl oluyorsa evine ekmek temin edemeyen bu adam, kendi zevki için tütünsüz de kalmıyordu. Masanın başında bir şeyler karalıyordu ve Marius adamın yine o hikâyelerle dolu mektuplardan birini yazdığını düşündü. Masanın bir kenarında, cildi yırtık bir roman duruyordu. Adam bir yandan yazıyor, bir yandan da yüksek sesle konuşuyordu: “Öldükten sonra bile eşitlik yok. Pére-Lachaise mezarlığına bak; zenginlerin mezarlarında ne güzel çiçekler bulunur, onların mezarlarına giderken mis gibi temiz yollardan geçilir. Parasızlar, alçaklar, sefiller ise kendi hayatları kadar kötü yerlerdedir. İnsanlar onların mezarına gidebilmek için dizlerine kadar çamura batmak zorunda kalır; hayatları boyunca çürümeye mahkûm olan bu insanların, muhtemelen gömüldükleri yerde de hızlıca çürümeleri istenmektedir herhâlde.” Sustu, yumruğunu masaya indirdi ve diş gıcırdatıp: “Lanet olsun bu sefil dünyaya!” dedi. Kırkında olmasına rağmen yaşadığı sefaletten dolayı belki de yüz yaşında gibi görünen kadın, ocağın önüne çömelmiş duruyordu. Onun da üzerinde sefaletin resmi olan paçavralar vardı. Kadın çömelmiş olmasına rağmen uzun boylu olduğunu belli ediyordu. O kara kuru eşinin yanında, kesinlikle iri yarı görünüyordu aslında. Gri tellerle karışık tiksindirici kırmızı saçları vardı, arada bir kürek gibi elleriyle bu saçları alnından geriye atıyordu. Kadının hemen yanındaki masada o romanın aynısı olan bir roman daha vardı, muhtemelen iki ciltten oluşan bir roman olmalıydı. Şiltelerden birinde, Marius neredeyse çıplak denecek kadar giyimli ince uzun bir kıza rastladı, kız sanki bitkisel hayata girmiş gibi etrafında olan biteni ne görüyor ne de duyuyordu. Odasına gelen kızın kız kardeşi olabileceğini düşündü Marius. Kız ayaklarını uzatarak oturmuş, ne işitiyor ne görüyor ne de yaşıyordu sanki.

      Kız, on ikisinde bir çocuk kadar zayıftı ama dikkatle bakınca neredeyse on beşinde olduğu fark ediliyordu. Bir gün önce caddede “Kaçtım.” diyen kız da buydu işte. Sefalet bu insan bitkilerini, böyle sıskalaştırırdı işte. Bu zavallı yaratıkların ne çocuklukları olurdu ne de gençlik dönemleri, onlar on beşinde olsalar da hastalık onları yaşlarının iki katı gibi gösterirdi. Bu zavallı çocuklar daha çocukluklarını yaşayamadan bir günde kadına dönüşür ve sanki hayatlarını çok daha hızlı nihayetlendirmek için acele ederlerdi.

      Bu odada, kimsenin herhangi bir iş yapmadığı görülüyordu. Ne bir gergef vardı ne bir çıkrık ne de bir tezgâh. Gereçler bile görünmüyor, sadece bir köşede

Скачать книгу