Скачать книгу

kızlar ise zevkten dörtköşe, geçirdikleri zamanın keyfini çıkarıyorlardı. Tam bu sırada Tholomyès o güne kadar hiç yapmadığı bir şey yaparak, muhtemelen iki ağaç arasına kurulmuş bir salıncakta sallanan güzel bir kızdan ilham alınarak bestelenmiş bir İspanyol şarkısını mırıldanmaya başladı:

      Ben Badajozluyum,

      Aşk beni çağırıyor;

      Alev alev yanar gözlerim,

      Sana ait tüm ruhum;

      Her şeyi göze alıyorum,

      Kendimi sana bırakıyorum.

      Fantine onun sesini duyar duymaz sallanmayı bırakmıştı. Kimse onun bu şekilde bir şarkı söylemesini beklemiyordu, Fantine ise bu durumdan oldukça rahatsız olmuştu. “Bu şekilde keyifsiz davranmandan hoşlanmıyorum.” dedi Favourite, durumdan huysuzlaşan Fantine’e.

      Eşekleri sahiplerine teslim ettikten sonra, yeni zevkler keşfettiler. Seine’de sandalla gezintiye çıktılar, kimisi artık biraz oturup dinlenmek istediğinden sohbet etmek için Passy’de karaya çıktılar. Okuyucunun hatırlayacağı üzere, o sabah saat beşten bu yana ayaktaydılar ama Favourite yerinde duramıyor, içi içine sığmıyordu. “Ah ama bugün pazar, yorgunluk diye bir şey yok! Pazar günü kimse yorulamaz.” diye bağırdı neşeyle.

      Bunun üzerine dört çift, saat üçe doğru mutluluktan sarhoş olmuş hâlde, o zamanlar Beaujon’un tepelerini kaplayan Champs-Élysées ormanlarını aşarak dağların eteklerine tırmanmaya başladılar.

      Zaman zaman Favourite neşeyle haykırarak: “Peki ya sürpriz, sürpriziniz ne olacak?” diye mızmızlanıyordu.

      “Sabırlı olun.” diye yanıtlıyordu Tholomyès.

      V

      Bombarda’da

      Yorgun hâlde dağlardan indikten sonra, karınları acıktığından akşam yemeğini düşünmeye başladılar; sonunda biraz bitkin durumda olan sekiz kişilik ışıltılı grup, Champs-Élysées’de oldukça ünlü olan, Delorme Meydanı’ndan tabelası görülen Bombarda Meyhanesi’ne girdiler.

      Sonunda içeride cumbalı oturma alanlarıyla, büyük ama salaş bir salondan içeriye girdiler (pazar günü olması nedeniyle kalabalığa katlanmak zorundaydılar). İçerideki iki pencereden iskele ve nehrin ötesini izleyebilecekleri bir manzara hâkimdi; camlardan muhteşem akşam güneşinin hüzmeleri süzülüyordu; birinin üzerinde erkek ve kadın şapkalarından ve bir çiçek dağından oluşan diğer misafirlere ait, diğerinde ise dört çift tabak, bardak ve kadehlerin yerleştirilmiş olduğu iki masa vardı; neşeyle hazır olan masanın çevresine oturdular. Şarap ve yemek istediler, masanın üzerinde sanki düzen içerisinde düzensizlik hüküm sürüyordu. Molière, “Masanın altından birbirlerini çimdikleyerek, itişip kakışıp tekmeleyerek gülüyorlardı.” diye şikâyet bile etmişti onları.

      Sabahın beşinde başlayan o keyifli tatil gününün, öğleden sonra dört buçukta geldiği nokta buydu. Güneş batmak üzereydi ve onların karnı çok açtı.

      Güneş ışığı ve insanlarla dolu Champs-Élysées’nin meşhur tozu, iki yandaki at heykellerini sanki canlıymış gibi gösteriyordu. Pazar kalabalığının içerisinde bu sokaklarda yürümek artık bir mesele idi. Sürekli arabalar gidip geliyordu. Muhteşem muhafızlardan oluşan bir bölük, başlarında komutanlarıyla Neuilly Bulvarı’ndan aşağıya doğru iniyordu. Batan güneşin altında hafif pembemsi görünen beyaz bayrak, Tuileries’nin kubbesi üzerinde dalgalanıyordu. Bir grup insan, Kral lehine şarkılar söylüyor; Kral Hassa Alayı, borazanlarıyla çalışıyordu. Birçoğu 1817 yılında iliklerinden çıkarmayı henüz tamamen bırakmadıkları beyaz ve gümüşi zambak broşlarını takıyordu. Bir kez daha VX. Louis Meydanı, mutlu ziyaretçilerin kalabalığı altında boğulmuştu. Küçük kızların oluşturduğu korolar, yoldan geçenlerin arasında, insanların alkışları altında o zamanlar ünlü Bourbon havası olan şarkıları neşeyle söylüyorlardı:

      Ghent’teki babamızı bize geri verin,

      Babamızı bize geri verin.

      Banliyölerde, pazar düzeninde, bazen burjuvalar gibi büyük meydan ve Marigny Meydanı’na dağılmış bazen de zambaklarla süslenmiş caddelerde insanlar halkalar şeklinde halay çekerek dans ediyor ve tahta atların üzerinde dönüyorlardı; diğerleri kafayı çekmekle meşguldü; etraftan kahkahalar yükseliyordu. Her yerde büyük bir mutluluk, büyük bir neşe hâkimdi. Tartışmasız bir barış ve Kral’a gösterilen derin sadakat zamanlarıydı; Angeles Polis Şefi’nin Paris’in banliyöleri konusunda Kral’a sunduğu özel bir raporun şu satırlarla sona erdiği dönemdi:

      Yapılan tüm incelemelerin sonucunda, her şey göz önünde bulundurulacak olursa Majesteleri; bu insanlardan endişe duyulmasına gerek yoktur. Kediler kadar ehlileşmiş ve sadıklardır. Halk, taşrada huzursuz olmasına rağmen Paris’te durum böyle değildir. Majesteleri, buradaki insanların hepsi iyi insanlardır. Buradaki halk sizin tarafınızdadır. Başkent Paris halkının korkulacak bir tarafı yoktur. Bu şehrin nüfusunun son elli yılda küçülmüş olması dikkat çekicidir, banliyölerin nüfusu hâlâ devrim zamanında olduğu kadar azdır. Burada herhangi bir tehlike yoktur. Kısacası buradakiler sadece uyumlu ayaktakımından oluşmaktadır.

      Aslında ne kadar yanılıyordu Angeles Polis Şefi; oradaki kedi gibi olan halkın, aslana dönüşmesinin mümkün olmadığını düşünerek ne büyük yanılgıya düşüyordu. Çünkü bu kesinlikle gerçekleşebilmektedir ve Paris halkının yarattığı mucize de zaten burada yatmaktadır. Üstelik Kont Anglès’nin bu kadar küçümsediği bu kedi gibi halk, eski cumhuriyetlerin kurulmasına neden olabilecek kadar cesaret gösterebilmiştir. Kedi tasviri aslında onların gözünde özgürlüğün vücut bulmuş hâliydi. Sanki Pire’nin Minerva Aptera’sına bir aksesuar görevi görüyormuşçasına Korint’teki halk meydanında devasa bronz bir kedi heykeli duruyordu. Restorasyon döneminin saf polisi, aslında Paris halkı hakkında Kral’a fazlasıyla tozpembe bir tablo çiziyordu; aslında sanıldığı kadar masum bir ayaktakımı değildi onlar.

      Yunanlar için bir Atinalı neyse, Fransızlar için de Parisli oydu; kimse açgözlü değildi, kimse onlardan daha rahat uyuyamaz, kimse onlardan daha açık yürekli ve tembel olamazdı. Unutkandı ancak kimi şeyleri de çok iyi hatırlardı; yine de onlara pek güvenilmezdi, her türlü işe anında hazır olur ama sonunda şan şöhret olduğu zaman tanınmaz hâle gelir, her türlü acımasızlığı yapmaya muktedir olurdu. Onun eline bir demir parçası verin, size 10 Ağustos’u tekrarlasın; ona bir silah verin, Austerlitz’i yaratsın. O kesinlikle Napolyon’un desteği, Danton’un kaynağıdır. Memleket meselesi diye yazar, özgürlük meselesi diyerek kaldırımları sökerdi. Aman dikkat! Gazap dolu saçları destansıydı, üzerindeki kıyafeti onun içinde yanan yangınını örter gibiydi. Aman dikkat edin! Caudine Forks’un eline geçen ilk Rue Grenetat’ı yaratırdı. Zamanı geldiğinde o Parisli, dimdik ayağa kalkmasını bilirdi; korkunç bakışları düşmanlarına yönelir, nefesi bir fırtınaya dönüşür, o zarif göğüslerinden Alp Dağları'nı darmadağın edebilecek kadar güçlü kasırga koparmasını bilirdi. Bu kediye benzetilen Paris’in banliyö halkı, silahlarını eline aldığı zaman devrimleriyle Avrupa’yı fethedebilirdi. Şen şarkılar söylemek, en gözde eğlencesiydi. Parisliysen, bunu bütün dünya bilirdi! Daha iyi bildiği ise sustuğunda XVI. Louis’yi tahtından indirdiği ve bunu dünyaya Marseillaise’i söyleyerek bildirmesiydi.

      Anglès’nin raporunun kenarına bu notları ekledikten sonra, biz yine elbette ki dört çiftimize geri döneceğiz. Dediğimiz gibi, akşam yemeği bitmişti.

      VI

      Birbirlerine Hayran Oldukları Bölüm

      Aşkın

Скачать книгу