Скачать книгу

rel="nofollow" href="#b00000098.jpg"/>

      1. BÖLÜM

      Zhen Shiyin rüyasında manevi idrak taşını görür.

      Jia Yucun tüm fakirliğine rağmen güzel bir genç kızın büyüsüne kapılır.

      Romanın açılış bölümüdür bu; yazar, Taşın Hikâyesi’ni yazarken geçmişte gördüğü bir rüyayı ve illüzyonu kayıt altına almak istemiş ama “Manevi İdrak Taşı” alegorisini kullanarak bu tecrübesinin gerçeklerini kasten saklamaya çalışmıştı. Bu amaçla Zhen Shiyin (kurgu kisvesi altında gerçek) ve benzeri isimlere başvurmuştu. Peki, bu kitapta anlatılan olaylar nelerdir? Karakterler kimlerdir? Bu konuda da şöyle demişti:

      “Bu hareketli ve tozlu dünyada, hiçbir şey başaramamış biri olarak, birden geçmişte tanıdığım bütün genç kızları hatırladım ve hepsini birer birer inceleyince gerek tavır gerekse irfan bakımından beni geride bıraktıklarını ve ne utanç vericidir ki tüm erkeksi vakarıma rağmen bu cinsilatif karşısında yetersiz kaldığımı gördüm. Ama buna bir çare olmadığına göre pişmanlık fayda etmezdi. Zaten yapılacak bir şey de yoktu.”

      “Sonra, her ne kadar ipeklere sarılmış ve İmparator’un lütfu ve atalarımın erdemi sayesinde özenli bir şekilde beslenip büyütülmüş olsam da büyüklerimin iyi niyetli yönlendirmelerine aldırmayıp, öğretmenlerimin ve dostlarımın tavsiyelerine kulak asmayınca, ömrümün yarısını harcayıp da nasıl tek bir hüner sahibi bile olamadığımı bütün dünyaya anlatmaya karar verdim. Suçlarım ne kadar affedilmez olsa da sırf günahlarımı ya da kusurlarımı gizleme arzum nedeniyle, tanıdığım tüm kızların unutulup gitmelerine izin veremezdim.”

      “Şimdi evim, pencereleri hasır örgülü, sazdan bir kulübe, yatağım ipten, ocağım tuğladan olsa bile, bunlar yüreğimi gözler önüne sermekten alıkoyamaz beni. Sanırım sabahın esintisi, akşamın mehtabı, merdivenimin yanındaki söğütler ve bahçedeki çiçekler fâni fırçamı ustalıkla kullanmam için ilham olabilirler. Her ne kadar az bir eğitimim ve edebî yeteneğim olsa da bütün bu güzel kızların özelliklerini taşralı bir dille kayıt altına almakta ne gibi bir kötülük olabilir? Eğer okurun onları anlamasını ve bir an için de olsa endişelerinden uzaklaşmasını sağlayabilir; çağdaşlarımın gözlerini açabilirsem, ne güzel olur!

      İşte bu yüzden Jia Yucun diye başka bir isim kullandım.”

      Bu sayfalarda sıkça rüya ve görüntü kelimeleri kullanılmış ve bunlar hikâyemin ana temasını oluşturup okuruma uyarı niteliğinde bir araya getirilmiştir.

      Peki değerli okur, bu kitabın nereden çıktığını biliyor musun? Hikâye saçmalık sınırlarını zorlayabilir ama hatırı sayılır derecede bir lezzeti de var. Açıklamama izin ver ki aklında en ufak bir şüphe kalmasın.

      Tanrıça Nüwa1 gökyüzünü tamir etmek için Büyük Ziyan Dağı’nın üzerindeki Asılsız Kayalıkları’nda kayaları eritip, her biri otuz altı buçuk metre yüksekliğinde ve yetmiş üç metrekare olan 36.501 bir tane taş blok yaptı. Nüwa bu taşların sadece 36.500 tanesini kullandı; böylece kullanılmayan tek bir blok Mavi Bayır Zirvesi’nin eteklerine atıldı. Ne gariptir ki bu taş bir iyileşme sürecinden geçtikten sonra manevi bir idrak kazandı ve temelinde var olan güçlerle hareket etmeyi ve genişleyip küçülmeyi becerir hâle geldi.

      Bütün blokların gökyüzünün tamirinde kullanıldığını ama sadece kendisinin, gereken niteliklerden mahrum olduğu için seçime uygun bulunmadığını fark edince, içerleyip utanarak gece gündüz acı ve üzüntü içinde dövündü durdu.

      Bir gün bu taş kara kara kaderini düşünürken, uzaktan Budist bir keşiş ve Taocu bir rahibin yaklaştığını gördü. İkisinin de görünüşleri alışılmadık, tuhaf tavırları dikkat çekiciydi. Mavi Bayır Zirvesi’ne geldiklerinde dinlenmek üzere yere oturdular ve sohbete başladılar. O sırada, ufalıp bir kolye ucu boyutlarına gelen, cilalı ve tertemiz taşı -Nüwa tarafından istenmeyip bırakılan ve yeni şekliyle çok güzel görünen- fark edince büyük bir hayranlık duydular. Budist keşiş, taşı alıp avucuna koydu.

      “Görünüşüne bakılırsa, sihirli özelliklere sahipsin ama gerçek bir değerin olmadığından, seni gören herkesin olağanüstü olduğunu hemen anlaması için üzerine bir şeyler oymak gerekir.” dedi gülerek. “Ondan sonra seni konfor içinde yerleşeceğin uygar ve müreffeh bir diyara, kültürlü ve resmî statüsü olan bir aileye, çiçeklerin ve ağaçların süslediği bir yere, zarafet, şan ve lüksün hüküm sürdüğü bir eve götürebiliriz.”

      Taş büyük bir zevkle dinliyordu.

      “Bana ne muhteşem hünerler bahşedeceğiniz konusunda beni aydınlatmanızı isteyebilir miyim?” diye sordu taş. “Beni nereye götüreceksiniz?”

      “Bu kadar da meraklı olma!” diye cevap verdi keşiş, gülümseyerek. “Zamanı geldiğinde her şeyi anlayacaksın.” Bu sözleri söyledikten sonra taşı cübbesinin koluna yerleştirdi ve Taocu, rahiple birlikte yolculuğuna devam etti. Ama kim bilir nereye gidiyorlardı.

      Ve kim bilir kaç nesil ya da asır sonra, ebedî hikmet ve ölümsüzlük arayışında olan Saygıdeğer Hükümsüz adındaki bir Taocu bu Büyük Ziyan Dağı, Asılsız Kayalıkları, Mavi Bayır Zirvesi’nin eteklerine geldi. Birdenbire orada duran büyük bir taş blok ve üzerinde hâlâ okunaklı hâlde olan, uzun bir yazı dikkatini çekti. Yazıyı başından sonuna kadar okudu. Bu değersiz taştan blokun nasıl gökyüzünün tamiri için gereken özelliklerden mahrum kaldığını, Budist Sonsuz Boşluk ve Taocu Sınırsız Zaman tarafından bir erkek şekli verildiğini ve nirvanaya ulaşıp öbür tarafa gönderilmeden önce, ölümlüler dünyasına nakledildiğini anlatıyordu. Ayrıca yüzeyinde, taşın nerede doğduğu, nasıl bir yaşam sürdüğü, gençlik aşkları, sevinçleri ve hüzünleri, ayrılıkları ve kavuşmaları, başkalarından gördüğü yakınlık ve soğukluk, mısralar, vecizeler, sohbetler ve bilmeceler eşliğinde anlatılıyordu. Ama hanedanlığın adı ve hüküm sürdüğü yıla ilişkin bir bilgi yoktu. Arka yüzündeyse şu gizemli mısralar vardı:

      Mavi gökyüzünü tamire uygun bulunmadım,

      Yıllarca boş yere fâni dünyayı dolaştım,

      Burada kayıtlı her iki dünyadaki hayatımı,

      Kimden isteyebilirim ki anlatmasını?

      Bir süre bu satırlar üzerinde düşünen Taocu Saygıdeğer Hükümsüz, bu taşın bir hikâyesi olduğunu anladı. Bunun üzerine taşla konuşmaya başladı.

      “Taş birader!” dedi. “Öyle görünüyor ki üzerine yazılmış hikâyenin çok ilginç olduğunu ve olağanüstü olaylar olarak nesilden nesle aktarılması niyetiyle buraya yazıldığını düşünüyorsun. Ama öncelikle hanedanlığa ve hüküm sürdüğü döneme ait herhangi bir bilgi yok; ikinci olarak da devlet yönetiminde yer alan önemli kişilerin benimsedikleri faziletli ilkeler ya da genel ahlak üzerine bir kayıt da içermiyor. Sadece tutkuları, aşk hikâyeleri veya Ban Zhao2 ya da Cai Yan3 hanımefendilerinin yetenekleriyle bile karşılaştırılmayacak kadar önemsiz marifetleri ve erdemleriyle dikkatleri çeken bazı kızlardan söz ediliyor. Bunların bir kopyasını alsam dahi pek ilgi çekecek bir kitap olmayacaktır.”

      “Muhterem efendim, nasıl bu kadar anlayışsız

Скачать книгу


<p>1</p>

Nü Wa ya da Nü Gua olarak da anılan Nüwa, Çin mitolojisinde yaratıcı bir tanrıçadır. İnsanlığı yaratması ve göğün sütununu tamir etmesiyle tanınır. Yalnızlıktan sıkılan tanrıça, yeni bir yaratık olarak insanı sarı topraktan, kendi elleriyle şekillendirerek yaratır. Ancak zaman içinde bu işlemin çok uzun sürdüğünün farkına varır. Bunun üzerine bir ip alıp çamura batırır ve bu ipi kendi çevresinde sallar. Etrafa saçılan çamur damlalarından insanlar oluşur. Mitolojiye göre bu işlem sonucu oluşanlar fakir insanların atası olurken, başta kendi elleriyle yaptıkları zengin insanların atası olurlar. (ç.n.)

<p>2</p>

Çin’in ilk kadın tarihçisi, aynı zamanda bir filozof ve politikacıydı. Hanedan ailesiyle yakın ilişkileri olmuş ve İmparatoriçe de dâhil birçok kişiye çeşitli alanlarda dersler vermiştir. (ç.n.)

<p>3</p>

Çin’in geç Doğu Han Hanedanlığı döneminde yaşayan bir şair ve müzisyendir. (ç.n.)