Скачать книгу

çamur tâ belde.

      Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak,

      «Gel!» diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.

      Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine.

      Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine.

      Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,

      Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!

      Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,

      Çifte sandal, yüzüyorduk; o yüzer, ben yüzerim.

      Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;

      Fenerim başladı etrâfını tektük hisse.

      Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun…

      Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:

      Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;

      Kâh olur, mürde şuâ’âtı düşer bir mezara;167

      Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;

      Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;168

      Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;

      Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;169

      Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, üryan,170

      Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan

      Hânüman yoksulu binlerce sefîlân-ı beşer;171

      Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;

      Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı;

      O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları;

      Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:

      Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!

      Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil!

      Serseri, derbeder, âvâre, harâmî, kâtil…

      Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil

      Bana göstermeli bir kerre… Niçin? Belli değil!

      Ya o bîçâre de rahmet suyu nûş eyleyerek172

      Hatm-i enfâs edivermez mi heman «cız!» diyerek?173

      O zaman sâmianın, lâmisenin şevkiyle174

      Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!

      Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi…

      Ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi.175

      Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener

      Geçiyor… Sapmayarak doğru yürürlerse eğer,

      Giderim arkalarından… Yolu buldum zaten.

      Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!

      İşte karşımda bizim yâr-i kadîmin yurdu.176

      Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.

      Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip

      Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip

      Açıversem… İyi amma kapı zaten aralık…

      Galiba bir çıkan olmuş… Neme lâzım, artık,

      Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,

      Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.

      Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak

      Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!

      Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,

      Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:

      —Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!

      Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.

      Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun…

      Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.

      Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın…

      Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

      Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım,

      Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.

      Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,

      Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne!

      O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh,177

      Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh,178

      Şâir olsam yine tasvîri olur bence muhâl:

      O perişanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!

      Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,

      Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

      – Ihlamur verdi demin komşu… Bulaydık şunu, bir…

      – Sen otur, ben ararım…

                                                                                                  – Olsa içerdik, iyidir…

      Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme…

      Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,

      Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan,

      Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.

      – Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?

      Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.

      – Mehmet Ağa'nın evi akmış. Onu aktarmak için

      Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

      Ne işin var kiremitlerde a sersem! desene!

      İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

      Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi?

      Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?

      Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:

      Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

      Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;

      Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.

      Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman

      Gece gündüz koşuyor, iş diye, bilmem ne zaman

      Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç179

      Görüyorsun daha gelmez… Yalınızlık pek

Скачать книгу


<p>167</p>

Mürde şuâ’ât: Ölü ışıklar.

<p>168</p>

Ma'bed-i fersûde: Eski mâbet.

<p>169</p>

Eşhâs: Şahıslar, kimseler.

<p>170</p>

Sütre-i yelda: Uzun gecenin örtüsü: Üryan: Çıplak

<p>171</p>

Sefilân-ı beşer: İnsan sefilleri.

<p>172</p>

Nûş eyleyerek: İçerek.

<p>173</p>

Hatm-i enfâs: Nefesleri tüketmek.

<p>174</p>

Sâmia: İşitme; Lâmise: Dokunma.

<p>175</p>

Haşyet: Korku, ürperme.

<p>176</p>

Yâr-i kadim: Eski dost.

<p>177</p>

Perde-i zulmet: Karanlık perdesi; Nâgâh: Ansızın.

<p>178</p>

Göz öyle çıplak bir sefalet sahnesi gördü ki.

<p>179</p>

Ezânî Saatle, güneş battıktan üç saat sonra.