Скачать книгу

olana geçer denir mi delikanlı? Bu saçlar değirmende ağarmadı.

      Bu sözleri söylerken bir tebessüm belirdi amcanın dudaklarında. Boynundaki gözlüğü, kareli gömleği, keçe yeleği ve keten pantolonuyla filmlerdeki babacan karakterlere benziyordu. Tahmin ettiğim yaşa göre haddinden fazla beyazlamıştı saçları. Tıraşına bakılırsa da ya asker ya öğretmen emeklisi olmalıydı. Ben amcayı incelerken, sigaradan kaynaklandığını düşündüğüm çatallaşmış sesiyle konuşmaya başladı:

      Önce tanışalım istersen delikanlı ya da sadece ben tanıtayım kendimi ki konuşmak istediğinde rahat ol yanımda. Adım Hulusi ama burada ki esnaflar bana baba der, en az babaları kadar sever sayarlar beni, sağ olsunlar… Edebiyat öğretmeniydim birkaç yıl öncesine kadar. Öğretmenlikten emekli oldum ama edebiyattan vazgeçebildiğim söylenemez, görüyorsun ya işte yer gök kitap benim için hâlâ…

      Kitaplarına bakarken hüzünle bakan gözlerinden sevgiyle dolu bir ışık geçti. Hiç böyle bir öğretmenim olmamıştı geçmişimde. Kim bilir öğrencileri ne kadar seviyordu Hulusi Hocayı ve o mesleğinden ayrılmak zorunda olduğunda ne kadar üzülmüştü. Dersini sevdirmek için gülümsemesi bile yetiyordu belki. İlk kez bu kadar kısa sürede kanım ısınmıştı birisine. Anlatmaya karar verdim yaşadıklarımı. Zaten anlatmazsam delirecektim. Ben de onun gibi kendimi tanıtarak başladım söze:

      –Benim adım Sercan, bir konuda ortak sayılırız hocam. Eğer devam etseydim bu sene edebiyat öğretmeni olarak mezun olacaktım. Duygularıma yenik düştüm ve geçen senenin sonunda kaydımı dondurdum. Sanırım bir daha dönmeyeceğim okula…

      Hulusi Hoca üzgün görünüyordu. Bir şey söylemek istiyor ama sözlerimi bölmemek adına susuyordu. Güçsüzlüğümü açığa çıkarmak istemiyordum ama dayanılmaz hale gelmişti bu suskunluk.

      –İkinci sınıfın sonuna doğru bir kız girdi hayatıma. Yağmur… İlk görüşte takılı kalır ya insanın yüreği, öyle sevdim işte. Adını duymak bile nefesimi kesmeye yetiyordu. Bütün hayatımı ona adamaya hazırdım. Çok seviyorduk birbirimizi, her anımızı birlikte geçiriyorduk. Benimle aynı evde yaşamayı bile kabul etmişti. Yanında uyanamadığım her sabah bana acı veriyordu.

      Konuşurken gözlerim yanmaya başladı. Gözyaşlarımın yanağımı ıslatmaya başladığını hissediyordum oysa erkek adam ağlamazdı. Hoca ne düşündüğümü hissetmiş olmalı ki elindeki mendili bana uzatırken ‘’Çekinme evlat, erkekler de ağlar.’’ dedi. Nefesimi kontrol etmeye çalıştım, biraz sakinleştikten sonra anlatmaya devam ettim.

      –Bir gece uyandığımda Yağmur bir şeyler yazıyordu. Ne yaptığını sorduğumda suçüstü yakalanmış gibi hızla defteri kapatıp yastığının altına koydu. Önemsiz şeyler dedi ve yattı. İçimde parçalanan bir his vardı. Güven… Sekiz aydır beraberdik ve ona kendimden daha fazla güvendiğimi düşünüyordum. Canımı istese hiç düşünmezdim feda etmek için ama o gece içime derin bir şüphe düştü. Bu şüpheyle yaşamaktansa yazdıklarını okumalıydım. Ders saatlerimiz farklıydı. Onu okula yolladıktan sonra gidip defteri buldum. Nefesim duracak gibiydi. O defterde karşılaşmak istemediğim şeyler yazdığına emindim. Cesaretimi toplamak uzun sürdü, üstelik defter kilitliydi. Kilidi kırıp hızla sayfaları çevirdim, en son yazdıklarına ulaştım. Okuduklarım yüreğimi paramparça etti. Çünkü bana dair sevgi dolu tek bir sözcük bile yoktu. Birlikte olduğu, sarıldığı, öptüğü bendim ama sevdiği başkasıydı. Onu unutmak, ondan uzak kalmak için benim yanımdaydı. Geriye doğru okudum yazdıklarını, her sayfasında o adam vardı. Boyunu, kilosunu, kaşını, gözünü en ince ayrıntısına kadar yazmıştı. En kötüsü de beni hiçbir zaman sevemeyeceği yazılıydı o satırlarda…

      Bir yandan ağlıyor, bir yandan o günü tekrar yaşıyor, bir yandan da anlatmaya devam ediyordum. Hulusi Hoca’nın ise yüzünde buruk bir tebessüm vardı.

      –Dersten geldiğinde elimde defteriyle yatakta amaçsızca oturuyordum. Her şey açıktı, ona soracak hiçbir şeyim yoktu. Sadece git diyecektim, bir daha görmek istemiyorum seni ama düşündüğüm gibi olmadı. Çünkü defteri elimde görünce bağırmaya, bunları okumaya hakkım olmadığını söylemeye başladı. Suçluydu ama yüksek sesinden aldığı bir güç vardı. Sadece dinledim. Ağlamamak için direniyordum. Güzel olan bütün anlamları yüklediğim kadın gittikçe küçülüyordu karşımda. Sözlerini bitirdiğinde sadece git buradan diyebildim. Bu olaydan sonra birkaç defa gidebildim okula ama bahçede karşılaşmak bile acı veriyordu bana. Kaydımı dondurdum, kendimi dünyaya kapattım. Onunla olmazdı ama onsuz da olmazdı. Onunki mış gibi bir sevdaydı. Sev-miş gibi yanımday-mış gibi bana ait-miş gibi… İşte böyle hocam… Karşında aciz, güçsüz ve kendinden vazgeçmiş bir adam duruyor. Eğer teselli etmeye çalışacaksan şimdiden vazgeç, bu konuda kimse başarılı olamadı.

      İhtiyar adam dizlerinden destek alarak yerinden kalktı. Eline bir kalem aldı ve karşımızda duran yazı tahtasına Arap harfleriyle Ayn, Şin, Kaf yazdı. Biraz durakladı, sonra altına Elif, Şin, Kef harflerini yazdı. El yazısı çok güzeldi. Geri dönüp yerine oturdu. Yüzünde hiç solmayan bir gülümseme vardı hâlâ. Bakışları insanın içini ısıtan türden ve yumuşacıktı. Sesini de bakışlarına uydurdu ve yumuşak bir ses tonuyla konuştu:

      –Biliyorsun evlat; üstte aşk, altta eşk yazıyor. Aşka eşk yakışır derler, ne kadar doğru bilemem ama görüyorsun ya aşkın boynu bükük, eşkin başı dik… Boyun eğmesini becerebildiğin sürece sararsın sevdiğini Kaf gibi, başım dik duracak diyorsan ağlarsın köşende Kef gibi…

      (Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 08.03.2015)

      Ebabekir CAMBOLAT

      1981 Yılında Karaman’ın Ermenek İlçe’sinde doğdu. İlkokulu köyünde, Ortaokulu ise imkânsızlıktan ve yakınlarda okul olmamasından dolayı üç yıl ara vererek dört ayrı ilçede okudu. Lise olarak Sağlık Meslek Lisesini seçti. Liseyi üç ayrı şehirde bitirebildi. Meslek Lisesi mezunu olduğu için üniversite engeline takıldı. O yıllarda üniversite okuyamadı.

      Ancak üniversite okuyamamak, onun eğitimden ayrı kalmasına kendini geliştirmesine engel olmadı. Ortaokulda öğretmenleri tarafından “Bülbül-i Şeyda” isimli şiir kitabı bastırıldı. Ressam Yüksel Yalvaç’ın yedi resim sergisinde resimleri sergilendi. Öğretmenler günü için yazdığı şiir, ülke çapında dereceye girdi.

      Lise yıllarında ise “Nevai” adında edebiyat dergisi, “Bozkirbey” ismiyle haftalık gazete çıkardı. Çalışmaları Selçuk Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi öğretim üyelerince takdirle karşılandı ve desteklendi.

      Şu anda Ankara’da geç kaldığı eğitimine Kamu Yönetimi bölümünde devam etmekte olup, kendi çabalarıyla orta seviyede iki yabancı dil (Arapça-İngilizce) ve üç Türk Lehçesi (Özbekçe-Uygurca, Azerbaycan’ca) bilmektedir. Çeşitli dergilerde yazıları yayınlanmakta olup, ayrıca bazı yayın organlarında köşe yazarlığı yapmaktadır. E-ticaret uzmanı olan yazarın, ticaret alanında ve Özbek Dilinde Türkiye’yi anlatan iki adet e-kitabı (Elektronik Kitap) mevcuttur.

      HİKÂYE:

      Ahretlik

      Darı Ambarı

      Bundan Sonrası

      DENEME:

      Hasret takvimi

      AHRETLİK

      Yan yana eşit aralıklarla dizilmiş lataların arasından kararmış nemlenmiş tahtalar sırıtıyordu. Birkaç tanesi çatlamış bir tanesinin düğüm yeri çıkmış

Скачать книгу