Скачать книгу

hastalıklar, kazıklanmalar ve günahlar ile bezenmiş bir yaşam serüvenini anlatıyor parçalar.

      Kimi zaman ise mutluluk gözyaşları ile yıkanan benliğimi görüyorum. Etrafımdaki kalabalık şehre inat kozmik yalnızlığım ile baş başa kalışım da az değil hani şu parçalar içinde.

      Ya şu Özgecan kısmı, şu savaşlar, Afrika’da ki açlar, yanı başımda olduğu halde hiç haberimin olmadığı çaresiz komşumun hali ne olacak. Dayanılmaz acılar ile bir başına bırakılan, anasız babasız canların halini anlatan parçaları nereye nasıl yerleştireyim? Hangi anlam dairesi içinde nasıl bir süzgeçten geçirmeliyim?

      Bir tarafta mucizeler ile çepeçevre sarılmış durumdayım. Bedenimde ve kâinatımda inanılmaz akıl sır ermez bir oluş bir sonsuz hayranlık âlemi, bir tarafta işte öylece geçen bir hayat bir tarafta da insana hayatı dar eden insanlar.

      Zor, çok zor bu yaşam. Okyanus kenarında, arkasında orman “oh ne güzel hayat ne muhteşem bir manzara “ diyor birisi. Diğeri, kahvaltısının üzerine düşen, kimin ne amaçla ne akılla gönderdiği belli olmayan savaşın tohumu bomba ile gününü ve ömrünü tamamlıyor. Bir yerlerde dizeler, şiirler, hikâye ve romanlar durun etmeyin bakın neler neler oldu yetmez mi bu kadar derken, bakın böyle böyle de olabilir bir yaşam diye nice kurgular ile dile gelirken. Bir yandan da yaşamımızı süslemeye bizi bizden alıp götürmeye hizmet ederken, diğer yandan yazmak nedir okumak nedir ne işe yarar anlamayan zihinler.

      Yoruluyorum. Bunca parça çok karışık. Nasıl bir araya getireceğim ben bunları? Ya da böyle mi bıraksam? Anlamlı bir şekil oluşturmaları ya da bir yerde buluşmaları gerekmiyor mu acaba? İsteyen kendince parçalarla mı oyalanıyor bu hayatta?

      Peki, ben yine kararsız kararsız bekleyecek miyim? Yine çok mu zaman kaybedeceğim? Neyi bekliyorum? Neyi arıyorum? Bildiğim bir şey var o da bu parçalar ve sonra eklenecekler arasından bulacaklarım olacak, yıllarca beklediğim cevaplar çıkacak kaşıma. Kafamı ve parçaları karıştırmaya devam etmeliyim.

      Biliyorum. Bir bardak su da hiçbir şeyde göremeyebilirim, bir bardak suda sonsuzluğu da bulabilirim.

      (Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2015)

      DİKEN

      “Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir.”

Halil Cibran

      Ressamın tuvale ilk fırça darbesi, bir resmin habercisi. Renkleri birbirine dolayacak şimdi ressam. Ardından, kendini oraya getiren geçmişini dokuyacak, eğitimini, acılarını ve gülüşlerini resmedecek. Ressamın kendi resminde gördüğü ile resme bakanların gördüğü hiçbir zaman aynı olmayacak.

      Bir ağaç aynı zamanda üzerine nice yaşanmışlıklar nice şahitlikler elbisesi giyinmiş olarak çıkar, karşıma. Yaşlı bir ağaç gördüğümde ilk önce gövdesindeki kabuklarına, yara izlerine baka kalıyorum. Düşüncelerimde gözlerinden öpüyorum. Bütün o acıya, sert rüzgârlara, soğuğa, yakan sıcağa, sevdiğimin ismini yazacağım diyerek tam kalbine bıçak saplayanlara kendini siper ediyor. Çocukları onun sayesinde yemyeşil ve rengârenk dünyaya gelmeye devam ediyor.

      Zaten, güle oynaya nereye varılır ki bu dünya da. Ne içimdeki yetiyor ne dışımdaki. Varamıyorum bir türlü düşlediğim dünyalara. Bütün gül yüzlü melekler, annelerinin göz nuru bebekleri bir büyük acıya, sancıya şahitlik ederek gelmiyorlar mı bu dünyaya?

      İşte öyle.

      Zamanı delip geçen bir söz, yüreğe dokunan bir türkü, bir şiir. Büyük bir yürek yangının küllerinden doğmuştur çoğu kez. Taşın fazlası yontulduğunda nasıl heykel ortaya çıkıyorsa, yangınına kelimelerini tutan yazarlardan da o denli büyük eserler çıkıyor. Bir davası varsa, bir şiire, bir ütopyaya yolculuğu varsa insanın yoluna taş koyanı da olacaktır. Dikenler batacaktır, eline, dizlerine, bağrına. Kimi zaman onaylanacak çokça dışlanacaktır. Sırrı biliyorsa gönüllü atacaktır kendini dikenlerin arasına. Kendimi dertten, eleştiriden, düşmekten korumaya çalışarak en güzel güle nasıl sahip olabilirim ki? Birçok kişinin yaptığını yaparak, yazdığını yazarak, söylediğini söyleyerek, hangi hayalime ulaşabilirim ki?

      Coştukça, canı ne istiyorsa, hangi güzelliğe dokunmak istiyorsa dokunsun, olmaz mı sizce? Neden gül olmaktan çok, diken olmayı seçen var? Yoksa dikenlere katlanamayanlar, diken olduklarının farkında mı değiller? Kendini bırakıp başkalarını düşünüyor, insanların büyük bir kısmı. Başkalarının başarısı ve hataları üzerine inşa edilen bir algı sistemi ile yolculuk yapmak garip olsa gerek. Kendimi, içimdeki ve dışımdaki dünyayı tanımaya çalışarak yol alsam. İlerlesem kendi içime doğru. Ben düzeldikçe düzelmez mi dünya?

      Kendini değil da başkalarını düzeltmeye çalışan bir gurup insanın dikeni battığında, acımıyor artık kalbim ve hayallerim. Kendi yetersizliklerim ve başkalarının yetersizlikleri bahane değil. İnanıp güzel işler yapan, çalışan, koşan bir yüreğe bahaneler çok da engel olamaz düşüncesindeyim. Düşünsenize, oturduğum yerde, söylenip duracağıma, ne derler ya da acabalar ile vakit kaybedeceğime, yürümeye, koşmaya devam etsem; her şekilde, duranların tanık olduğu yaşamdan daha fazlasına tanık olmayacak mıyım?

      (Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2015)

      KÖPRÜ

      Atomların molekülleri, moleküllerin makro molekülleri, makro moleküllerin makro moleküler kompleksleri oluşturmasıyla, dokuların en küçük yapı taşları olan ve yaşamın bütün özelliklerini sergileyen hücreler oluşmaktadır.

      Yaklaşık yüz trilyonluk bir hücre ailesi bedenimi oluşturuyor. Her biri ayrı muazzam bir fabrika. İçlerinde, yaşam var, enerji santralleri, yönetim merkezi, kütüphane, ulaşım yolları ve nice yapılar var. Özel yapım mikroskoplar ile görülebilen bu hacmi olağanüstü küçük yapının içine sonsuz bir teknoloji yerleştirilmiş.

      Çok detay bazen canımı sıkıyor. Sonsuz büyüklükteki bu kâinat, aklın hesabına sığmayan uzaklıklardaki yıldızlar, içimdeki sonsuz düzen, teknoloji ve yapılar. Galaksilere baksam canım sıkılıyor. İçime baksam, mesela kalbime, beynimin yapısına her şey harika bu dünyada.

      İşte bu olağanüstü büyüklükler ve aklı zorlayan yapılar canımı sıkıyor. Olağanüstülüğün ortasında sıkılan canıma sıkılıyorum.

      Geçen gün ders çalışırken bir tanıma denk geldim. Kültür: El değmemiş( bakir) doğaya karşı, insan varlığının ve etkileşiminin vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçası ve ürünüdür.

      Bu koca kâinata, bu koca mucizeler kâinatına kültür ekip kültür bırakıyoruz. Peki, nasıl bir kültürü var insanlığın? Her millete her insan gurubuna, tarihin her sokağına girme imkânım yok. Kendime bakmalıyım o halde. Benim bireysel kültürüm ne? Ne alıyorum toplumdan, ne veriyorum?

      Neler anlatıyorum, hareketlerimle sözlerimle yazılarım ile etrafımdaki insanlara ve yaşama? Arkamda bıraktığım ayak izlerim nasıl bir kültürün imzası?

      Kimi zaman gül bahçesindeyim. Şu masmavi gökyüzü ne güzel. Serçelere oldum olası kafayı takmışımdır. İki serçe arkadaş birbirlerini kovalarken, arabaların altından, dalların arasından, başımın üstünden nasıl da öylece hızlıca geçip gidiyorlar, nasıl da kıvrak hareket ediyorlar, hayran olmamak mümkün mü? Bindir çeşit çiçeklerin kokusuna ne demeli. Bakışlarım sevgiye fener olmuş bir gözle buluştuğunda dünyalar benim olmaz mı? Oluyor. Binlerce çeşitte canlılıkla beraber soluduğum şu hayat bana elbette büyük bir heyecan ve mutluluk veriyor.

      Kimi zaman

Скачать книгу