ТОП просматриваемых книг сайта:
Anayurt - I. Zordun Sabir
Читать онлайн.Название Anayurt - I
Год выпуска 0
isbn 978-625-6494-23-7
Автор произведения Zordun Sabir
Издательство Elips Kitap
“Ne saçmalıyorsun Kaşgarlı!” dedi Muhtar Bay sinirlenerek:
“Peygamberimiz öyle mi demiş?”
“İşte bu küfürdür.” dedi imam sakalını sıvazlayıp:
“Buna inanmamak küfür sayılır.”
“Küfür mü dedin?” Muhtar Bay birden öfkelendi:
“Sen, Kaşgarlı ne biliyorsun? Bizim eve şehrin tüm zenginleri, büyük âlimleri gelmişti, kuzu eti yiyip kımız içip aylarca evimizde kalmıştı. Biz altı oğlan okulda eğitim görmediğimiz halde büyüklerin sözlerini, hatta Hakimbey Hoca’nın sözlerini de duymuştuk. Ama “Köpekler de okumayı bilsin.” sözünü hiç duymadık. Sana göre biz köpekten daha mı aşağıyız yani? Senin gibi işsiz güçsüz bir yabaniye çorba, kemik verdiğimize pişmanım.”
“Beyim, ben bu sözü size söylemedim, kendimce…”
İmam fena korktu. Görkemli sakalı öyle bir titredi ki bu köyde uzayıp bu köyde ağarmış bu ünlü sakalın böyle titrediğini şimdiye kadar kimse görmemişti.
“Boşver muhtar!” dedi onunla beraber büyümüş bir çiftçi. Ona laf dokundurarak ekledi:
“Öyle ya, Nuri’den başka kimse okuma yazmayı bilmiyor bu mahallede.”
“Bu taşra köyde desene, bir Mahmut Çucang4’dan başka kimse okumayı bilmiyor.”
“Nuri’yi çağırın!” dedi Muhtar Bay, kendine gelerek:
“Çocuk yazsın, sen söyle imam, çenesi düşük, at yarışmasına katılabilecek kadar ağzı laf yapan bir Kaşgarlısın!” Muhtar Bay herhangi bir kavgayı şakaya, matemi düğüne dönüştürmeyi seviyordu.
“Ne diyeceğimi önceden düşündüm.” dedi Mira Kadı ağdalı konuşarak:
“Çocuk yazar, ben söylerim.”
“Kime yazacağız?”
Herkes sustu.
“Şeng Duben atamıza yazacağız elbette!” dedi biraz önce sakinleşip benzi kanlanmaya başlayan imam.
“Size kalırsa ahırdaki öküzüm kısır kaldı, ne yapacağım diye dava mektubu yazarsınız imam hazretleri!”
“Vehbi yere baştan su gelmedi diye beylere dava dilekçesi yazan adam bu!”
“Lavaşın yağı iyice arınmamış diye Kasım Tersi üzerinden beylere dava açan adam bu!”
“Pantolon ipliğini tutturamıyorsa mütevelliyi çağıran…”
“Sakalı kaşınsa, kaşıntı yaptı diye biti hükümete şikâyet eden adam bu.”
Hırsızın tehlikesi, Ulu Ahun’un, Hepizihan’ın feryadı bir anda unutuldu, köylüler sanki hiçbir şey olmamış gibi kahkaha atmaya başladılar. Böyle bir ortamda herkesi yönetmeye alışmış Muhtar Bay, simsiyah, kalın sakalı arasındaki bembeyaz dişlerini göstererek gülüp onları espriye boğuyordu:
“Rahim toygar, hadi öt!”
“Musa Karga, bir şey konuş!”
“Hemra Semer, niye susuyorsun?”
“Sultan Kilim, Nadir Köpek, Dursun Kancık…”
“Hay hay Muhtar Bay kardeşim, bugün matem günüdür, yarı matem günü! Ulu Ahun’un on senedir toplanan malı çalındı. Serfler bize zulüm ediyorken biz çiftçiler duyarsız kalarak gülmeye devam mı edeceğiz? Onlar üzerinden dava açalım. Bakın, Nuri de geldi. ” dedi, Mira Kadı tane tane konuşarak.
“Selamün Aleyküm!” Nuri elini göğsüne koyup biraz öne eğilerek selam verdi.
“Aleyküm Selam ve berekatuhu!” dedi, imam yerinden hafifçe kalkarak.
“Aleyküm selam, gel oğlum!” dedi Mira Kadı da kıpırdanıp:
“Allah’ıma şükürler olsun, bize yetiştin.”
“Geldin mi? Şu hasır üzerine geç!” dedi Muhtar Bay, ırmak kenarındaki yazlık çay evinin taraçasına serilen hasır üzerinde bağdaş kurarak oturan mahalle büyüklerinin yanındaki yeri işaret ederek:
“İyi eğitim görmüşsün, boynuz kulağı geçer dedikleri bu olsa gerek.”
Kısa kollu beyaz gömlek giymiş, deri kuşak bağlanmış mavi pantolonlu, mavi şapkalı, deriden yapılmış yeni terlik giyen zayıf, beyaz yüzlü, kara gözlü, karakaşlı, on dört, on beş yaşlarında olan bu yakışıklı çocuğa herkes imrendi. Böyle bir kıyafet de böyle bir yüz de bu mahalleye yabancıydı. Üstelik onun selam vermesine de bir bak!
“Sağ olun, ayakta dursam da olur.” dedi çocuk, biraz mahcubiyetle:
“Kalem kâğıt da getirdim.”
“Süt kâğıtmış yahu!” dedi imam, kâğıdı avucuna koyup:
“Bu kalem de Rus malıymış!”
İnsanlar kâğıt ve kalemi elden ele alıp sıvazladı, hatta kokladılar.
“Harika!” dedi Muhtar Bay, Nuri’nin omzuna elini koyarak:
“Bizim mahallenin ilk bilgini sensin, herkesten önce şehre gidip okudun, aferin sana! Kardeşlerim şunu bilin ki Ziyek5 başkalarının evinde köle gibi çalışarak oğlunu şehirde okutmuştur!”
“Kaç sene oldu hey Ziyek?”
“Köpek yılı vermiştim okula…”
“Bırak köpek yılı falan laflarını, dört sene oldu mu?”
“Evet…”
“3 Eylül 1934’te ‘Ruşen Okulu’nun birinci sınıfına girdim.” dedi Nuri, çınlayan sesiyle.
“Şimdi hangi yıldayız?” dedi Muhtar Bay, şaşkına dönüp.
“Allah’ın izniyle 31 Haziran 1938.” dedi Mira Kadı övünerek.
“Hadi başlayalım, kâğıdı kirletmeyelim, kurşun kalemi kırmayalım kazara…”
Masa yerine kırmızılaşmış, düzgünleşmiş ekmek tahtası konuldu, Nuri’nin eline herkes bakakaldı. O, “Hemiçiski” kalemini ıslattıktan sonra kâğıdın başına “ Erz” (dava dilekçesi) başlığını yazdı. Bunu görünce herkes aynı sesle:
“Ayy, harika!” dediler.
Abduömer Bey’in evinin kapısı büyüktü. Odalarında tavan penceresi vardı. Avlusu üzüm telleriyle bürünmüş, kucak yetmez büyük direğe nefis ama yağlı lambalık kenetlenmişti. Sol tarafta at ağılı ve depo, sağ tarafta ise bahçe kapısı gözüküyordu. Karşı tarafa bakarsanız eve giren kapıyı görebilirdiniz. Çift kanatlı dış kapıdan içeri girdiğinizde, sağ tarafta kerpiçten yapılan büyük taraça, çam ağacından çatı omurgası, çatı direkleri, kare şeklindeki çatı penceresi, bahçeye bakan kare şeklindeki parmaklı iki pencere, misafir odasının taraçası üzerine serilen sade siyah kilimler, kilimler üzerinde minderler, dizilmiş yastıklar, üç basamaklı misafir odası kapısı,
4
Çince kelime, bölüm başkanı
5
Ziyavdun’un halk dilinde söylenişi