Скачать книгу

maviliğiyle gökyüzünü kıskandıran Tuna nehri, Sn İstvan Bazilikası, meclis binası bütün ihtişamı ve mimari güzellikleriyle karşımda. Bu şehirde büyülü bir Balıkçı tabyasından bir başka görünüyor şehir. Yine bütün güzelliğini sergiliyor. Orta Asya’daki Türkmen çadırlarını andıran bu tabyalar bizden biri, hemen ısınıveriyor insan. Sonra Gül Baba Türbesi. Türbenin önünde Gül Baba heykeli bütün sevecenliği, insanın içince akıveren sıcaklığı ile karşılıyor ziyaretçilerini. Türk Sokağı, Mesget (Mescit) Sokağı, Türbe Sokağı da bizden izler taşıyor hala.

      güzellik var. Bir ruhu var şehrin kendine özgü. İhtişamı ve güzelli

      ğiyle övünüyor her dem.

      İnsanları o kadar bizden geliyor ki bana, Hasan, Hüseyin, Ali, Veli, Ahmet, Mehmet diye bağırasım geliyor. Sonra İstanbul Ette-rem (Lokantası), Antalya Etterem, Simit Sarayı…

      Budapeşte’yi gezdikten sonra yüreğimi bir sıkıntı basıyor. Bir hüzün çöküyor üzerime. Ankara’m, Ankara’m, güzel Ankara’m bir mimari cenneti olan Budapeşte’nin güzelliği yanında çok sönük kalıveriyor gözlerimde. Ne olur diyorum bu güzel binaların onda biri de benim Ankara’mda olsaydı. Medeniyetlerin Başkenti İstanbul’um geliyor gözlerimin önüne. Kim bilir diyorum, kim bilir kaç tane böylesine güzel mimari eseri katletmişiz şimdiye kadar. Rantlar uğruna, çıkar uğruna… Sen hala güzelsin İstanbul’um ama eriyen, rengi solan, benzi süzülen bir güzelliğin var.

      Yaşadığım ve gördüğüm güzellikler karşısında mest oluyorum. Ülkemizde kaybettiklerimizi düşününce eriyorum, rengim soluyor, benzim süzülüyor tıpkı İstanbul’um gibi.

      (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi,2014)

      Büşra DEMİR

      1983 yılının Mart ayında Ankara’da doğdu. İlköğretim ve lise yıllarını TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra Başkent Üniversitesi’nde sağlık kurumları işletmeciliği okudu. Mezuniyetin ardından sağlık hizmetleri sektöründe çalıştı. 2011 yılında yine sağlık alanında öğrenim hayatına geri dönerek yüksek lisansa başladı. Halen Hacettepe Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam etmektedir.

      Evli ve anne adayı olan Büşra Demir, 2012 yılında Avrasya Yazarlar Birliği’nin atölyelerine katılmış, Kardeş Kalemler ve Kurgan Edebiyat Dergilerinde hikâye ve denemeleri yayımlanmıştır.

      HİKÂYE:

      İşaret

      DENEME:

      Alışkanlıklara Kelepçelenmek

      Mazinin Kapısı

      Kıyıya Vuran Yalnızlık

      Biraz Cesaret

      Paralel Yaşamlarım

      İŞARET

      Dişçi koltuğunda oturmuş geleceğimi düşünüyordum. Seçim yapmaktan o zamanlar da nefret ederdim. O yolun sonu mu parlak, bu yolun mu? Orada mı şansımı denemeli burada mı? Sonra da her defasında seçmediğim tarafı tercih etsem nasıl olurdu diye aklımı kemirip duran düşünceler…

      Aslında Gizli Sandık dergisinin ekibinde yer almak okuldayken en büyük hayalimdi. Hatta sırf benim değil, birçok arkadaşın da öyleydi. Stajyer olarak başlayacaktım, üsttekilerden birkaçıyla aramı sıkı tutup dikkatlerini çekecektim, beni işe alacaklardı, editör olacaktım falan filan… Belki beni fark ederler diye daha ayın başında yeni sayılarını alıp binalarının yanındaki kafede az oturmadım. E postayla yazılarına yorumlar gönderdim, katıldıkları bazı seminerlere gidip en yakınlarına oturdum, sektörü çok iyi biliyor havalarında sohbetlerine katılmaya çalıştım, dikkatlerini çekemedim. Defalarca özgeçmişimi yollamış olmamdan bahsetmiyorum bile.

      Şanslı biri sayılmam. Yirmili yaşların başında Gizli Sandık bir türlü oltama gelmeyince ben de artık başka yerlerde işe başlamam gerektiğine karar verdim. İtildim, kakıldım, aylarca çömez muamelesi gördüm, müdürlerimin kişisel işlerini ve her türlü ayak işlerini ben yaptım. Yine de kimseye yaranamadım. Erkek olmak da kolay değil tabi. Hem gururunu ezdirmeyeceksin, hem terfi edeceğim diye ilgili kişilere yaranacaksın, nasıl baş edeceğimi bilemedim. Bir de hepsinin yanında Aysel vardı. Ela gözlü, afet-i devran Aysel. O dönemlerde azıcık talihim açık olsaydı bir ihtimal vardı bence. Birkaç kere bana baktığını görmüştüm ama çulsuz, çaylak adamı ne yapsın? Büyükler liginde oynardı o hep, müdürlerle yemeğe, çay aralarına çıkardı.

      Birkaç yıl böyle perişan geçti. İlk çalıştığım yerden ayrıldıktan sonra kısa süreli iki dergide daha şansımı denedim yine de kapasitemi görebilecek müdürlere denk gelemedim. Hâlbuki çok iyi fikirlerim, yazılarım vardı. Ne zaman yakın bulduğum biriyle paylaşsam kendilerine aitmiş gibi pazarladılar benden aldıklarını. Bu sayede terfi edenler bile oldu. Hepsine küstüm, ayrıldım. Gururum var sonuçta, o saatten sonra yüzlerine bakacak değildim.

      Sonunda bir gün benim okuldaki elemanlardan ikisi geldi yanıma. Onlar da bunalmış el alemin yanında çalışmaktan, hiçbiri kendi prensiplerine uygun değilmiş. Düşünüp taşınmışlar, yeni bir dergi çıkarmaya karar vermişler. Sen de katıl bize dediler. Katılmaz mıyım? Çektiğim tüm eziyetlerin bir anlamı varmış demek ki diye düşündüğümü hatırlıyorum. O zamanlar her şeyi kadere yormak gibi bir huyum vardı. Çömezlikte öğrendiğim bütün o ıvır zıvır işler artık bana lazım olacaktı. Hemen çalışmalara başladık. Azim, hırs, idealler ne ararsan bizde. Aysel hala aklımda tabi, gözünde saygınlığım artacak diye kendimle övünüyorum.

      Tam o dönemde yollar ikiye ayrılıverdi. Kendimize ait bir dergi için heveslenmişim, hayatımı ona odaklamışım, mutluyum derken bir telefon; “İyi günler, Gizli Sandık dergisinden arıyoruz. İş başvurusunda bulunmuşsunuz. Hala düşünüyorsanız Salı günü sabah onda görüşmeye çağırıyoruz.” Keşke telefonum bozuk olsaydı diye düşünmüştüm. Karşılarına dikilip, ‘Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Yıllardır durdunuz da şimdi mi aklınıza geldi?’ diye haykırmak istemiştim. Nafile tabi, hiçbirini yapamadım. Arkadaşlara haber vermeden görüşmeye gittim. Okuldaki başarımı, deneyimimi beğendiler, beni denemek istediklerini söylediler. Ben böyle zamanlamanın…

      Günlerce kararsızlıktan deliye döndüm o dönem. Baktım kendim baş edemiyorum, kadere bıraktım seçimi. Tabi akılsızlık diz boyu, kader diye geleceğini dişçinin ellerine bırakırsan kendini bugün benim olduğum yerde bulursun. Ne bekliyordum ki?

      Teklifi mi kabul etsem, yeni çıkacak bir derginin kurucularından mı olsam diye düşündüğüm o günlerde bir diş ağrısı girdi hayatıma. Ağrı kesiciler fayda etmiyor, kalktım bizim ailenin eski dişçisine gittim. İyice ihtiyarlamış Mahmut Abi. İşini iyi yapabilir mi diye endişelensem de ayıp olur diye geri dönemedim, oturdum koltuğuna. Açtım ağzımı bir karış, neredeyse iki elini birden içeriye soktu. Bir sağdan baktı, bir soldan. Ayna tuttu, ışığı yaklaştırdı, sonunda çürük dedi. Dolgu yapacakmış, yap dedim. Gözlerimi kapadım, yine hangi yolu seçmeliyim sorusuna takıldım. ‘Bir işaret alsam, bir şey olsa da doğru olanı anlasam’ diye düşünmeye başladım. Gizli Sandık’ı yıllarca beklemiştim, tam böyle bir anda aramaları bir işaret olabilir miydi? Bunca zaman sağda solda sürünmüş olmam orası için bir altyapı çalışması mıydı? Evet, öyle olmalıydı. İşaret çoktan gelmişti de görememiştim diye düşündüm. Derken bir acı ansızın düşüncelerimi böldü. Mahmut Abi sanki sinirlerimi delip geçmişti, uyuşturmaya gerek görmemişti oysa derin bir çürük değil demişti. Biraz sakinleştikten

Скачать книгу