Скачать книгу

ormanlarında, hem insanlardan üstün hem de onlardan zayıf bir dev ırkı yaşardı. Bu tuhaf ırkı Romalılar korkunç hayvanlar olarak görür, Almanlar da duruma göre tapılacak ya da imha edilecek ilahi tecessümler olarak kabul ederdi.

      Bu varlıklardan birinin hissettiğine benzer bir hisle, bir canavar gibi muamele görmeyi bekleyen Marki birdenbire bir Tanrı olarak karşılanınca bu efsaneyi hatırlamıştı.

      Tüm o parıldayan gözler ona bir tür vahşi sevgiyle bakıyordu.

      Kalabalık; silahlarla, kılıçla, tırpanla, direk ve sopalarla kuşanmıştı. Hepsi büyük beyaz kokart iliştirilmiş keçe şapkalar ya da kahverengi şapkalar takıyordu. Hepsi bol miktarda tespih ve tılsım taşıyordu. Dizleri açıkta kalmış geniş pantolonlar, deri ceketler ve deri tozluklar giymişlerdi. Baldırları çıplak, saçları uzundu. Bazılarının sert bir görünümü vardı ama hepsinin alnı ak, başları dikti.

      Soylu bir delikanlı diz çökmüş adamların arasından geçti ve telaşla Marki’ye yaklaştı. Köylüler gibi kalkık siperliği olan beyaz kokart tutturulmuş keçe bir şapka takmıştı. Üzerinde deri bir ceket vardı. Ama narin elleri vardı. Boynuna beyaz ipek bir eşarp takmıştı. Belinde de altın kabzası olan bir kılıç asılıydı.

      Tepe noktasına ulaştıktan sonra şapkasını bir kenara attı, eşarbını çözdü ve diz çökerek Marki’ye hem eşarbı hem de kılıcı sundu.

      “Gerçekten de sizi arıyorduk.” dedi. “Ve sizi bulduk. Komutanlık kılıcını alın. Bu adamlar artık sizin hizmetinizde. Ben onların komutanıydım; şimdi sizin askerliğinize terfi ediyorum. Bağlılığımızı kabul edin Lordum. Emirleriniz için hazırım, Generalim.”

      Ondan gelen bir işaret üzerine, üç renkli sancağı taşıyan adamlar ormandan çıktı ve Marki’ye giderek bayrağı ayaklarının dibine koydu. Ağaçların arasından gördüğü bayraktı. “General!” dedi kılıcı ve eşarbı sunan genç adam, “Bu, Herbe-en-Pail çiftliğini basan Mavilerden aldığımız bayrak. Benim adım Gavard, Lordum. Rouarie Markisi’nin hizmetindeyim.”

      “Pekâlâ.” dedi Marki.

      Sakin ve soğukkanlı bir ifadeyle eşarbı kuşandı.

      Sonra kılıcını çıkardı ve başının üzerinde salladı.

      “Kalkın! Yaşasın Kral!”

      Hepsi ayağa kalktı. Sonra ormanın derinliklerinden coşkulu ve muzaffer bir çığlık yükseldi:

      “Yaşasın Kral! Yaşasın Markimiz! Yaşasın Lantenac!”

      Marki, Gavard’a döndü.

      “Kaç kişisiniz?”

      “Yedi bin.”

      Tepeden aşağı inerlerken, köylüler Lantenac Markisi’ne yol açmak için çalılıkları temizliyordu.

      Gavard devam etti:

      “Lordum, bütün bu olanlar sadece tek bir sözcükle açıklanabilir, her şey çok basit aslında. Beklenen, bir kıvılcımdı. Varlığınızı ifşa eden cumhuriyetçi afiş, bütün ülkeyi Kral için ayağa kaldırdı. Ayrıca, bizden biri olan Granville Belediye Başkanı, (Abbé Ollivier’i kurtaran da odur, tarafından gizlice bilgilendirildik. Gece de tehlike çanlarını çaldılar.)”

      “Kimin için?”

      “Sizin için.”

      “Ah!” dedi Marki.

      “Ve işte buradayız.” diye devam etti Gavard.

      “Ve yedi bin kişisiniz.”

      “Bugünlük. Ama yarın on beş bin olacağız. Bu Breton birliğidir. Mösyö Henri de la Rochejaquelein, Katolik ordusuna katılmaya gittiğinde de çanları çalmışlardı ve bir gecede tam altı kilise, Isernay, Corqueux, Échaubroignes , Aubiers, Sainte Aubin ve Nueil ona on bin adam göndermişti. Savaş cephaneleri yoktu ancak bir taş ocağının evinde altmış kilo kadar barut bulan Mösyö de la Rochejaquelein, bununla yola çıktı. Sizin bu ormanda bir yerlerde olduğunuzdan emindik ve sizi arıyorduk.”

      “Ve Herbe-en-Pail çiftliğinde Mavilere mi saldırdınız?”

      “Rüzgâr, tehlike çanlarının sesini duymalarını engelledi. Hiçbir şey anlamadılar. Köy ahalisinden bir dizi palyaço onları iyi karşıladı. Bu sabah Maviler uyurken çiftliğe çıkarma yaptık ve her şey bir anda oldu bitti. Burada bir atım var, onu size lütfetmek isterim Generalim. Kabul buyurur musunuz?”

      “Tabii.”

      Bir köylü, askerler gibi kuşatılmış beyaz bir at getirdi. Marki, Gavard’ın sunduğu yardımı kabul etmeden atın sırtına atladı.

      “Hurra!” diye bağırdı köylüler.

      İngiliz tezahürat tarzı Bretonya sahillerinde çok revaçtadır. Çünkü Breton halkı, Manş Adaları’yla sürekli ticaret hâlindedir.

      Gavard asker selamı yaptı ve sordu:

      “Karargâhınızı nerede kuracaksınız Lordum?”

      “İlk başta, Fougères ormanında.”

      “Size ait yedi ormandan biridir.”

      “Bir papaza ihtiyacımız var.”

      “Bizde bir tane var.”

      “Kimdir o?”

      “Chapelle-Erbrée’nin vaizi.”

      “Onu tanıyorum. Jersey’e gelmişti.”

      Papaz sıradan çıkarak şöyle dedi:

      “Evet, üç kere.”

      Marki kafasını çevirdi.

      “Gününüz aydın olsun, Monsenyör. Size oldukça ihtiyacımız var.”

      “Elimden geleni yapacağım, Aziz Marki.”

      “Günah çıkarmak isteyenler olacak. Kimse zorlanmayacak elbette.”

      “Marki.” dedi papaz, “Gaston, Guéménée’de günah çıkarmaları için cumhuriyetçileri zorluyor.”

      “O bir berber. İnsanlara ölürken seçim şansı sunulmalı.”

      Talimat vermek için aralarından ayrılan Gavard dönmüştü.

      “Emirleriniz için hazırım, Komutanım.”

      “Öncelikle, buluşma yerimiz Fougéres ormanı. Adamlar dağılsın ve oraya gitsin.”

      “Başüstüne.”

      “Herbe-en-Pail ahalisinin Mavileri hoş karşıladığını söylemiştiniz, değil mi?”

      “Evet Generalim.”

      “Çiftliği yaktınız mı?” “Evet.”

      “Köyü yaktınız mı?”

      “Hayır.”

      “Yakın o zaman.”

      “Maviler savunmaya geçtiler ama sadece yüz elli kişiler. Biz ise yedi bin.”

      “Nerenin Mavileri bunlar?”

      “Santerre’in.”

      “Kral’ın boynu vurulurken trampet çaldıran adam değil mi o? Öyleyse bu tabur Paris’ten mi geldi?”

      “Yarım tabur.”

      “Adı ne peki?”

      “Afişlerinde ‘Bonnet-Rouge Taburu’ yazıyor.”

      “Vahşi hayvanlar.”

      “Yaralılara ne yapılmalı?”

      “Acılarına bir son verin.”

      “Mahkûmlarla ne yapacağız?”

      “Onları

Скачать книгу