Скачать книгу

yanına almadan dışarı adımını atmıyor; bu yüzden de bu koca canavarlardan pek korkmuyordu.

      Pencere parmaklıklarını güçlendirmiş, kulübenin kapısına da ağaçtan benzersiz bir kilit uydurmuştu. Böylece, yiyeceklerini temin etmek için mecburen sık sık avlanmaya ve meyve toplamaya çıktığında küçük evine hayvanların girmesinden korkmayacaktı.

      Başlarda çoğu avını kulübenin penceresinden vuruyordu. Ancak zamanla hayvanlar, penceresinden dehşet verici bir gök gürültüsü yayılan bu tuhaf inden korkup uzak durmayı öğrendiler.

      Boş zamanlarında, yeni evleri için yanlarında getirdikleri kitapları okuyordu Clayton; çoğu zaman da karısı da dinlesin diye sesli okuyordu. Bunların arasında bir sürü çocuk kitabı da vardı: resimli kitaplar, alfabe kitapları, ilk okuma kitapları. Zira, İngiltere’ye dönüş zamanları gelene kadar küçük çocuklarının okumayı öğrenecek yaşa gelmiş olacağını kestirmişlerdi.

      Bazen de günlük yazıyordu; Fransızca tutmaya alıştığı bu günlüğüne, tuhaf hayatlarının ayrıntılarını kaydediyordu. Kilitli, küçük, metal bir kutuda saklıyordu bu defteri.

      Küçük oğlunun doğduğu günden bir yıl sonra Leydi Alice, bir gece vakti sessizce vefat etti. Ölümü öylesine huzurlu olmuştu ki Clayton, karısının öldüğünü ancak birkaç saat sonra uyandığında fark edebilmişti.

      Vaziyetin dehşetini yavaş yavaş idrak edebildi. Hatta kederinin boyutunu ve üzerine kalan ürkütücü sorumluluğun; hâlâ annesini emen ufaklığa, küçük oğluna, bakma sorumluluğunun büyüklüğünü tam olarak kavrayabilmiş miydi, orası meçhul.

      Günlüğündeki son yazı, karısının ölümünün sabahında yazılmıştı ve o yazıda da olayın üzücü ayrıntılarını, öyle sıradan bir şekilde anlatıyordu ki vaziyet daha da acıklı hâle geliyordu zira kelimelerinden, bitmek bilmeyen keder ve umutsuzluktan doğan yorgun bir hissizlik dökülüyordu. Öyle bir hissizlikti ki bu, karısının ölümüyle aldığı bu zalim darbe bile onu bu hissizlikten çıkaramamıştı:

      “Küçük oğlum açlıktan ağlıyor. Ah Alice, Alice!.. Ne yapacağım ben?”

      John Clayton, hâlâ yatakta yatan karısının hareketsiz ve soğuk bedeninin yanı başında, onun için yaptığı masaya oturmuş; kalem tutan elinden dökülecek son kelimeleri yazarken başı yorgunca masaya uzanmış kollarının üzerine düştü.

      Gün ortasında ormana hâkim olan ölüm sessizliğini hiçbir ses bozmadı uzunca bir süre; ufak insanoğlunun acınası ağlamaları dışında.

      4. BÖLÜM

      MAYMUNLAR

      Okyanusun bir buçuk kilometre gerisinde, yaylayı kaplayan ormanın derinliklerinde; ihtiyar maymun Kerchak, öfkeden deliye dönmüş bir hâlde kendi halkına saldırıyordu.

      Kabilesinin daha genç ve zayıf olanları, onun gazabından kurtulmak için büyük ağaçların yüksekteki dallarına kaçıştılar; yine dizginlenemez bir öfke krizine girmiş olan ihtiyar Kerchak’la yüzleşmektense ağırlıklarını zar zor taşıyan dallara çıkarak hayatlarını tehlikeye atmayı tercih etmişlerdi.

      Diğer erkekler dört bir yana dağılmıştı ama dağılırken de azgın canavar, köpükler saçan ağzındaki koca sivri dişlerini bir tanesinin boynuna geçirmişti.

      Talihsiz genç dişi; sıkıca tutunamadığı yüksekteki bir daldan kayıp yere, neredeyse Kerchak’ın ayaklarının dibine çakıldı.

      Vahşi bir çığlıkla genç dişinin üzerine atladığı gibi güçlü dişleriyle gövdesinden bir parça kopardı ve ağaçtan kopan bir odun parçasıyla kafasına, omuzlarına canice vurarak kafatasını tuzla buz etti. (Kafasına, omuzlarına canice darbeler indirdi.)

      Sonra Kala ilişti gözüne; küçük bebeğiyle birlikte yiyecek arayışından dönen dişi maymun, kuvvetli erkeğin öfke patlamasından bihaberdi. Arkadaşlarının onu uyarmak için attığı tiz çığlıklarla, birden tehlikeyi fark edip emniyetli bir yer bulmak adına delice koşmaya başladı.

      Ama Kerchak çok yakınındaydı; o kadar yakınındaydı ki ayak bileğini tam kapacakken Kala, bir ağaçtan diğerine -aradaki mesafeye aldırış etmeden- çılgınca atlayıp kurtuldu. Maymunların nadiren giriştiği, oldukça tehlikeli bir işti bu; tehdit diplerine kadar gelip de başka bir çıkar yolları kalmadığı sürece asla böyle bir şeye kalkışmazlardı.

      Atlayışı başarılı oldu ama annesinin boynuna korkuyla yapışan küçük yavru, ötedeki ağacın dalına tutunduğunda oluşan ani sarsılmanın etkisiyle daha fazla tutunamayıp fırlayıverdi. Annesinin gözleri önünde, döne döne düşüp dokuz metre aşağıya çakıldı.

      Üzüntü içinde feryat eden Kala, derhâl yavrusunun yanına koştu; gözü Kerchak tehlikesini görmüyordu artık. Fakat yavrusunun kemikleri kırılmış hâldeki ufak bedenini alıp göğsüne bastırdığında, o hayatını çoktan yitirmişti.

      Yere oturdu, yavrusunun cansız bedenine sarılıp inledi, inledi; Kerchak bile ona saldırmaya kalkışmıyordu. Aniden gelen şeytani öfke krizi, yavrunun ölümüyle birlikte yine aniden geçmişti.

      Kerchak kocaman bir maymun kraldı, ağırlığı muhtemelen yüz elli kilo civarındaydı. Alnı aşırı derecede dar ve basık; kanlı, küçük gözleri, kaba ve basık burnuna yakın; kulakları büyük ve inceydi ama yine de kendi türünün diğer üyelerine kıyasla küçük sayılırdı.

      Korkunç öfkesi ve müthiş kuvveti, onu yirmi küsur yıl önce doğduğu bu küçük kabilenin en tepesine taşımıştı.

      Şimdi gücünün zirvesindeyken gezindiği bu koca ormanın hiçbir yerinde, onun iktidarına karşı çıkabilecek tek bir maymun bile yoktu. Diğer büyük hayvanlar ona sataşmaya cesaret edemiyordu.

      Tüm vahşi hayvanatın içinde, ondan korkmayan tek hayvan Yaşlı Tantor adındaki fildi; Kerchak’ın korktuğu tek hayvan da oydu. Tantor hortumunu öttürdüğü an, koca maymun diğerleriyle birlikte yüksek tepedeki ağaçlara doğru kaçardı.

      Kerchak’ın demir yumruğu ve sivri dişleriyle hükmettiği insansı maymun kabilesi, her biri birer yetişkin erkek ile dişiden ve onların-yavrularından oluşan altı ya da sekiz aileyi barındırıyordu; sayıları ise toplamda altmış yetmiş maymun kadardı.

      Kala, kırık burun anlamına gelen Tublat adıyla anılan bir erkeğin en geç eşiydi ve yere çakılarak ölümüne şahit olduğu yavru, henüz dokuz on yaşlarında olan Kala’nın ilk yavrusuydu.

      Genç yaşına rağmen iri ve kuvvetliydi; çakı gibi zinde, muhteşem bir hayvandı. Yuvarlak ve geniş alnı, kendi türünün çoğunun sahip olduğundan daha ileri bir zekâya sahip olduğunun işaretiydi. Bu yüzden de bir anne gibi sevebilir ve hüzünlenebilirdi.

      Fakat yine de bir maymundu; goril ile yakın akraba olan ama gorilden daha zeki bir türün mensubu, iri, vahşi, korkunç bir hayvandı. Mensubu olduğu tür, goril kuzenleri kadar güçlüydü ve bu güç, zekâlarıyla birleşince türü, insanoğlunun dehşet verici ataları arasında en korkulanı hâline getiriyordu.

      Kerchak’ın öfkesinin yatıştığını gören kabile, ağaçlardaki sığınaklarından yavaş yavaş aşağı indiler ve Kerchak yüzünden yarım kalan çeşitli uğraşlarına döndüler.

      Küçükler ağaçların ve çalıların arasında oynayıp zıplıyordu. Yetişkinlerden bazıları, yeri kaplayan kurumuş ve çürümekte olan bitkilerin üstüne yüzükoyun uzanmış yatarken; bazıları da kopmuş ağaç dallarını ve çamur topaklarını kaldırıp altlarında, besinlerinin bir kısmını oluşturan küçük böcek ve sürüngenleri arıyorlardı.

      Bir

Скачать книгу