Скачать книгу

Lordu John Clayton, İngiliz savaş gemisine nakledilme isteğini dile getirmedi. Akşamüstünün sonlarına doğru, geminin üst kısımlarının da ufuktan silindiğini gördü. Gördü görmesine ama o sırada, en büyük korkularını haklı çıkaran bir şey de öğrenmiş ve daha birkaç saat önce emniyet, ulaşabilecekleri kadar yakındayken genç karısının güvenliğini sağlamasına mâni olan aptalca gururuna lanet etmişti. Ama nafileydi; o emniyet çoktan gitmişti ve geri gelmeyecekti.

      Akşamüstünün ortalarıydı; Clayton ve karısı geminin yan tarafında durmuş, büyük savaş gemisinin ardında bıraktığı izlerin yavaş yavaş silinişini seyrederlerken geçen gün kaptanın yere düşürdüğü ufak tefek, yaşlı denizci geldi. Yaşlı adam pirinç kaplamaları cilalıyordu ve yavaş yavaş Clayton’ın yanına kadar gelip kısık bir sesle şöyle dedi:

      “Kıyamet kopacak efendim bu gemide, bakın buraya yazıyorum. Kıyamet kopacak!”

      “Ne demek istiyorsun, azizim?” diye sordu Clayton.

      “Nasıl, olanları duymadınız mı? O kaptan denilen şeytan tohumuyla onun zabitlerinin, mürettebatın yarısının kafasını gözünü dağıttığını duymadınız mı? Dün iki kafa patladı, bugün de üç. Kara Michael kendine geldi, o buna asla katlanmaz, asla, işte buraya yazıyorum, efendim.”

      “Yani diyorsun ki mürettebat isyan başlatmayı düşünüyor?” diye sordu Clayton.

      “İsyan!” dedi yaşlı adam. “İsyanmış! Niyetleri cinayet, efendim, işte buraya yazıyorum.”

      “Ne zaman?”

      “Yakında efendim; yakında ama zamanını söyleyemem, zaten fazla konuştum. Ama siz geçen gün kıyak adam olduğunuzu gösterdiniz, ben de sizi şimdiden uyarayım dedim. Ama ağzınızı sıkı tutun, silah sesi duyduğunuz zaman da aşağı inin ve oradan çıkmayın.”

      “Hepsi bu, siz ağzınızı açmayın yeter; yoksa kaburgalarınıza sıkarlar, demedi demeyin efendim.” dedi yaşlı adam ve cilalama işine dönerek Claytonların yanından uzaklaştı.

      “Aman ne keyifli bir vaziyet, Alice!” dedi Clayton.

      “Kaptanı derhâl uyarmalısın John. Bela çıkmadan önü alınabilir belki.” dedi Alice.

      “Sanırım uyarmam lazım ama yine de bana ‘ağzımı sıkı tutmamı’ söylemelerinin tamamen bencilce de olsa bir nedeni var. Şimdi, ne yaparlarsa yapsınlar, şu Kara Michael denen adama arka çıkmama hürmeten bize dokunmayacaklar. Ama onlara ihanet ettiğimi öğrenirlerse bize merhamet etmezler Alice.”

      “Senin tek bir vazifen var John; o da otoritenin menfaatini korumaktan geçiyor. Kaptanı uyarmazsan sanki bu planı yapmaya ve uygulamaya kendi ellerinle yardım etmişsin gibi sonuçlarına da ortak olursun.”

      “Anlamıyorsun canım.” diye karşılık verdi Clayton. “Ben seni düşünüyorum; benim birinci vazifem bu. Kaptan bu belayı başına kendisi açtı; ben neden onu kendi gaddarca aptallığının sonuçlarından kurtarmak için, muhtemelen nafile olacak bir çaba içine girip de kendi karımın akıl almaz dehşetlere maruz kalmasını göze alayım? Bu haydutlar sürüsü Fuwalda’nın kontrolünü ele geçirirse neler olacağını anlamıyorsun canım.”

      “Vazife vazifedir John; ne kadar laf cambazlığı yaparsan yap, yine de bu gerçek değişmeyecek. Bir İngiliz lordunun basit bir vazifeden kaytarmasına bahane olursam ne sefil bir lord eşi olurum ben? Tehlikenin farkındayım ama seninle birlikte bu tehlikeye göğüs gerebilirim.”

      “Peki öyleyse, dediğin gibi olsun Alice.” dedi gülümseyerek. “Belki de boş yere vesvese yapıyoruzdur. Bu gemideki işlerin gidişatını beğenmesem de belki de o kadar vahim değildir. Muhtemeldir ki “Asırlık Denizci” olayların aslını değil de; kendi hınzır, yaşlı gönlünden geçenleri dile getiriyordu sadece.

      “Açık denizlerde isyan, yüz yıl önce yaygın bir durum olmuş olabilir ancak artık 1888 yılındayız, böyle bir şeyin olma ihtimali çok düşük.”

      “İşte bak, kaptan kabinine giriyor. Onu uyaracaksam bu nahoş işi hemen yapsam fena olmaz çünkü bu hödükle konuşmayı içim kaldırmıyor.”

      Ve böyle diyerek kaptanın girdiği güverte kapısına doğru rahat adımlarla yürüdü. Kısa bir süre sonra kaptanın kapısını çalıyordu:“Girin!” dedi huysuz kaptan, kalın sesiyle hırlar gibi.

      Clayton içeri girip kapıyı arkasından kapatınca kaptan:

      “Evet?”

      “Bugün kulak misafiri olduğum bir konuşmanın özünü bildirmeye geldim çünkü zannımca, önemli bir şey olmasa bile hazırlıklı olmanızda yarar olabilir. Özetle, adamlar isyan ve cinayet planlıyor.”

      “Yalan!” diye kükredi kaptan. “Yine bu geminin disiplinine müdahale ettiyseniz ya da sizi ilgilendirmeyen işlere karıştıysanız sonuçlarına da katlanın, canınız cehenneme. İngiliz lordu olup olmamanız umurumda değil. Bu geminin kaptanı benim, bundan sonra burnunuzu benim işlerime sokmayın.”

      Kaptan öfkeden öylesine deliye dönmüştü ki yüzü mosmor kesilmişti. Son kelimelerini avazı çıktığınca bağırarak söylerken söylediklerini vurgulamak için de koca yumruklarından birini masaya güm diye indirmiş, diğerini de Clayton’ın suratının önünde sallamıştı.

      Bunların karşısında Greystoke kılını bile kıpırdatmamış, olduğu yerde dikilip hırslanan adamı sakin bakışlarıyla izlemişti.

      “Kaptan Billings!” dedi sonunda, ağır ağır konuşarak: “Açık sözlülüğümü bağışlayın ancak şunu belirtmek isterim ki pisliğin tekisiniz.”

      Bunu demesiyle birlikte arkasına dönüp gelirken de sergilediği, o kendine has aynı rahat tavırlarıyla kaptanın yanından ayrıldı. Bu rahat tavırlarının, Billings gibi bir adamı bir hakaret yağmurundan çok daha fazla öfkelendireceğini elbette tahmin etmişti.

      Tabii, eğer Clayton onu yatıştırmaya çalışmış olsaydı kaptan bu pervasız sözlerinden pişman olacak kıvama kolaylıkla getirilebilirdi fakat şimdi durum böyleyken kaptanın öfkesi, Clayton’ın soktuğu kalıba öyle bir oturmuştu ki düzelmesi mümkün değildi. Ve böylelikle kendi ortak menfaatleri uğruna birlikte hareket edebilmeleri için son fırsatı da kaçırmışlardı.

      “Evet, Alice.” dedi Clayton. Karısının yanına döndüğünde: “Nefesimi harcamasam da olurmuş. Bu herif tam bir nankör çıktı. Kuduz köpek gibi üzerime atlayacaktı neredeyse. Onun da lanet olası köhne gemisinin de adı batsın, benden bu kadar! Bundan sonra, biz bu şeyden sağ salim inene kadar, tüm enerjimi kendi selametimizi sağlamaya sarf edeceğim. Ve zannımca bunun ilk adımı da kamaramıza gidip tabancalarımı yoklamak olacak. Büyük silahlarla mermileri aşağıya koyduğumuza pişman oldum şimdi.”

      Kamaralarını darmadağın bir hâlde buldular. Açılmış kutularından ve çantalarından çıkarılan kıyafetler küçük odanın her yerine saçılmış, hatta yatakları bile parça pinçik edilmişti.

      “Görünüşe göre, birileri eşyalarımızı bizden daha fazla dert edinmiş.” dedi Clayton. “Etrafa bir bakalım Alice, eksik bir şey var mı diye.”

      Sıkı bir incelemenin ardından, kaybolanların sadece Clayton’ın kendileri için sakladığı iki tabancası ve az sayıdaki mermileri olduğunu gördüler.

      “Keşke her şeyi alsalardı da onları bıraksalardı.” dedi Clayton. “Aldıkları tek şeyin onlar olması da hiç iyiye işaret değil.”

      “Ne yapacağız, John?” diye sordu karısı. “Tarafsız kalmamızın bizim için en iyisi olduğunu söylerken haklıymışsın galiba.”

      “Zabitler isyana mâni olabilirse

Скачать книгу