Скачать книгу

ağır gelen şeyin o kadar korkacak bir şey olmadığından bahisle madama teselli vermeye başladı. Ancak madam asla üzülmediği ve binaenaleyh teselliye ihtiyaç göstermediği gibi, Hasan tarafından gördüğü yardıma ne yolda teşekkür edeceğini bilemediğinden söz etmeye başladı.

      Madam İlia: “Efendim, siz beni yalnız eşime kavuşturmakla bekam33 etmeyi üzerinize almıştınız. Beni bir yerden kurtardınız ki orada, gerek manen ve gerek maddeten çektiğim eza ve cefalar içinde helak olup gidecektim. Âdeta canımı dahi kurtarmış oldunuz. Size her hâlde bir can borçlu kalacağım.”

      Kadının böyle “Can borçlu kalacağım!” demesi Hasan’a, yine derhâl haydut gemisindeki Korsikalıyı hatırlattı. Zira o biçare dahi denize atılmaktan kurtulduğu zaman “Arkadaş, sana bir can borçluyum.” demişti. Ancak Hasan bu meseleden Madam İlia’ya bir harf bile söylememiş olduğu gibi başa kakmak gibi olmasın diye ondan sonra da söylemeyeceği açıktır.

      Hava yaz olduğu ve ortalık gereği gibi sıcak bulunduğu cihetle, mevsimin gerçi bir hazzı yok idiyse de deniz üzeri yine serince ve hazlıca olacağı malumdur. Madam İlia ise güya kafes esaretinden kurtulmuş bir kuş olduğundan zaten yüreğinde türlü türlü sevinçler hissettiği gibi denizin elbette karadan ziyade olan letafeti de hislerine his katarak o kadar geniş nefesler alıyordu ki her aldığı nefesin âdeta hasta gibi bulunan kadıncağıza yavaş yavaş yeniden hayat verdiği açıkça görülüyordu.

      Ajaccio Koyu’ndan çıktıktan sonra ne tarafa gitmekte bulunduklarını Madam İlia, Hasan’dan sormuştu. “Marsilya’ya.” cevabına alınca kadıncağız derhâl kendisini toplayamayarak “Orada ne ümidimiz olabilir ki? İlia, başından korkmaktan Marsilya’ya gelebilir mi?” demiş idiyse de Hasan’dan “Orada da benim ümidim vardır.” cevabını alınca aklı başına gelip “Cenabıhak her ümit sahiplerinin ümidini gerçekleştirsin efendim. Ben birdenbire işin bu cihetini düşünememiştim.” diye özür diledi ve Hasan da kadıncağıza yeniden teminatlar vermekten geri durmadı.

      Madam İlia’nın, insana yalnız acıklı hâli tesir etmiyordu. Kadıncağızın gayet yumuşak görünüşlü ve masumane çehresiyle, yalvaran bakışları da birçok tesirlerden hali kalmazdı. Hele ta kocasının kaçmasından beri çektiği mihnetlerin kötü tesirleri olarak gül gibi benzi, yürekler paralayacak kadar nazarlarda çaresizlik ve dermansızlık tesirleri hasıl ederdi. İşte bu sebepten dolayı idi ki Hasan Mellah, kadına saatte kaç defa yeniden ümitler verirse kendisini o kadar başarılı sayardı.

      Gemi, pek hafif rüzgâr ile ancak saatte üç mil kadar mesafe katedebildiğinden henüz Ajaccio Koyu’ndan çıktıkları ve etraf ve eknaf34 hâlâ pek yakından görünmekte bulunduğu hâlde, Madam İlia zaten takatsiz bulunmakla ayak üzerinde duramayacak kadar yoruldu ve bir aralık güverte üzerindeki kanepelerin birisine oturdu ise de orada birkaç dakika soluk aldıktan sonra Hasan ile beraber birinci kamaraya indi.

      Geminin kamarası bir büyücek salon ve salonun sonunda, yani ta kıç üzerinde karşılıklı iki oda, bir hela ile salonun dış tarafında ve merdivenin alt sahanlığı yanında karşılıklı iki oda, bir büfe ve bir de sandık odası gibi bir şeyden ibaret ve fakat mükellef döşenmiş, müzeyyen idi. Merdivenden indikleri gibi Hasan Mellah, evvela bu odaları, büfeyi ve sandık odasını gösterdi ki odaların her birinde birer güzel yatak ve tuvalet takımları ve başka lüzumlu şeyler mevcut olup büfe ise çeşit çeşit içecek ve meyveler ile dolu ve sandık odası dahi duvarlara asılmış dört beş kat mükellef kadın elbisesi ve müzeyyen kadın şapkaları, birkaç çift kadın şemsiyesi, şalı ve bir deste kadın eldiveni vesaire ile mücehhez idi.

      Madam İlia: “Geminizde galiba kadın da var efendim?”

      Hasan: “Yok mu ya?”

      Madam İlia: “Henüz kendisiyle müşerref olamadık da onun için sordum.”

      Hasan “Biz kendisiyle müşerref olduk. Siz de olmak isterseniz şu endam aynasına bakarsınız.” diye bir büyük camlı dolabın kapısında bulunan aynayı gösterince kadın bu eşyanın kendisine mahsus eşya olduğunu anlayarak artık teşekkür etmeye dahi muktedir olamadı ve yalnız gözlerini semaya kaldırarak birbirini takip eden ahlar ile içinden bazı şeyler mırıldandı ki canıgönülden hayır dua ettiği simasından dahi anlaşılıyordu.

      Sonra büyük salona girdiler. Hasan “Burası da salonunuzdur ki gerek bendenizi gerek kaptanlardan ve sair memurlardan misafir kabul edeceğiniz kimseleri kabul edersiniz.” dedi.

      Madam: “Ben burada misafir de kabul edeceğim ha?”

      Hasan: “Acayip! Hüsn-i teveccühünüzü35 kazanabilen kimseleri kabul edersiniz efendim. Hatta biz ümit ediyoruz ki bu salonda bize ziyafetler dahi vereceksiniz.”

      Madam: “Ziyafetler de mi vereceğim?”

      Hasan: “Mürüvvetinizden ümitvar olmalı mıyım efendim?”

      Madam: (şiddetli bir göğüs geçirerek) “Allah mürüvvetiniz kadar saadetinizi arttırsın karındaşım! Ne diyeyim? Dilimden başka bir şey gelmiyor ki elimden hiç…”

      Hasan: “Hakkımdaki teveccühünüzle beraber, yüreğinizin rahatlığı benim için en büyük saadettir.”

      Nihayet kıçtaki daireye geldiler. O dahi mükellef döşenmiş ve yalnız bir odasına gayet güzel bir yatak konulmuş ve diğer odası ise oturmaya mahsus bulunmuştu. Bu odaya girdikleri zaman Hasan cebinden bir anahtar çıkarıp madama vererek:

      Hasan: “İşte bu da çekmecenizin anahtarıdır efendim.”

      Madam: “Çekmecem de mi var? Bakalım öyleyse içinde ne var.”

      Hasan: “Biz ne bilelim efendim. Mal sizin, açınız da bakınız.”

      Bu söz üzerine madam, Hasan Mellah’ın yüzüne bir manalı bakış ile baktı ve çekmeceyi açıp da içinden altın ve gümüş olarak tahminen dört, beş bin talerlik para çıkınca kadının hayreti bütün bütün arttı.

      Hasan: “İşte efendim, bu daire sizindir. Gemide bulundukça dairenize istediğiniz gibi tasarruf edersiniz. Karada da inşallah rahatsız olmazsınız.”

      Madam: “Himayeniz altında bulunan bir kadın nerede olur da rahatsız olur? Fakat efendim, benim için bu daire pek büyüktür. Merdiven cihetindeki odaların birisi bana çoktur bile. Bu koca daireyi istila edersem sizin rahatınızı bozmuş olacağım.”

      Hasan: “Hiç öyle değil. Benim rahatım sizin rahatınızla olacak.”

      Madam: “Benim de rahatım sizin rahatınızla olacaktır. Eğer rahatı arzu ederseniz bana istediğim odayı verirsiniz de siz kendiniz burada oturursunuz.”

      Hasan: “Kabul edemeyeceğim emirlerinizden birisi işte budur. Hiç, bir kadının dairesinde erkek bulunabilir mi? Siz tamamıyla serbest bulunmalısınız ki rahat edesiniz.”

      Madam: “Orası da ayrıca bir daire demektir.”

      Hasan: “Hayır efendim.”

      Madam: “Ama siz mutlaka rahatsız olacaksınız, ben de buna hiçbir şekilde razı olamam.”

      Madam İlia’nın böyle ısrar göstermesiyle kıç daire yalnız kendisinin olmak ve salonun dışında bulunan daire de Hasan’a kalmak üzere aralarında anlaştılar.

      Kamarada bu işler görülünceye kadar gemi de artık engine saldırıp kaptanların ikisi de kamaraya, çorbacılarının36 yanına inmişlerdi. Hasan bunları görünce “Tam da şimdi sizi ben davet edecektim. Efendiler, Madam İlia, çorbacınız Hasan Mellah Üçüncü Pavlos’un âdeta kız kardeşidir.

Скачать книгу


<p>33</p>

Bekam: Amacına, isteğine kavuşmuş, erişmiş olan kimse. (e.n.) 175

<p>34</p>

Eknaf: Yerler, yöreler, taraflar. (e.n.) 176

<p>35</p>

Hüsn-i teveccüh: Saygı ile övme, takdir etme. (e.n.) 177

<p>36</p>

Çorbacı: Mal sahibi, patron. (e.n.) 178