Скачать книгу

derecesinde ise ne âlâ. Yok, değilse nafile beni ve arkadaşım Giovanni’yi de affetme.’ dedi. Gerek Pavlos bu lakırtıyı söylerken ve gerek söyledikten sonra cellatlar işlerinden el çektiler. Sidi Osman, Sidi Hamdan ile baş başa verip yanlarında birkaç büyük adam daha olduğu hâlde bir hayli konuştular. Bir de baktım ki on on beş kişi dizilerin içine girip herkesi serbest bırakıyorlar. İşte o gün kesilen adamın miktarı yüz elliyi geçip hâlbuki sekiz yüzden fazlası kurtuldu. Bu sekiz yüz adamı ise yalnız Pavlos’un Sidi Osman’a olan dostluğu kurtarmıştı. Başımızı kurtarıp dönerken Pavlos’a ‘Canım, bu kadar adamı affetmeyecekleri ortada iken sen nasıl oldu da hepsinin affını rica ettin ve kendi affını dahi bunların affına bağladın?’ dedim. Sidi Osman’ın cömertliğini bilirim. Bana bir can bahşetmek lazım gelince birkaç bin canı dahi başkaca hediye etmekten çekinmez de onun için rica ettim.’ dedi. Bu kadar dostluğun ne zamandan beri ve nasıl olduğunu sordum. ‘Birkaç ufak alışverişimiz oldu.’ demesinden başka cevap vermedi. İhtimal ki aralarında daha büyük bir hâl olmuştur da bana söylemedi. Gördünüz mü efendim? Biz sizin pederinizden bu kadar büyüklük, bu kadar ihsan görmüş olduğumuz hâlde, şimdi size ettiğimiz hürmet, hürmet mi sayılır?”

      Giovanni’nin işbu hikâyesini Hasan Mellah’tan ziyade Giovanni’nin yetmişini geçmiş ihtiyar annesi büyük bir dikkatle dinleyip “Ah oğlum, o vaka pek fena bir vaka idi. Sen o zaman daha dünyada bile yoktun. Babanın ettiği iyiliğe bütün İspanya hayran kalmıştı.” dedi. Ve buna mukabil Pedro “Öyle ya, bir memlekete fuzuli hücum etmeye hakkaniyet razı olur mu? Mademki eşkıya tarzında hücum etmişler, Faslılar hepsini kılıçtan geçirseler haklı idiler. Şu hâlde dahi bir tabur eşkıyayı affettirmek, elbette bütün İspanya’yı değil bütün âlemi hayran bırakacak bir iyiliktir.” dedi.

      Bu hikâyenin Hasan Mellah’ı memnun edeceği ortadadır. Ancak Hasan, anlatılan hikâyede üzerine galeyan eden soylu kanının icabınca asla renk vermeyip güya büyükler için bu gibi büyüklüklerin çok görülmesinin icap etmeyeceğini hâl ve tavırlarıyla ima ve işrap22 etti.

      Giovanni’nin bu hikâyeyi anlatması üzerinden bir hayli müddet geçmiş idi. Yine bir akşam, yemekten sonra ailece salonda otururlarken kumpanyanın hâlinden ve hissedarlarından bahis açılmış ve Giovanni bir büyük levha getirip üzerinde bulunan beş resmi Hasan’ın gözlerinin önüne koymuştu. Biçare çocuk, bu resimler içinde en evvel merhum pederini tanıyıp bir ah çektiği sırada, resmi mütebessim bir yolda alınmış olan ihtiyar Pavlos’un nice iyilikler vadeden yüzünü görünce bir babası vefat etmiş ise diğerinin hayatta olduğunu anlayarak teselli buldu. Meğer bu levha Pavlos Kumpanyası’nı teşkil eden beş zatın resimlerini taşıyormuş. Hasan, Portekiz kıyafetli ve orta yaşlı iki adamın dahi resmini şöyle bir gözden geçirip nazarıdikkatini henüz tüysüz tüssüz olan ve levhanın kenar tarafına resmedilmiş bulunan bir genç çocuğa dikti ve bu çocuğun kim olduğunu Giovanni’ye sordu. Giovanni ise bunun Dominico Badia isminde bir çocuk olduğundan bahisle, birinci kitabın dördüncü bölümünde Pavlos’un gerek tahsili ve gerek çevirdiği fırıldaklara dair bizim kıymetli okuyucularımıza vermiş olduğumuz malumatı bütünüyle Hasan’a nakletti ve anlattı. Şu kadar var ki biz orada Pavlos’un, Fas’ta görmüş olduğu işleri biraz tez geçmiş olduğumuz hâlde, Giovanni işin bu cihetini dahi izah ederek ayrıntılarıyla anlattı. Dedi ki:

      Giovanni: “Bu çocuk hakkında verdiğim malumata galiba inanacağınız gelmiyor. Gerçi inanılacak gibi de değildir. Lakin sizi inanıp inanmamakta serbest bırakarak şunu da hikâye edeceğim. Her ne kadar bu hikâye biraz acayipçe görünecek ise de durumu saklamayıp söylemek benim için bir borç demektir. Çünkü Dominico Badia, bugün kumpanyamızın beşinci hissedarı yani beşinci derecede velinimetim ise siz üçüncü hissedarı yani üçüncü derecede velinimetim olduğunuz gibi babanıza ne kadar borçlu olduğumu size vaktiyle anlatmıştım. Hem ne hacet, bizi ticaret menfaati bu habisin maiyetine atmış ise de insaniyet vazifesi hatta beni ondan intikama bile mecbur eder. Efendim, bilmiş olunuz ki Fas’ta çıkan isyanın en büyük sebeplerinden birisi dahi budur. Bundan bir sene kadar evvel Fas’a gitmiş ve zaten ihtilale müstait23 bulunan mutaassıpları kışkırtmaya başlamış idi. Habis, sizden iyi Arapça bilir. Hatta mutaassıp Arapları daha iyi kandırmak için güya Hristiyanlığı terk ederek Müslüman dahi olmuştu. Babanız onu bir gün huzuruna çağırdı. Zaten ikisi bir kumpanya hissedarı olduklarından bahisle, böyle politika işleriyle uğraşmamasını tavsiye etti. Hâlbuki piçin, doğrudan doğruya babanız aleyhinde de suikastı varmış. Aklınca emlaklerinizi Yakup el Deca’ üzerine çevirtip Pavlos Kumpanyası’ndaki sermayesini dahi kendisi zapt edecekmiş.”

      Hasan Mellah: “Babamı öldürdükten sonra, öyle değil mi?”

      Giovanni: “Söylemeye dilim varmıyor ya… Bu hâli babanız da anladı. O hâlde dahi yine huzuruna çağırtıp mertçe nasihatler vermekten geri durmadı. Habis bir türlü bildiğinden şaşmayıp tam bizzat babanız aleyhinde olmak üzere Yakup el Deca’ ile birleşti. Konağınıza hücum etti. Dahasını ister misiniz? Gözümle görmedim ama vakadan sonra Fas’tan gelenlerin haber verişlerine göre babanızı eliyle vuran budur. Yakup el Deca’ pederiniz vefat ettikten sonra başını kesmiş!”

      Hasan: “Vay kâfir vay! Sonra?”

      Giovanni: “Sonrası mı? Vakanın üstünden on gün geçmedi. Bunların dahi fırkası aleyhine diğer bir fırka çıktı. Bunlar da Yakup el Deca’ ile beraber İspanya taraflarına kaçtılar.”

      Hasan: “Anladım, Pavlos’un konağına beni aramaya gelmişlerdi.”

      Giovanni: “Öyle ya, öyle ya! Lakin Pavlos’tan alacağını Giovanni aldı. Hiç Sinyor Pavlos kumpanyamızın yirmi seneden beri devamına çalıştığı namusunu ayaklar altına alıp da âleme karşı rezil mi olur? Bizim kumpanya eşkıya kumpanyası mı? ‘Ben senin zatını tanımam, bana yalnız bir ismin lazımdır. Sidi Osman şehit olduysa yerine oğlunun ismini yazdık.’ cevabını verdi.”

      Hasan: “Vay, demek oluyor ki bizi kaydırmayı teklif etti ha?”

      Giovanni: “Hayhay! Lakin avuçlarını yalasın! Hem onu Sinyor Pavlos bir tutuş tuttu ki kımıldanmaya mecal bırakmadı. Malum ya! Kendisi İspanya toprağında Dominico Badia namıyla yaşayamaz. Eğer sizin aleyhinizdeki fikrinden vazgeçmeyecek olursa kendisini hükûmete haber vereceğini bile söyledi. Onun için şimdi ismini değiştirip kumpanya ismini taşıyor ve kendisini herkese Pavlos tanıttırıp hatta İngiliz lortları gibi satın aldığı güzel bir kotra ile öteye beriye gidip seyahat ediyor.

      İşte, Giovanni, bizim mahut Pavlos hakkında Hasan’a şu malumatı vermekle Hasan daha o zaman Pavlos’tan intikama tam olarak karar vermişti. Ne fayda ki üçüncü kitapta görüldüğü gibi intikam alamadıktan başka babasının canını alan o hınzır kendi cananını dahi kapıp gitmiştir.

      Dördüncü Bölüm

      Hasan Mellah, Pavlos kasabasında birkaç sene oturup tam Fas tarafında sükût ve sükûnet yerleştikten sonra Pavlos namını alan Dominico Badia’nın intikamını sonraya bırakarak en evvel Yakup el Deca’ ile kozunu pay etmek arzusuna düşmüştü. Bunun için Giovanni’den şifahen fikrini sorduğu gibi, Cadiz’deki Pavlos’a dahi mektup yazarak görüşünü sormuştu. İkisi de bunu uygun bulmadılar. Ancak Hasan bir türlü arzusunu yenemeyerek bir gün kendi kumpanyaları gemilerinden Cadiz’e giden bir gemiye binip Sinyor Pavlos’a vardı. Onunla dahi şifahen istifsara24 başladı.

      Pavlos: “Oğlum, gerçi Fas’ta daha bir hayli emlakiniz var ki Yakup el Deca’ zapt etmiş. Fakat hınzır herif, Fas padişahına çattı. Sana bir fenalık ettirmek elindedir.”

      Hasan:

Скачать книгу


<p>22</p>

İşrap: Bir maksadı açıktan değil de, dolayısıyla gösterme. Kapalı surette anlatma. (e.n.) 140

<p>23</p>

Müstait: İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı. (e.n.) 141

<p>24</p>

İstifasar: İfade isteme, sorma, sorup anlama. (e.n.) 143