ТОП просматриваемых книг сайта:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат
Читать онлайн.Название Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-75-4
Автор произведения Ахмет Мидхат
Издательство Elips Kitap
Pietro: “Bende bir eski aba var, kamaradadır. Alonzo alsın da versin, başkasına karışmam. Hem de abayı iğreti veririm ha! Sonra bir kolayına baktığımız zaman abayı geriye alırım.”
Zerno: “Ben de iğreti bir pantolon vereyim.”
Alonzo: “Pekâlâ, Arap’ı bu gecelik bana misafir veriniz. Neyse biraz yedirelim, giydirelim de yarın her şeyin çaresine bakarız.”
Bu kararı cümlesi kabul ettiler. Alonzo aşağıya, kamaraya inip bahsi edilen eski aba ile eski pantolonu getirdi ki iğreti verilecek değil ihsan olunsa kabul edilemeyecek kadar eski ve mundar idiler. Bunları Arap’a giydirdiler. Alonzo kendi tarafından bir de kuşak çıkarıp herifin belini sımsıkı sardı. Bu hâlde alıp Arap’ı geminin lokanta tabir ettikleri mutfağına götürdü. Orada kaptanlar için iki çömlek kaynamakta olup miço dahi bir güvece kuru peksimet doğramaktaydı. Arap’ı ateşin karşısına oturttular. Kaynayan çömlekler içinde ne olduğu çıkan buhar kokularından anlaşılıyordu ki birisi kuru bakla, diğeri de kuru fasulye idi.
Alonzo, Arap’ın yanından ayrılmayıp kâh Arap’a başından geçenleri hikâye ettiriyor kâh kendisi arkadan gelen sekiz on atlıyı görünce kurt avını kaparcasına nasıl Arap’ı kapıp getirdiklerini hikâye ediyordu.
Bir aralık Alonzo’nun gözü miçonun doğradığı peksimetlere ilişip “Ha, bak, iyi ki aklıma geldi. Şu çömleklere biraz ziyadece su koy. Ben de sana iki peksimet vereyim de beraber ıslat. Artık bu akşam misafire bir ziyafet çekelim.” dedi. Ve miço bu teklif üzerine biraz mırıldandıysa da Alonzo yine “Kaptanlar darılmaz. Benim bugünkü hizmetlerim üzerine benden bir miktar bakla suyunu esirgemezler.” diye peksimet almaya gitti.
Bunların şu sohbetinden Arap anladı ki kaynamakta bulunan fasulye ve bakla reislere mahsus olup miço ise bu gibi şeylerin yalnız suyuna peksimetini haşlamakla faydalanıyor. Lakin malumatını biraz genişletmek için şöyle bir sual sordu.
Arap: “Tayfaların yemeği nerede pişer?”
Miço: “Tayfaların yemeği mi? Tayfaların yemeği mi olur?”
Arap: “O nasıl lakırtı?”
Miço: “Nasıl lakırtı olacak, tayfalara kuru peksimet, miçoya ıslanmış, kaptanlara da yemek pişer.”
Bu aralık Alonzo elinde iki peksimet olduğu hâlde geldi. Peksimetleri miçoya verip yine Arap ile konuşmaya başladı. O zaman Arap’ın sualleri üzerine Alonzo bu gemide bulunan hırsızların aylığı, yıllığı olmadığını ve her ne çalınırsa üç pay edilip, bir payı bir reise, diğer payı diğerine verilerek, üçüncü paya dahi bütün tayfaların ortak olduğunu ve şu hâlde tayfaların kendi paralarıyla peksimet alarak onu yediklerini ve kuru peksimet yedikleri hâlde yaşayamayıp daima kaptanlardan borç aldıklarını ve peksimeti ıslatarak yemenin miçoya mahsus bir saadet olduğunu etrafıyla anlattı.
Arap bu malumatı ne nazarla karşıladı, orası malum değil ya! Fakat ilk akşamlık olsun yiyeceği peksimetin, kıpkırmızı bakla suyuyla haşlanmakta olduğunu görünce biraz memnun olmuş bulunması lazım gelir. Şu kadar var ki kaynar suda haşlanmış olan böceklerin suyun yüzüne çıkması biraz mide bulandıracak hâlde idi. Miço bunları kepçe ile düşürüp itfa, ihraç edebildi.
Hasılıkelam Arap biraz ısınmış olduğu gibi yemek dahi hazırlanmış bulunduğundan ikisi beraber kalkıp Alonzo’nun yerine gittiler.
Alonzo’nun yeri geminin baş altı olup kaptanlar adamın akıl ve görüşlerinden daima etmekte bulundukları istifadeye mükâfat olarak oraya başka kimseyi koymazlardı. Çünkü baş altının ön tarafı kapalı olarak âdeta kamara gibi bir hâlde idi ki tayfaların bazısı ambarda, bazısı lokanta kulübesinin altına sokulup köpek gibi orada yatmaktaydılar. Alonzo bir yelken parçasını yere serip ikisi birlikte üzerine oturdular ve “Buyurun!” teklifiyle yemeğe başladılar.
Arap bir lokma alınca baklanın peksimet ile karışmış olan fena kokusu midesini bulandırıp hemen ağzından lokmayı çıkardı, attı. Alonzo bunu görünce “Zarar yok sidi, zarar yok. Yarın akşama kadar alışırsınız.” dedi. Ve kendisi harıl harıl yemeye başladı.
Arap, Alonzo’nun “sidi” tabirine ilişti ve “Bana sidi demekte mana ne? ‘Arkadaş’ diye hitap etsen olmaz mı?” deyince Alonzo bıyık altından bir tebessüm ederek: “Canım, demincek Arap değil miydin ya? İsmim Hasan’dır demiştin. İşte bu doğru sözünü kabul ettiğim için sidi dedim.” dedi, yine yemeğe devam etti. Fakat Arap’ın yüzü bir saniye içinde esas hâlini aldı.
Gerçi Hasan yemekten elini çekti ama hemen yirmi saate yakın aç bulunmak hasebiyle mutlaka bir şey yemek istiyordu. Alonzo’ya “Bana biraz kuru peksimet verir misin?” dediğinde, Alonzo “Senin peksimetini buraya kırmış olduğum hâlde tekrar peksimet vermek bizce fedakârlık addolunursa da ben senden peksimet değil, canımı bile esirgemem.” diye çıkarıp bir peksimet daha verdi ve “Vallahi başka yiyecek bir şeye malik olsam verirdim.” diye evvelki lakırtısını bir daha söyledi.
Arap bu peksimeti dahi kabul etti. Lakin Alonzo’nun riyakârane sözlerini kabul etmek istemeyerek “Beni kaldırıp denize atsalar arayıp soranı olmayan bir adam iken senin bana söylediğin sözleri alaya yoruyorum. Rica ederim bana bu alayları etme!” dedi. Fakat Alonzo garip tebessümlerini tekrar ederek “Şimdi herkes ayakta, sonra konuşuruz.” diye yine peksimet haşlamasını yemekle meşgul oldu. Hatta dedi ki: “Bak senin sayen ne kadar büyüktür ki bu akşam ben peksimeti kuru kuruya yemeyip bakla suyuyla haşlanmış olduğu hâlde yiyorum.”
Alonzo söylediği lakırtıları pek ciddi bir tavırla söylemekte olduğundan Arap artık bunları alaya yoramayarak, bu gibi sözlerin hâl ve mevki icabınca bir faydası olmadıktan başka zararı da olduğunu dikkate alarak sözü değiştirmek istedi:
Arap: “Bu gemi kimin malıdır? Şu, bugün senin yanında olan iki kaptanın malı mı?”
Alonzo: “Evet, onların malı.”
Arap: “Nerede yaptırmışlar? Çünkü güzelce bir teknedir.”
Alonzo: (yine garip bir tebessümle) “Yaptırmamışlar efendim, hazır almışlar.”
Arap: “Kimden?”
Alonzo: “İşte, hikâyenin bu ciheti fena ve gariptir ya… Efendim, bu tekne bir tüccarın malıymış. Bizim kaptanlar Pietro ve Zerno dahi bunun tayfalarından imişler. Bunlarla bir de Rum arkadaşları korsanlığa karar vermişler. Bir paskalya günü tayfanın ekserisinin karaya çıktığını fırsat bilerek içinde kalan bir iki kişiyi kestikten sonra demir alıp denize açılmışlar. Hareketleri Trieste’dendir. Sonra bu sulara gelmişler. Kaçak filan, kime rast geldilerse arkadaşlığa almışlar. Nihayet üç ortak pay hususunda uzlaşamamışlar. Pietro ile Zerno bir gece Rum’u birisi başından, diğeri ayaklarından yakalayıp denize atmışlar. Ondan sonra gemi ikisine kalmış.”
Arap: “Tuhaf şey be!”
Alonzo: “Ne kadar tuhaf derseniz deyiniz. Bir tuhafı da şu ki, şimdi kaptanlarımızın odaları birer demirli varil gibidir. Zira birbirine emniyet edemiyorlar. Gece yataklarına girdiler mi kapıları kapayıp öyle yatarlar ki artık hangisi diğerine kastetmiş olsa kapısını açıp da bir iş görmeye muvaffak olamaz. Gündüz de daima silahlı bulunurlar.”
Herif bu malumatı o kadar safça ve laubalice veriyordu ki, âdeta dünyada bu yoldaki geçimi dahi pek muvafıkmış gibi anlatıyordu. Yemeğini yiyip bitirdi. Sonra Arap ile beraber güverte üzerine çıkarak biraz gezindiler. Gemi enginde cayır cayır gidiyordu. Alonzo tayfalardan rast geldiği birkaç adama kaptanları sordu. Birisi yattığını, diğeri dahi yatmak üzere