ТОП просматриваемых книг сайта:
1001 Kelime 1001 Hüzün. Yasin Topaloğlu
Читать онлайн.Название 1001 Kelime 1001 Hüzün
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-61-7
Автор произведения Yasin Topaloğlu
Издательство Elips Kitap
Kaçmak, diliyle davet ettiği bu berzahtan kurtulmak imkânı yoktu. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 359)
Demek ki Türklere karşı bütün Ortodoks evliya artık seferber olmuşlardı. Bu, Bizans âlemi için büyük bir beşaretti.(M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 65)
Ertesi gün Migurski talimden geldiği vakit eskisi gibi hafif adımlarla kendisini karşılamaya gelen karısının yüzünde başka bir beşaşet görmekle hem sevindi hem şaştı. (Lev Tolstoy, “Niçin?”, s. 145)
O sırada bütün şark hududu imtidadınca bir hercümerç, beşeri bir meddücezir vardı.(M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 287)
Ne kadar yazık ki, pek münevver olduklarını ve beşeriyetteki fikir hareketleriyle yakından alakadar olduklarını iddia eden bazı yazıcılarımız, eski Türklerin sabun bilmediklerini iddia edecek kadar tarihten gaflet gösteriyorlar. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 182)
Bütün bir halkın kararından daha akilane bir şey aramak beyhudedir. Bununla beraber gençlerin kendiliklerinden yapacakları bu küçük tenezzühten sultanın intikam almakta gecikmeyeceğini bilirsiniz. (Nikolay Vasilyeviç Gogol, “Taras Bulba”, s. 50)
Geçirdiğim balayı bidayette beni mesut ediyor gibi idi. Fakat çok geçmeden bu hayal suya düştü. Bununla beraber bir ay için olsun dişimi sıktım. Bu esnada utanma ve can sıkıntısı ile fenalıklar geçiriyordum. Çok geçmedi ruhumu, yeis ve ızdırap kapladı. (Lev Tolstoy, “Kreutzer Sonat”, s. 48)
Cinayet, ipek ve sırmalar arasında upuzun yatıyordu, cani de medhuş ve bihuş kendi eserinin önünde diz çöküp oturuyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 269)
Türk diyarının nakesler elinde bikes kalmasını fırsat tutarak meydana atılmıştı ve daha ilk hamlede binlerce, binlerce kese akçeyi dercep eylemişti. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 116)
Mütenekkir imparator, müsellah hizmetçinin kendisini zorla götürecekmiş gibi görünmesine ve hareketini çabuklaştırmak isteyişine bilaihtiyar güldü. Kim olduğu bilinse o memleket, taşına ve toprağına kadar ayağa kalkardı. Şimdi uşak gönderip de kendisini huzura çağıran Hızır Hoca hakikati bilse gönderdiği şu uşaktan daha miskin tavırlar alıp ayaklarına kapanırdı. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 136)
Tartaren onların durmadan kendisine baktıklarını gördü. Bilhassa karşısında olan bir tanesi gözlerini ona dikmiş ve yol boyunca gözlerini gözlerinden ayırmamıştı. Kadın örtülü olmakla beraber iri sürmeli çekik gözlerinin parlaklığı, örtünün altından vakit vakit görülen zarif bileklerdeki altın bilezikler, her şey, sesinin ahengi, hemen çocukça denilecek kadar zarif baş hareketleri, bunların altında genç, güzel, şayan-ı perestiş bir şeyler olduğunu anlatıyordu. Bedbaht Tartaren nereye saklanacağını bilmiyor, bu güzel Doğulu gözlerin sessiz nevazişi onu şaşırtıyor, tahrik ediyor, öldürüyordu. Harareti basıyor, sonra üşüyordu. (AlphonseDaudet, “Taraskonlu Tartaren”, s. 69)
Onun liyakati ve içtimai basiretkârlığı değilse bile ahlaki ciheti benden daha dakik idi. O zaman bana kin hissinden başka bir şey vermeyen ve bende o kadar acı bir istihkar hissi uyandıran bu fısıltı hâlindeki nasihatleri o kadar çok reddetmemiş olsaydım bugün daha iyi binaenaleyh daha bahtiyar bir insan olurdum.(Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 184)
Hâlbuki o, Kinleri Sunglara ezdirmekle binnefis Sungurların da zayıf düşmesini ve kolay hazmolunacak yumuşak bir lokma hâline gelmesini istihdaf ediyordu. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 217)
Anlaşma bu şekilde bittikten, antlar içilip kararlar katileştirildikten sonra Yuvanis hem fikrî hem kalbî bir muahede demek olan uzlaşmayı bir buseyle mühürlemek istedi. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 179)
Bu bürudet ve husumetin, bizim için normal bir hâl olduğunu başlangıçta anlamadım. Çünkü şehvetimiz uyanınca onlar uyuyor, aramızda ne bürudet ne husumet kalıyordu. (Lev Tolstoy, “Kreutzer Sonat”, s. 49)
c ç
Fena hâlde yaralıyım. Hizmetçimin cebren girmeyi tasavvur ettiği bu şatoda bulunmaktansa geceyi açıkta geçirmeyi tercih ediyorum. Şato, uzun, zamanlardan beri hakikatte olduğu kadar Mistres Radcliffe’in hayalinde de melankoli ile büyüklüğünü cem etmiş ve çatık çehresini Apenin Dağları arasında yükseltmiş binalardan biridir. Bütün görünüşlere nazaran burası son zamanlarda muvakkaten terk edilmiştir. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 170)
Kız, olsa olsa, sarayda seçkin bir mevki ister veya istetirdi. Hâlbuki Tevekkül Hanım, ulu orta ve ceffelkalem, Sahipkıran Timur Han Hazretleri’ni kocalığa layık bulmuyorlardı. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 136)
Bir beni sevdiğini söylemesi kaldı. Muhakkak beni seviyor, ben de bunu biliyorum. Bana karşı kayıtsız görünmek için ne kadar cehdetse nafile, bu kanaatimi değiştiremez. (Lev Tolstoy, “Katya”, s. 33)
Küçük sipahi bu şanlı melhamede yoldaşlarına âdeta kılavuzluk etmişti, hep önde yürümüştü. Kara Mehmet Paşa ise en ünlü babayiğitleri imrendirecek celadetler gösterip düşmana kan kusturmuştu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 377)
Kara Mehmet, barutun pek ıslak olduğunu söylemeye lüzum görmedi, yalnız bu mevzu üzerine Terez’in de dikkatini celbetmekle iktifa etti. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 115)
İki gün süren yolculuğunu, deniz sakin olduğu hâlde, Tartaren tek başına hep kamarasına kapanmış olarak geçirdi. Çünkü ne zaman güvertede görünse başının belası deve gülünç ve lüzumsuz cemilekârlıklarıyla olmadık işler yapıyor ve onu bizar ediyordu… Bunun kadar bir kimseyi rüsva eden bir deve hiç görülmemiştir.(Alphonse Daudet, “Taraskonlu Tartaren”, s. 126)
Cemiyetin diğer efradına gelince onlar safdilce korkularını saklamak için hakikaten hiç cebrinefs etmediler. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 155-156)
Sunglarla uyuşarak Kinleri alt yandan da çember içine almaya savaşıyordu. Her türlü tereddütlerde beraber gene Çinlileri boyunduruk altında tutan Kinleri ezmek Sungların da emeli, millî emeli idi. Cengiz’in o emele müzaheret eder görünüşü Cenubi Çin’de bayramlar yaratmıştı. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 217)