ТОП просматриваемых книг сайта:
1001 Kelime 1001 Hüzün. Yasin Topaloğlu
Читать онлайн.Название 1001 Kelime 1001 Hüzün
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-61-7
Автор произведения Yasin Topaloğlu
Издательство Elips Kitap
Bir kıtadan başka bir kıtaya geçerek Türk ordularının kılavuzu olmak!.. İşte üç delikanlıyı şevke ve hatta raksa getiren ruhi amil buydu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 11)
Fakat biz ikimiz de bunların sonra da olabileceğini, düğünümün doğum günümden iki hafta sonra çeyizsiz, davetsiz, yemeksiz, şampanyasız, garsonsuz hatta bir düğünün ananevi evsafından azade, sessiz ve habersiz yapılmasında ayak diredik. (Lev Tolstoy, “Katya”, s. 50)
Nitekim bu kaidenin kabulünden biraz sonra, onun her ata binip bir gezintiye çıkışında yahut camilere gidişinde binlerce arzuhâl sunulmaya başladığından kendisi de ve bu işten bir hayli kazanç elde edeceğini uman Şemsi Paşa da vazgeçmek zorunda kaldı.(M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 184)
Benderli Selim Paşa gibi ceri,cesur ve pek gözlü bir zat benim makamımı işgal etmelidir ki, ocağın yıkılması, kazanın devrilmesi asanolsun! (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 267)
Apansız unutulmuş bir hatıra, topu bir kere işitmiş olduğum yabancı bir isim, hasılı pozitif ve tehditkâr bir ihtimal kalbimi delip geçer; sonra en ufak bir emniyetin avdetiyle bu keskin ızdırap kendiliğinden zail olur, bir dakika sonra ise bir sarahatin alevli canlılığı tekrar yaşamaya başlardı. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 97)
Hayatın ulu yaratıcısı, azamızda yalnız birini kendisi için ayırmıştır. O da başlıca uzvumuz olan kalbimizdir. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 70)
Aşk, güzellik meleklerinin yüreklere taktığı bir kanattır. Âşıklar bu kanatla uçarlar, Tanrının arşına kadar yükselirler. Aşk, ilahi bir efsundur. Göze cila verir, dile talakat verir, kalbe genişlik verir, ruha azamet verir. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 111)
b
Bilhassa duygularınızda tabii ve bir köylü saflığıyla hareket ediniz. Uğraşmanıza ne lüzum var? Mütehassis olmanız kâfi değil mi? Hassasiyet hilkatin hayran olunacak bir bahşayişidir. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 94)
Kara Mehmet bu acıklı tahattur üzerine yanık bir hevese kapıldı, gene denize açılmak ve Gülbeyaz’ı bulduğu noktaya kadar gidip orada, kısa sürmüş bahtiyarlığının beşiği başında ruhi bir hasbihâl yapmak istedi, hızlı hızlı yürüyerek Yemiş’e indi, bir kayığa atladı, çala kürek hedefine doğru yol almaya başladı. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 171)
Büyük bir sıkıntı geçiriyor ve bariz bir surette hissediyordum ki onunla benim aramda kati bir mübarezeyi andırır, bilmem nasıl pek ağır bir şeyler geçiyordu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 209)
Keskin bir acı asabımı dolaştı. Lakin selamet anı gelmişti. Elimin bir hareketiyle beni kurtaranlar gürültü yaparak kaçtılar. Azim ve sükûnla ve basiretkârane bir hareketle sürünerek bağların içinden ve bıçağın altından çıktım. Şimdiki hâlde serbesttim! (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 147)
Sahnenin, gün doğup da zulmet ortadan silininceye ve delikanlının idraki basübadelmevt sırrına ererek yeniden hayat buluncaya kadar devam edeceğine şüphe yoktu. (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 111)
Bu ani intiba beni yavaş yavaş tenvir edeceğine gerek onu ve gerek kendimi ne kadar anlamamış olduğumu bana yarım saniye içinde gösterdi. Bu, bir bakıma son günlerin keşiflerini tamamlayan, onları nevumma bir bedahet demeti hâlinde toplayan ve sanırım hepsini birden izah eden son bir ilham gibi bir şey oldu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 77)
Bundan bir müddet sonra, muvakkat bir cesaretsizliğe düştüğü zamanların birinde -ki o zamanlar bile bile sözlerine hırçın bir adavet çeşnisi verirdi- bir gün bana şöyle dedi: “Bu yüzden kendimi bedbaht edeceğimi sanırsan aldanırsın. Er geç bir gün beni severse ne âlâ! Mesele yok. Aksi takdirde…” Sustu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 86)
Timur, Semerkant’ta dinleniyordu. Vaktiyle bir harabe olarak eline geçen bu eski şehir, şimdi çok şen ve çok ruşen bir yer olmuştu. Saraylar, camiler, silah ve kâğıt fabrikaları, medreseler bedii ve muhteşem bir yükselişle payitahtı süslüyordu. Şehrin dört köşesinde birer bahçe vardı ve bunlar, ihtiva ettikleri zarif tarhlarla, renk renk havuzlarla, top top çiçekleriyle bütün Asya’nın en güzel gülşenleri olmak şerefini kazanıyorlardı. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 112-113)
Çünkü artık benim gerek servetim gerek terbiye ve tahsilim için behemehâl yanımda bulunması lazım geliyordu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 42)
Zavallı behtiçinde ve garip bir durumda yutkunup duruyordu, ikinci gülle o hayreti de tarumar etti. Hüseyin’in eli şuursuz bir hareketle sürahiyi yakaladı, gene şuursuz bir tehalükle kadehi doldurdu ve ağzına götürdü. Somurtkanlığını muhafaza eden Nakilci, onun bu şaşkın tutumunu geniş bir tebessümle alkışladı. (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 97)
İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği; söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı, retorik; konuyu bütün yönleriyle kavrayarak hiçbir yanlış ve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum gerektirmeyen, yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı.
O birer birer sayılan kaburga kemikleri, çeliktendi. Zaten etine yapışıp kalan oklar da bu lagar görünen vücudun pek mukavemetli bir hamurdan yapıldığını acıklı bir belagatle gösteriyordu. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 10)
Ondan sonra günümü ne ile dolduracaktım; her dakika benden bir parçası artık ayrılıyor gibi olan bu hayatın herhangi bir suretle olursa olsun geçmesiyle nevumma alakadar olmadığım için çepeçevre hendeklere hâkim olan parmaklığa gidip dirseklerimi dayadım ve böylece bilmem ne kadar zaman tam bir belahet içinde hiçbir şey düşünmeyerek orada kaldım. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 234)
Tornacı Ömer, başlı başına bir beliye olmakla beraber, Nakilci’ye nispetle ikinci derecede sayılan zorbalardandı. Birçok işlerde ondan öğüt alırdı, onun emriyle hareket ederdi. (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”,