Скачать книгу

meçhul çölün bahşettiği korku, Çin göçebe şairini harbe gidiş hengâmesinde şöyle söyletirdi:

      Araba ling ling ses verir, siyau siyau diye soluk alır… Askerler yanlarına yay ve oku asıp giderler. Analar, atalar, çoluk çocuklar, asker safları içinde karmakarışık koşarak bunları uğurlarlar. Salıvermemek istiyorlarmış gibi bunların eteklerine sarılırlar.

      Çitler memleketinde olan kışı da şöyle tasvir ederler:

      Beşinci ayda hâlâ Tiyenşan üzerinde kar erimedi;

      Bu kadar sert bir iklimde bir çiçek bile görünmez.

      Şafak atar atmaz, çan veya davul sesine kulak vererek harp etmeli, geceleri eyer üstünde uyumalı…

      Askerler ancak Gobi kumlarında tozacaklar.

      Bu vahşet uyandıran çölde göze görünen bir şey varsa o da gökte asılı hilal şeklindeki aydır.

      Orada şebnem kılıç ve canlılar üzerinde belirir.

      Uzun bir müddet Türk muharebesindeki erini bekleyen bîçare canlı kadın da şu şekilde ümitsiz feryadını haykırır:

      Sarı toz bulutlarının çevrelediği şehre yakın, kargalar geceyi geçirmek için toplanır. Gak gak diye ötüşüp birbirlerini çağrışarak uçup dönerler.

      Savaşçının karısı tezgâhı başında oturmuş ipek dokurdu:

      Güneşin son ışıklarından hâsıl olan kızıl perdenin ardından, kendisine kuzgun sadaları gelir.

      Kadın mekiğini durdurur. Daima beklediğini çaresizlikle düşünür;

      Sessiz bir şekilde tek başına uyuduğu yere çekilir. Üzüntüden gözyaşları gözlerinden yaz yağmuru gibi dökülür.

      Arap ediplerinden Cahiz, Türklerin Faziletleri79 adlı eserinde Türk savaşçılarını vasfeder;

      “Bunlar at ve süvari sahipleri olup atlar üzerinde askerleri devrettiği gibi hamle ve deveranda mahir olduklarından bir kâtip nasıl yaprak çevirirse askerleri dahi düşmanı öylece çevirerek tarümar ve saç gibi darmadağın ve yerle bir ederler. Pusu ve öncüler ile zamanın hâkimi bunlardan olduğu gibi, namlı günler, büyük muharebeler, sancak ve davullar ve çanlar, bölüklerin sahipleridirler. Elbisede, silahta idrakte ve hayvanlarının kuvvetinde ayak patırtıları, at kişnemeleri, rüzgârın elbiselerden çıkardığı sedaları ve hayvanını sürmesinden kaynaklanan avaze, muharebede arayan olup aranan olmamak bunlara mahsustur.

      İranlılar “Turan Eli” dedikleri Türkistan’ı Çinlilerden daha az bilirlerdi. Birkaç kere Ceyhun’u geçtikleri Turanlılardan Soğd ülkesini aldıkları hâlde Seyhun’u geçip asıl Türkistan’a girememişlerdi. Çin’de Hiung-Nuların olduğu gibi İran’da da Turanlıların çitleri var idi. Bunlar gâh galip ve gâh mağlup oldukları hâlde egemenlik altına girmemişlerdi. Saka, Massagetler, Hyrkania (Mazenderan), Soğd sınırlarında çatışmalar olmadığı zamanlarda, yine kendi cinslerinden Yue-ti ve Ti-luların Çinlilere ettikleri gibi Part ve İranlılara ücretli askerlik ederlerdi. Fakat çitlerin öte yanı, asıl memleketleri meçhul, karanlık, nüfuz edilemez bir hâlde kalırdı. Eski tarihçiler Romalılara karşı gayet maharetli silah kullanan İran süvarilerinin Türk askerinden ziyadesiyle korkarak gizlendiklerini tamamen tarafsız bir şekilde hikâye ederler. Milâdî V. asır (hicretten iki asır önce) tarihçilerinden Faraplı Lazar, İran şehinşâhı Firuz’un Turan İli’ne savaş için hazırlık emrettiği zaman askerin: Bizi Eftalitlere karşı gönderip telef ettirmekle İran ve İranlılara ebedî bir utanç hâsıl etmekten ise hepimizi oraya gitmeden idam etmek daha ziyade uygun olur, diyerek yakındıklarını beyan etmiştir. Ve hakikaten bu seferde Firuz pişmanlık kadehini içmiştir.

      Yine Cahiz, rakibe tahammül bahsinde der ki: “Eğer Fars, Irak ve başka kuvvetler bir şahısta birleşse bir Türk’e kâfi gelemez. Türk uzun emellere meyilli olmayıp ancak gazalarda tecrübe ettiği ve yanından geçen hayvanı geçirmeyen ve bu hususta fevkalade gayret eden hayvanını alıkoyar. Türk; çoban, seyis, bakıcı, baytar ve süvaridir. Her bir Türk sanayide başkasına muhtaç olmayacak kadar mükemmeldir. Eğer Türk, başka Türk askerleri arasına giderse ötekileri on mil yol aldığı hâlde o yirmi mil gider. Zira askerden ayrılarak uçanı kaçanı avlamak için sağa sola ve dağların zirvelerine çıkar ve vadilerin diplerini altüst eder.

      Âliye kabilesinden bir adam Ebayezid et-Tâî’yi aslanı vasfetmekten alıkoydu. Zira bu vasıf yiğidin acımasını azaltır ve korkakların dehşetini artırır. Türkleri ise aslan olarak vasfetmektense niteliklerini söyledi. Said’in rivayetine bakarak Türklerden bir kısım Yezid bin Hamza, İbn Derkü’l Haricî’nin memleketini istila ettikleri zaman Hamza halkın ileri gelenleri arasında ashabına dedi ki: Size karışmayanlara yol açınız ve onlara taarruz etmeyiniz. Nitekim size ilişmedikleri gibi siz de onlara ilişmeyiniz, demiştir. Bu cümleyi, Arabî, Horasanî olan Sa’d bin Askî’ye ihbar, hatta bu görüşte bulundu. Yezid bin Mezid, Türklerin Velid bin Tarif Haricî’yi katlettikleri vakayı hatırlatarak Türk’ün ahvalini bir nebzecik nitelendirerek der ki: Türk varlığının canlılar ve arz üzerinde bir yükü yoktur. Bizim süvariler önünde bir şey görmediği hâlde o arkadan gelecek şeyi bilir. Süvarisi bizi av, kendisini aslan ve atını ceylan sayar. Ve elleri bağlı olduğu hâlde kuyuya atılırsa bile hile yapmaksızın kurtulur. Hile olmaksızın cümlesinin ömürleri azalsa bizi uzun uzadıya düşündürürler. Şimdi Türkler, gasbederek, yeterince, kolaylıkla sahip oldukları mülkü tercih ettikleri gibi, yemekleri av, ganimetten ibaret olmasını isterler. Hayvanlar üzerinde gerek talip, gerekse matlup olmasıyla firar etmezler. Semame bin Eşres’in nakline göre: Türk korkmaz, korkutur, açgözlülük edilmeyecek yerde tamah etmez ve elde etmedikçe talepten el çekmediği gibi bir kez bile haddi aşmaz. Bununla birlikte elinden gelen bir işte esir ve emir ile zahir ve bâtınını tamamıyla elde edinceye kadar gayret ederse de elinden gelmeyecek işte ısrar etmez, nefsine menfaati olmayacak şey ile de meşgul olmaz.

      Fevkalade yorgun olmadıkça uykuya dalmadığı gibi uyusa dahi ağır olmayıp daima kuşkulu ve uyuklamaktan, sağlıklı bir uyanıklıkla yatar. Eğer ki bunların kabilelerinde peygamber ve ülkelerinde bilgin ve filozoflar olsa Basralıların edebini, Yunanlıların hikmetini ve Çin ehlinin sanatını tahsil edecekleri şüphesizdi.

      Yine Cahiz şöyle diyor:

      Eğer silahtan kaçınıp muharebeye niyet ederlerse tabii ki nefislerini koruma ve askerlerini sağlamlaştırma ve himaye ve korunma gereği ile müdafaa ederler. Ve yine gayretlerinin çokluğundandır ki: Bunlardan fırsat beklemek veya hile yapmak düşmanlarının hatırına bile gelmez.

      Semâme’nin bildirdiğine göre: Türk ellerine esir düştüğüm zaman ikram ve lütuflarını ve eşyalarını pek mükemmel gördüm. Bu Semame bin Eşres, Arap olduğu için Türklere ait görüşlerinden dolayı kendinden şüphe olunamaz. Ben sana Türklerden gördüğüm tuhaf şey ve garip emri hikâye edeyim. Me’mun’un bazı muharebelerinde yolun iki tarafında birçok saflar gördüm ki: Sağ tarafta Türklerden yüz süvari ve sol tarafta sair insanlardan yüz atlı saf bağlayıp Me’mun’un gelmesini bekliyorlardı. Gün yarı olmuş, sıcaklık artmış olduğu hâlde Halife gelince etrafını çevreleyen süvarilerden üç, dördünden başkası at sırtından inip dinlenmeye mecbur oldular, Türk bölüklerinden ise üç dördünden başkası yere inmediler.

      Bir defa da Katol’a gittiğim sırada Bağdat’tan çıkıyor idim. Horasan asıllı bedevilerle başka ordu sahibi süvarilerle karşılaştım ki: Bir hayvan bunlardan kaçtığı ve hepsi takip ettikleri hâlde yakalayamamışlardı. Cins ve terbiyeli hayvanlar üzerinde bulunan bu süvarilerin yanından onlara mensup ve onlar ölçüsünde olmayan kılsız bir hayvana rakip

Скачать книгу


<p>79</p>

Bu eserin Arapça bir nüshası Ayasofya Kütüphanesinde bulunur.