Скачать книгу

Yaşlı kadın, öfkeden deliye döndüğü o gün zavallı serçenin dilini kesmişti. Ama ne tuhaftır ki, bu zalimce hareketine rağmen serçenin evine gitmekten hiç utanmıyordu. Hırs gözünü öyle bürümüştü ki büyük kutuyu ele geçirme düşüncesi ona her şeyi unutturmuştu. Serçelerin ona kızgın olabileceğini -ki öylelerdi- ve yaptıkları yüzünden onu cezalandırmak isteyebileceklerini aklından bile geçirmemişti.

      Serçe Hanım evine o harap hâlde, ağzı kan içinde ağlarken döndüğü gün bütün ailesi ve akrabaları, yaşlı kadının zalimliğinden başka bir şey konuşmamışlardı. “Pirinç ezmesini bilmeden yedi diye, böyle küçücük bir hata yüzünden nasıl oldu da bu kadar ağır bir ceza verebildi Serçe Hanım’a?” diye soruyorlardı birbirlerine. Bütün bu sıkıntılara sabırla dayanan iyi kalpli yaşlı adamı ise hepsi çok sevmişti ve ellerine fırsat geçtiği takdirde, kadına hak ettiği cezayı vermeyi kararlaştırmışlardı. Bunun için çok uzun beklemelerine gerek kalmadı.

      Birkaç saat yürüdükten sonra yaşlı kadın, kocasının ayrıntılı bir şekilde tarif ettiği bambu oyuğunu nihayet buldu. Oyuğun önünde durup bağırdı:

      “Dili kesik serçenin evi nerede? Dili kesik serçenin evi nerede?”

      Sonunda evin saçaklarının bambu yaprakları arasından sallandığını gördü. Hemen koşturup gürültülü bir şekilde kapıyı çaldı.

      Serçe Hanım, hizmetçiler eski sahibesinin kapıda onu aradığını söyleyince bu beklenmedik ziyaret karşısında biraz şaşırdı. Bütün o yaşananlardan sonra kadının buraya gelmeye cesaret etmesine hayret etti. Fakat Serçe Hanım, kibar bir kuştu; bu yüzden onun bir zamanlar sahibesi olduğunu hatırlayarak yaşlı kadını karşılamak üzere dışarı çıktı.

      Fakat yaşlı kadın konuşarak vakit kaybetme niyetinde değildi. Hiç utanmadan hemen konuya girdi:

      “Beni kocamı ağırladığın gibi ağırlamana gerek yok. Ben kocamın aptallık edip burada bıraktığı kutuyu almaya geldim. Büyük kutuyu verin, hemen gideyim. Tek istediğim bu!”

      Serçe Hanım hemen kabul etti ve hizmetçilerinden büyük kutuyu getirmelerini istedi. Yaşlı kadın hemen kutuyu kavrayıp sırtına yükledi. Serçe Hanım’a teşekkür bile etmeden hızlıca evinin yolunu tuttu.

      Kutu öyle ağırdı ki koşmak şöyle dursun hızlı bile yürüyemiyordu. Oysa hemen eve gidip kutunun içindekileri görmek istiyordu. Ama güçsüz düştüğü için oturup dinlenmek zorunda kaldı.

      Taşıdığı ağır yükle zar zor ilerlerken kutuyu açma istediği dayanılmaz bir hâl almaya başladı. Artık daha fazla bekleyemeyecekti. Bu kutunun da kocasının getirdiği küçük kutu gibi altın ve gümüş dolu olduğundan emindi.

      Sonunda, açgözlü ve bencil kadın kutuyu yol kenarında yere koydu ve bir altın madeniyle karşılaşmayı bekleyerek dikkatlice açtı. Ama kutunun içindekiler onu öyle bir dehşet içinde bıraktı ki gözleri görmez, kulakları duymaz oldu. Kutunun kapağını kaldırır kaldırmaz, korkunç canavarlar dışarı fırladı ve sanki onu öldürmek istiyorlarmış gibi etrafını sardı. Kâbuslarında bile bu kutudakiler kadar dehşet verici yaratıklar görmemişti. Alnının tam ortasında kocaman bir gözü olan canavar kadına gözlerini dikmişti, kocaman ağızlı yaratıklar sanki onu yiyecekmiş gibi bakıyordu. Devasa bir yılan kıvrıla kıvrıla kadına tısladı. Büyük bir kurbağa ise zıplayıp “vrak vrak!” diye kadına bağırdı.

      Yaşlı kadın ömründe hiç bu kadar korkmamıştı. Dermansız bacaklarının gücü yettiğince oradan hızla kaçtı. Hayatta kaldığına mutluydu. Eve vardığında yere kapandı ve başına gelenleri, az kalsın kutudaki canavarların onu öldüreceğini gözyaşları içinde kocasına anlattı.

      Sonra serçeyi suçlamaya başladı ama yaşlı adam onu hemen susturdu:

      “Serçeyi suçlama sakın. Sonunda kötülüğünün karşılığını buldun. Umarım sana ders olur!”

      Yaşlı kadın, başka söz söylemedi. O günden sonra asık suratlı, kaba davranışlarından pişman olup yavaş yavaş iyi bir kadın hâline geldi. Öyle ki artık kocası bile onu tanıyamaz oldu. Son günlerini birlikte mutlu bir şekilde geçirdiler. Kimseye muhtaç olmadılar. Yaşlı adamın dili kesik serçesinden aldığı hazineyi dikkatlice harcadılar.

      Balıkçı Delikanlı Uraşima Taro’nun Hikâyesi

      Çok uzun zaman önce, Japonya sahillerindeki Tango bölgesinde yer alan küçük balıkçı kasabası Mizu-no-ye’de Uraşima Taro adlı genç bir balıkçı yaşardı. Babası da balıkçıydı ve yeteneği oğluna fazlasıyla geçmişti. Öyle ki Uraşima o bölgedeki en hünerli balıkçıydı; arkadaşlarının bir haftada yakaladığı Bonito ve Tai balıklarını, o bir günde yakalayabiliyordu.

      Fakat bu küçük balıkçı kasabasında işindeki hünerinden ziyade iyi kalpliliğiyle tanınıyordu. Hayatı boyunca küçük ya da büyük hiçbir canlıya zararı dokunmamıştı. Çocukken, hayvanları kızdıran arkadaşlarına katılmadığı için onunla alay ederlerdi; fakat o, diğer çocukları bu acımasız eğlenceden caydırmak için uğraşırdı.

      Ilık bir yaz akşamı, bütün gün balık tuttuktan sonra evine dönerken bir grup çocuğa rastladı. Avazları çıktığı kadar bağırarak konuşuyorlardı; belli ki bir şey yüzünden çok heyecanlıydılar. Ne oluyor diye merak edip yanlarına gidince genç balıkçı, bir tosbağaya eziyet ettiklerini gördü. Çocuklardan ikisi, tosbağayı bir o tarafa bir bu tarafa çekiştirip dururken, üçüncü bir çocuk zavallı hayvana sopayla vuruyor, dördüncüsü ise kabuğunu taşlıyordu.

      Uraşima, zavallı tosbağanın hâline çok üzüldü ve onu kurtarmaya karar verdi. Çocuklara dedi ki:

      “Bana bakın çocuklar, bu zavallı tosbağaya öyle kötü davranıyorsunuz ki, sonunda öldüreceksiniz!”

      Hayvanlara zalimce davranmaktan zevk aldıkları yaşta olan oğlanlar, Uraşima’nın nazik azarını hiç umursamadı.

      Yaşı daha büyük olan çocuklardan biri dedi ki:

      “Yaşamış ya da ölmüş kimin umurunda? Bize ne? Haydi çocuklar, devam, devam!”

      Zavallı tosbağaya daha da acımasızca davranmaya başladılar. Uraşima, bu çocuklarla başa çıkabileceğini düşünerek biraz bekledi. Tosbağayı ona vermeleri için çocukları ikna etmeye çalışacaktı. Bu yüzden, gülümseyerek şöyle dedi:

      “Eminim ki hepiniz iyi çocuklarsınız! Acaba tosbağayı bana verir misiniz? Çok isterdim bir tosbağam olsun!”

      “Hayır, tosbağayı sana vermeyiz,” dedi çocuklardan biri. “Ne diye verecekmişiz? Onu biz yakaladık.”

      “Doğru söylüyorsunuz,” dedi Uraşima, “ama karşılıksız istemiyorum zaten. Ben size para vereceğim, yani Ojisan (Amca) tosbağayı sizden satın alacak. Olur, değil mi çocuklar?” Parasını onlara gösterdi. Her bozuk paranın ortasında bir delikten geçirilmiş bir parça ip vardı. “Bakın çocuklar, bu parayla istediğiniz şeyi alabilirsiniz. Oysa şu zavallı tosbağa hiçbir işe yaramaz. Beni dinlediğinize göre ne kadar da iyi çocuklarsınız.”

      Kötü çocuklar değillerdi, yalnızca yaramazlardı. Uraşima, nazik gülümsemesi ve şefkatli sözleriyle çocukların kalbini kazanmıştı. Japonya’da dendiği üzere “ruhu olan” biriydi. Çocuklar yavaşça yanına geldi ve küçük çetenin lideri tosbağayı uzattı.

      “Tamam, Ojisan, parayı verirsen sana tosbağayı veririz!” Uraşima, tosbağayı alıp çocuklara para verdi. Çocuklar birbirlerine seslenip koşturarak ortadan kayboldular.

      Uraşima, tosbağanın sırtını

Скачать книгу