Аннотация

Аннотация

Romanlarında mizah ögelerine sıklıkla yer veren Hüseyin Rahmi’nin bu eseri, daha çok dram barındırmasıyla diğer eserlerinden ayrılır. Yazar, “Cehennemlik”te akla kazınacak ibret vesikaları sunmaktadır. En küçük bir mikroptan dünyasını değiştireceği vehmine kapılan ihtiyar Ferruh Efendi, kendisine gençlik aşılasın diye genç bir kadınla -Cazibe Hanım- evlenmişti. Kardeşi Ferhunde Hanım ise kendinden oldukça yaşlı Sabri Bey ile evliydi. Bu iki ihtiyar adam, genç karılarından gençlik aşısı beklerken Cazibe ve Ferhunde hanımlar kanlarında kaynayan ateşin coşkunluğu ile cehennemin kapılarını aralıyorlardı. Ferruh Efendi ölümü uzaklaştırmak için mikroplardan köşe bucak kaçadursun tüm aile manevi mikropların etkisi altında, cehennemin yemesi hoş ama sonu acı meyveleriyle zehirlenerek yaşadıkları yere Azrail’i âdeta davet ediyorlardı… “Zuhur eder hemen sarılık Kalbe, nefese gelir darlık Yavaş yavaş söner sağlık Mesken olur sana mezarlık.” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

Hüseyin Rahmi, sert eleştirilerinde kalemini esirgemediği «Can Pazarı»nda, dönemin İstanbul’unda yozlaşmış toplumu gözler önüne seriyor. Gürpınar; hayatın bir kavga olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği, adaletin bir türlü sağlanamadığı, bu yüzden aç kalmamak için çalmanın, aldatmanın, dolandırmanın meşru görülebileceğini savunan Yavuzlar Çetesi ile eşitsizliği irdelerken; Nasıh Bey-Nafia Hanım çifti ile İrfan Bey-Halâvet Hanım çifti arasında eşlerin değiştiği bir ilişki yaşantısıyla ahlak ve namus konusu üzerine dikkat çekiyor. “Bu işin bir ‘can pazarı’ olduğunu biliyorum. Size sadakat göstersem hükûmete hainlik etmiş olurum. Hükûmete sadakat göstersem sizi ele vermiş olurum. Hangi tarafa kımıldasam ceza var. Ölüm var. İnsan, kendini şeytana sattıktan sonra artık şeytan kalmalıdır.” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

“Bugün en uygar ve gelişmiş ulusların yönetimleri, bayrakları altında toplanmış insanlar hâlâ iki kısımdır. Egemenler, baskı altında olanlar. İşte kanunlar da bu temele göre yapılır. Ahlak kitapları da bu amaç gözetilerek yazılır. Ve böyle olmak da insan yığınlarının bugünkü bilgi, görgü ve eğitimlerine göre zorunlu gibidir.” “Niçin?” “Çünkü bugün insanlar kendilerine bağışlanmış gibi görünen eşitlik, adalet, kardeşlik haklarından büsbütün yararlanabilecek bir bilgi ve eğitim düzeyine yükselmemişlerdir.” “Efendi, ne söylüyorsunuz? Kendi haklarını tanır, başkalarınınkine saygı gösterir bunca bilgin, bunca erdemli insanlar var…” “Bunlar her çağda azın azı bir kısımdır ki zorbalarla bilgisizler arasında ezilen, rahatsız yaşayan zavallılardır. Azınlıktan bir şey çıkmaz. Çoğunluğu yola getirmeli, iyileştirmeli…” “Bugünkü uygarlığı öyle anlatıyor, öyle nitelendiriyorsunuz ki bana Orta Çağ’a dönmüşüz sanısı geliyor.” “Bence iki çağ arasında pek de büyük bir ayrılık yok gibidir.” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

“Ahbar, ağır usta işi kıyak bir şarkın yoktur?”“He vardır.”“Senin içinde olan bir şeyden ben ne zevk duyarım ki! Bırak dışarı çıksın… Keyflenelim… Haydi oku!..”Bu öneri karşısında Agop’un göğsü kabardı. Elinde, artık parmaklarını yakacak kadar küçülmüş cıgarasını yutacak gibi son bir iştahla sıkı sıkıya birkaç kez daha çektikten sonra:“Okuyacağım lakin bedava olmaz…”“Bu akşam Sandıkburnu’nda altık bir tek düz ikram ederim…”“Kulakların da ikramın kadar büyük olsun.”“Zo, haydi biçimsizleşme… Zırlayacaksan zırla!”“Sen babanı zırlat ahbar!”“İrahmet olsun canıma… Babam senin kadar muziki bilmez idi ki…”“Hangi baban? Uzun kulaklı… Semerli…”“Be haydi oku! Bütün geçmişine okurum şimdi!..”“Dün akşam bulamaç yedin? Ne yedin? Ağzın çok tatlılaşmış…”“Ağzının tadını veririm şimdi…”“He ağzından bal damlar, şeker akor…” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş, bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallerinde köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardı; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

“Dünyaya kuyruklu yıldız çarpacakmış!” Emine Hanım, “tü, tü” diye birkaç defa yakasına tükürerek çarpıntısını gidermeye uğraştıktan sonra: “Aman, ben de korkacak bir şey sandım! Ne kadar telaşçısın kardeş… Çarpacaksa çarpsın. Ne var? Kapımı kapar, evceğizimde otururum. Bir yere çıkmam. Şimdi karılar, ‘Nasıl çarpacakmış, bakalım.’ diye sürü sürü seyre giderler… A, gitmem, gitmem… İt, köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok!” Bedriye Hanım, sinirli bir kahkahayla: “Emine kardeş… Sen ne kadar aptalmışsın! Hiç o koca mefret, o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki kapını kapayıp da içinde oturacaksın?” “Hanım, benim evime bir şeycik olmaz. O, helal parayla yapıldı. Kazasker Efendi’nin Çarşamba’daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle kuruldu. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen göreydin şaşardın! Bu dünya yıkılır da gene bizim evimiz yerinde durur. Büyük zelzelede ne kâgir yapılar göçtü de evimizin bir kıymığı yerinden oynamadı. Tevekkülün gemisi batmaz. Sen merak etme…” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.