Скачать книгу

anında çalışmalar yapan yazar, TİKA vasıtasıyla Bosna ve Makedonya’da kültürel faaliyetlerde bulunmuştur. 2012 senesinde İlk Tohum İlim ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin Başkan yardımcılığını ve İlk Tohum Aylık Fikir Tarih Edebiyat Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmıştır. Azerbaycan Pedagoji Üniversitesi gibi kurum kuruluşlarda konferanslar düzenleyen yazarımız ayrıca Beykent Üniversitesi Bea Tv’de Genç Girişimciler programına konuk yorumcu olarak katılmıştır.

      Osmanlıca eser çevirilerinin yanında çeşitli gazete ve dergilerde de yazılar yazmıştır. İstanbul Sur İçi, Bursa, Edirne, Söğüt, Bilecik, İznik ve Manisa’da kültür gezileri düzenleyen yazarımız 1985 Malatya doğumludur.

      ÖNSÖZ

      İhtiy açlarını tek başına gideremeyen insan, bir araya gelmek ve yardımlaşmak üzere yaratılmıştır. İnsanın sadece kendi ihtiyaçlarını gidermekle iktifa etmesi, din için gerekli mali ibadetleri yerine getirmeye yetmez. Dinin emirlerinden hac, zekât, sadaka, infak gibi ibadetleri yerine getirebilmek için ihtiyaçtan fazla üretim yapabilmek gerekir. Unutmamalıdır ki, dinin nizamı, dünyanın nizamına bağlıdır.

      Medeniyet dediğimiz şey mahalle, köy ve kasabalarda zuhur edemez. Medeniyet, yani temeddün ancak şehirlerde inkişaf eder. Şehir idarecilerin, ulemanın, üretici ve tüketicinin, halkın bir arada yaşadığı, sanayi ve tarım ürünlerinin halka sergilendiği ve denetlendiği, her türlü ihtiyacın rahatlıkla giderildiği yerdir. Bu sebeple medeniyet iddiasında bulunan her birey, çalışmalarını şehirlerde yapmalı iddiasını ispat için bulunduğu şehri kültür havzasına dönüştürmelidir.

      Geçmişten günümüze medeniyet iddiasında bulunuyorsak, okumamız, bilmemiz, tanımamız gereken üç önemli şahsiyet varsa, bunlar Biruni, Ahi Evran ve İbn-i Haldun’dur. Bu üç şahsiyetin yapmış olduğu tespitler, eserler ve uygulamalı eylemler muhakkak devlet büyüklerimizce okunmalı, mülkiye bölümlerinde ders olarak okutulmalı, belediye birimlerince mütalaa edilmelidir.

      Anadolu’da 14 ile 18. yüzyıllar arasında sanayi devrimi yaşanmış her alanda zirve noktaya ulaşılmıştır. Ancak 11-14. yüzyıllar arasına Batı’nın kendi karanlıklarına nispeten “karanlık çağ” demesi, Batı gözüyle bakan insanların sonrasındaki yüzyılları da görmezden gelmesine sebep oluyor. Anadolu’nun ilk uzay üssü hangisidir diye sorduğumuzda ya cevap alamıyoruz ya aldığımız cevaplar gerçeği yansıtmıyor. Ya geçmişe körü körüne taassupla bağlıyız ya geçmişimizden nefret ediyoruz. Kavram kargaşası almış başını gidiyor. Uzay üssünün “rasathane”, avm veya outletlerin “kervansaray” olduğunu hatırlayamıyoruz.

      Oğuz Türklerinden olan Selçuklular devlet kurunca ve bu devlet hem Müslüman hem Oğuz devleti olunca tarih sahnesinde önemli gelişmeler hadiseler meydana gelmiştir, gelecektir. Geçimini zar zor sağlayan yarı göçebe, hayvanlı göçebe topluluklar iktisadi ve sosyal dönüşümün gerçekleşmesinde rol oynayan en önemli kurumlardan vakıf işletmelerini kurmuşlar ve Türk tarım ve ticaret devrimini başlatmışlardır. Vakıf işletmeleri üretilen malın tüketiciye ulaşmasında tedarikçi kurum olarak vazife alıyordu. Tarım ve ticaret devrimini başlatan Selçuklular, Moğol işgali yüzünden Anadolu sanayi devrimini tamamlayamamışlardır. Selçuklular, İslam medeniyeti kurumu olarak gelişen vakıfları, vakıf işletmelerine dönüştürerek önemli bir iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma başarısına imza attılar.

      Selçuklular, sosyal ve iktisadi çatının gelişiminde baş rolde olan ticari vakıflara imarethane ismini vermişlerdir. Oğuzların kınık boyundan gelen Selçukluların kurduğu, yine Oğuzların kayı boyundan gelen Osmanlıların geliştirdiği “vakıf imaret sistemi” köhnemiş, pörsümüş, batmaya yüz tutmuş, karanlık çağ diye isimlendirilen dünyada, İLK KEZ iktisadi ihtiyaçların yanında dini, sosyal ve kültürel ihtiyaçları da karşılayan, böylece insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını meczeden yeni bir sistem geliştirmiştir.

      Mukayeseli medeniyet araştırmalarına eserlerinde ilk yer veren bilim adamı, 1048 yılında vefat eden Gazneli Mahmud’un daveti üzerine Hindistan’da Gazne medresesinde otuz farklı bilim dalında eserler veren Biruni’dir. Türkçe ve Arapçanın yanında Doğu dillerinde Hintçe ve Çince, Batı dillerinden Farsça, Eski Yunanca, İbranice, Süryanice olmak üzere on dil bilen Biruni, yüz civarında eser vermiş Türk-İslam medeniyetinin gelişmesine ışık tutmuştur. Biruni, Tahdid ve Cemahir adlı eserinde insan tabiatının anarşiye temayülü olsa da hem doğaya hâkim olmak hem de kendi hayatlarını korumak ve ihtiyaçlarını karşılamak için içtimai ve iktisadi kanunlar vazederek hemcinsleriyle birlikte yaşamaya mecbur olduğunu belirtmiş ve bunu şu şekilde tanımlamıştır: “Birlikte medeni yaşama mecburiyeti.”

      Ahi teşkilatını kuran Ahi Evran, Biruni’nin insanın saadete erebilmesinin iyi ahlakla olabileceğini, iyi ahlakın başında da yiğitlik geldiğini, anarşiye, fesada ve kötülüğe meyilli olan insanın fedakârlık, iç-dış temizlik, mürüvvet, zorluklarla şuurlu mücadele ve kendini disipline etme, kısaca iyi ahlakla olacağını belirtmesi üzerine iktisadi örgütlenmeye uyarlamıştır. Nitekim Pir-i Piran Ahi Evran, ihtiyacını üreterek karşılamayı başaran topluma medeni toplum, yani iktisaden kalkınmış toplum demektedir. İktisadi kalkınmasını gerçekleştirememiş bir toplum medeni toplum olamaz. Kişi tek başına ihtiyaçlarını karşılayacak üretimi yapamaz. Bu ancak toplumsal iktisadi faaliyetle olur. Medeniyet sadece üretimi yapmak değil, yapılan üretimle toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktır.

      Dünya nasıl boşlukta havada kalıyor diye sorsalar hareket ederek derim. Hareket, çalışmak, uğraşmak, boş durmamak, ancak bu şekilde iyi veya kötü bir temeddün (medeniyet) oluşturabilirsiniz. Madem dünya sürekli hareket halinde, o halde dünya üzerinde yer kaplayan bizler de bir işle iştigal etmeli zanaat erbabı olmalıyız. Bu nedenle iktisadi örgütlenmeye gidilmiş, Ahilik teşkilatı kurulmuştur.

      Geçmişimize övgü ve sövgüde bulunurken neyi niçin yaptığımızı bilmemiz gerekir. Eskiden her Türk asker doğardı şimdi ise her Türk pazarlamacı doğuyor. Üniversitelerimizin sayısı arttı, mezun olan kardeşlerimize baktığımızda ihtisas alanıyla değil de para kazanacak kazandıracak işlerle meşgul olduklarını görüyoruz. Binbir zahmetle okuyup doktor olan kimseler bir araya gelip hastane, estetik ve saç ekim merkezi kurup sağlık turizmi pazarlaması yapıyorsa, sarraflar işi bırakıp müteahhitliğe girişip daire pazarlıyorsa, emekli imamlar umre pazarlıyor, emekli öğretmenler emlakçılıkla arsa pazarlıyorsa ve biz bu gerçeklerle yüzleşip bu ortamda yaşıyorsak, kayıtsız kalmamak adına mukallitlik yapıp geçmişte bizleri zirveye çıkaran ticaret ahlakını, satışı, pazarlamayı işin erbabı olan Ahilerden öğrenmemiz gerektiğini vurgulamak istedim. Elinden, dilinden kimsenin zarar görmediği kimselere selam olsun.

Uğur Kınık

      GİRİŞ

      Türk milletinin, fetih ve göç hareketleriyle Anadolu’ya yerleşmesinden sonra bu topraklarda birtakım müesseseler kurulmuş, Türk-İslam mührü coğrafyanın her köşesine böylece vurulmuştur. Askeri teşkilatlanmanın yanında mesleki teşkilatlanmayı sağlama gayesini “ahilik” üstlenmiştir. Tabandaki halk ve meslek gruplarını bir çatı altında toplayan ahilik teşkilatı içtimai, ticari, irfani, siyasi ve askeri yönleri bulunan bir müessesedir. Ahilik Anadolu Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde kurulmuş, Anadolu ve Balkanlar’ın İslamlaşmasına ve Türkleşmesine katkı sağlamıştır. Ahilik teşkilatı üretimde kaliteyi esas almış, esnafın toplumda dürüst bir şekilde hareket etmesini ve ticaret hayatında disiplinli bir şekilde çalışmasını sağlamıştır.

      1. AHİ (AKI) KELİMESİNİN ANLAMI

      Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir, akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir.

      “Ahi” kelimesinin kaynağı hakkında iki farklı görüş vardır: Bunlardan birincisi, kelimenin Arapça “kardeşim” demek olan “ahi” kelimesinden türediği, ikincisi ise ilk defa Divanü Lugati’t-Türk’te ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i ve Edip Ahmet İbni Mahmud Yüknekî’nin Atabetül Hakayık’ında geçen ve “eli açık, cömert” anlamlarına gelen Türkçe “akı” kelimesinden geldiği görüşüdür. Ahi kelimesinin Türkçe kökenli olduğunu ileri sürenlere göre, “akı” kelimesi Türkçede çok görülen bir ses olayı olan (k>h) değişimiyle “ahı” şekline dönüşmüş ve nihayet “ahi” olmuştur.1

      Ahilik,

Скачать книгу


<p>1</p>

Köksal, M.Fatih (2011), Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir: Kırşehir Valiliği Kültür Yayınları Yayın No: s. 53.