Скачать книгу

bir rüya mıydı

      Görülen, hafifçe, altın parıltılar içinde

      Zamanın karşı konulamaz karanlık akıntısına karşı?

      Acı kederle dünyaya boyun eğmiş

      Veya bir manzaraya bakıp Gülerken,

      Boş yere çırpıyoruz kanatlarımızı bir ileri bir geri.

      İnsanın küçük Gün’ünü aceleyle tüketiyoruz

      Ve en keyifli öğle vaktinden sonra

      Sessiz sonla karşılaşmak için bir pırıltı bile bulamıyoruz.

      ÖN SÖZ

      Sayfa 259’daki yeni neslin pazar günü geçirdikleri zamanla ilgili tanımlamalar, bana küçük bir arkadaşım tarafından yapılmış konuşmadan ve bir bayan arkadaşım tarafından bana yazılmış mektuptan harfi harfine alınmıştır.

      “Peri Sylvie” ve “Bruno’nun İntikamı” başlıklı bölümler, Bayan Gatty’nin ricası üzerine, editörlüğünü yaptığı “Judy Hala’nın Dergisi” için 1867’de yazdığım kısa bir peri masalının, birkaç değişiklik yapılarak tekrar basılmış hâlleridir.

      O peri masalını da bir hikâyenin çekirdeği hâline getirmek fikri, ilk olarak 1874 yılında aklıma geldi. Yıllar geçtikçe bana onları orada burada kaydetmekten veya unutulmaya terk etmekten başka çare bırakmayan geçici bir tuhaflıkla aklıma gelen (Kim bilir nasıl geldi?) ve her türde tuhaf fikirleri ve konuşma parçalarını tuhaf durumlarda hızla not ettim. İnsan bazen bu gelişigüzel düşünce hüzmelerini -kitabın önerdiği gibi kişi okurken veya kişinin kendi “taş” zihninden bir arkadaşın “çelik” şans belirtisinden çıkan – kaynaklarına kadar takip edebiliyor. Ama bu düşünce hüzmelerinin aynı zamanda ortaya çıkma ve hiçbir şey hakkında olmamaya dair kendilerine has bir yöntemleri vardır.) korkunç biçimde mantık dışı olan “etkisiz tepki” fenomeninin örnekleri. Mesela, yalnız başıma yürüyüş yaptığım bir sırada aniden aklıma gelen (daha önceden de Nisan 1887’de “The Theater”da1 ilişkilendirdiğim gibi) “Köpan Avı”nın son satırı buna bir örnek teşkil edebilir; ayrıca rüyalarda karşılaştığım ve herhangi bir öncül sebebe dayandıramadığım pasajları da ekleyebiliriz. Sözünü ettiğim rüya önermelerinden en az iki tanesi bu kitapta bulunuyor -birisi, Leydim’in sayfa 72’de söylediği gibi “Genellikle aile içinde olan bir şeydir, tıpkı hamur işine olan düşkünlük gibi.” diğeri de sayfa 227’de Eric Lindon’ın ev hizmetinde bulunmaya dair yaptığı şaka.

      Ve böylece sonunda kendimi devasa ve taşıması zor olmakla birlikte yazmayı umduğum kitabı oluşturmak için ardışık bir hikâyenin ipiyle yalnızca birbirine bağlanması gereken bir eddebiyat (eğer okuyucu yazımımı nazikçe mazur görecek olursa) yığınının hâkimiyetinde buldum. Bu iş bana başta oldukça umutsuz göründü ve “kaos” kelimesinin anlamı hakkında daha önceki fikirlerimden çok daha iyi bir fikir verdi ve bu ufak tefek şeylerin, ne tür bir hikâyenin göstergesi olabileceklerini anlamak amacıyla yeterli düzeyde sınıflandırmayı başarmam on yıl veya daha fazla zamanımı aldı. Çünkü hikâye olaylardan ortaya çıkmalıydı; olaylar hikâyeden değil.

      Bütün bunları kesinlikle egoist duygular içinde olduğumdan değil aksine, okuyucularımın, bir kitabın, bittiğinde basit ve açık bir mesele gibi göründüğünden, sanki sayfa sayfa bir mektup yazıyormuşçasına, başta başlayarak ve sonda bitirerek hemencecik yazılmış olduğunu sanabilecekleri “doğuşu” hakkındaki tüm bu detaylara ilgi göstereceklerine yürekten inandığım için anlatıyorum.

      Elbette ki bu şekilde bir hikâye yazılabilir ve eğer bunu dile getirmek kibirlilik sayılmayacaksa bu şekilde bir hikâye yazabileceğime -eğer verilen süre içinde belirtilen sayıda hikâye yazmak zorunda olacağım talihsiz (Bu durumun kesinlikle talihsizlik olduğunu düşünüyorum.) bir durum içinde olsam – diğer kölelerin yapmış olduğu gibi, “görevimi tamamlayabileceğime” ve “tuğla hikâyemi” üreteceğime inanıyorum. O tarzdaki hikâyeler için şunu her durumda, kesinlikle garanti ediyorum ki çoğu basmakalıp cümlelerle bezenmiş, hiçbir yeni fikir barındırmayan ve okuması oldukça sıkıcı hikâyeler olacaklardır.

      Bu edebiyat örnekleri, kendilerine çok uygun olan “abartma” tanımını isim olarak aldılar. Bu ismi, “herkesin yazabildiği ama hiç kimsenin okuyamadığı şey” diye tanımlamak mümkündür. Dürüstçe ifade etmeliyim ki şu an elinizdeki cildin, bu tür şeyler içermediğini söylemem imkânsız. Bazen, bir resmi yerli yerine yerleştirebilmek için birkaç sayfayı fazladan iki veya üç satırla tamamlamam gerekti ancak şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki yazmaya mecbur olduğumdan daha fazla hiçbir şey eklemedim.

      Okuyucularım, eğlenmek için belki verilen pasajın içerdiği bir parça “abartma”yı bulmaya çalışacaklardır. Bu parçaları sayfalara yerleştirirken, 39. sayfanın başlarından 41. sayfanın ortasına kadar uzanan bir pasajın üç satır eksik olduğunu fark ettim. Bu eksikliği gidermek için, oraya buraya sözcük eklemeye çalışmadım ama art arda gelen üç satır ilave ettim. Okuyucularım bu satırların hangileri olduğunu tahmin edebilir mi acaba?

      Daha da zor bir bilmece (eğer daha zor bir şey arzu ederseniz) “Bahçıvan’ın Şarkısı”nı ele alarak eğer yapıldıysa; hangi durumlarda kıtaların onu çevreleyen metne ve hangi durumlarda metnin kıtaya uyarlandığını belirlemek olur.

      Belki de edebiyattaki en zor şey, özgün bir şeyler yazmak (En azından ben öyle olduğunu düşünüyorum: Bunu başarmak için herhangi bir çaba sarf etmem. İçimden geldiği gibi yazarım. Gönüllü hiçbir çaba ile başarılı olamadım. Durumu olduğu gibi kabullenmem gerekiyor.). Muhtemelen en kolayı da özgün bir satır yazıldığında aynı ayarda, onu takip eden uyumlu şeyler yazmaya çalışmaktır. “Alice Harikalar Diyarı”nda özgün bir hikâye miydi bilmiyorum (En azından onu kaleme alırken bilinçli bir kopyacı değildim.) ama bildiğim bir şey var ki basıldığı andan itibaren, ortaya ona benzer onlarca hikâye kitabı çıktı. Keşfettiğim patika (“sessiz denize dalan ilk kişi olmak” hususunda kendime güvenerek) şimdilerde aşınmış bir ana yol; vaktiyle kenarında bulunan çiçekler toz altında kalmış ve benim bir daha o tarzda yazmaya kalkışmam bir felaket olur.

      Bu yüzden, “Sylvie ve Bruno”da (hangi başarıyla bilmiyorum) yeni bir patika yaratmaya gayret ettim. İyi veya kötü, bu elimden gelenin en iyisiydi. Bu kitabı, para veya ün için değil, sevdiğim çocuklara, çocukluğun hayatı olan masumlukla dolu eğlence zamanlarına uygun olabilecek bazı düşünceler tedarik edebilme ve tamamen ahenkle değil, hayatın daha ağır tempolarıyla, hevesle umut ettiğimi kanıtlayacak bazı düşünceleri onlara ve diğerlerine önerebilme umuduyla yazdım.

      Eğer okuyucularımın sabrını hâlâ tüketmediysem elime geçen bu fırsatı (muhtemelen birçok arkadaşıma tek seferde hitap edebileceğim tek fırsat), yazılması arzu edilen kitaplara ilişkin olarak (denemekten keyif alacağım ancak asla gerçekleştirmek için zamana ve güce sahip olmayacağım) aklıma gelen yeni fikirleri kaydetmek için, eğer kendime verdiğim bu görevi bitirme konusunda başarısız olursam (ve yıllar çok çabuk geçiyor) başka birilerinin kaldığım yerden devam edebileceği umuduyla kullanmak isterim.

      Mesela “Çocuk İncil’i”. Bu İncil için en önemli şey, pasajların, bir çocuğun okuması için uygun olarak özenle seçilmesi ve aynı özenle seçilmiş resimler içermesidir. Seçimimde benimseyebileceğim tek ilke, dinin çocuğa “sevginin açığa vurulması” şeklinde sunulmasıdır (Genç bir zihni suç ve ceza tarihine ilişkin anlatılarla doldurup ona acı çektirmeye hiç gerek yoktur. Böyle bir prensibe uygun olarak mesela ben Tufan ile ilgili bölümü konu dışında tutardım.). Resimleri bulmak da zor olmazdı; yeni resimlere gerek kalmazdı. Telif haklarının çok önceden süresi dolmuş olan yüzlerce güzel resim mevcut zaten. Bazılarını çoğaltmak için sadece foto çinkografi2 veya ona benzer bir işlem gerekir o kadar. Kitap kullanışlı boyutlarda (oldukça ilgi çekici bir kapağa sahip) ve rahatça okunabilir olmalıdır. En önemlisi de sayfaları bol bol resimlerle süslemek gerekir.

      İkinci olarak ezberlemek için İncil’den seçilmiş pasajlar (tek tek metinlerden değil de her biri 10 veya 20 kıtalık pasajlar) içeren bir kitap. Bu pasajlar, okumanın imkânsız değilse bile zor olduğu pek

Скачать книгу


<p>1</p>

“Tiyatro”

<p>2</p>

Çinkografi, fotoğraflar için kullanılan bir gravür tekniğidir. Bir nesnenin fotoğrafı çekilir ve görüntü duyarlı bir metal tabaka üzerine konulur. Daha sonra asitle banyo edilen görüntü, renk değişiminin çok keskin olduğu durumlarda çinkoyla yıkanır. Renk değişiminin bu denli belirgin olmadığı durumlarda ise bakır kullanılır. (ç.n.)