Скачать книгу

nan Olpak Koç

      Bir Dik Duruş: Millî Şair Mehmet Akif Ersoy

      ÖN SÖZ

      Mehmet Akif Ersoy…

      Türk milletinin Milli Şairi, İstiklal Marşının şairi…

      Yaşamı, mücadelesi, sanatı, dostlukları, sükûtu ile Orhan Okay hocanın ifadesiyle bir karakter abidesi

      Çalışkanlığıyla Mahir İz hocanın tabiriyle iş eri

      Ya da gazeteci yazar Hüseyin Cahit Yalçın’ın tanımıyla hayatı eserlerinden çok daha muhteşem bir insan…

      Sessizliğiyle bile haykırdığını düşünen yakın dostu Mithat Cemal’in Demirden Sükûtu…

      Hangi sözlerle onun değerini anlatırız seçmek oldukça zor. Fakat yaşadığı zorlu dönemde kendi kalabilmiş, gerekli gördüğü durumda özgür iradesiyle doğru yolu seçebilmiş bir şair kimliğinden bahsedilmeli.

      Anadolu coğrafyasına Malazgirt’ten beri Türklüğü yerleştirmiş İslam’la pekiştirmiş halis maya; onun, en umutsuz anlarda halka moral olan, askerine olduğu kadar sivil insanını da gayrete getiren konuşmaları ve şiirlerinde görünür olur.

      Vatanını inancıyla, insanıyla ayrılmaz bir bütün olarak görür. Bu uğurda ne azmi kırılmış ne ümidi bitmiş ne de sorumluluktan kaçmıştır.

      İstiklal Marşı’nı ordusuna adayan, milletinin malı yapan büyük şairi anlatmak bu nedenlerle cesaret ister.

      Hakka tapan milletinin hakkı olan istiklali ondan daha güzel anlatacak kimse çıkmadı. Bu nedenledir ki Akif ilk ve son Milli Marş şairimiz olarak kalmalı ve kalacaktır.

      BÜYÜK BİR HAYATIN EŞİĞİNDE…

      Mehmet Akif Ersoy’un son kitabı Gölgeler’de1 yer alan Resmim İçin şiiri şu dört dizeden oluşur:

      Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

      Günler şu heyûlâyı da er, geç silecektir.

      Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma.

      Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

      İnsan bu dizeleri okuduğunda şöyle bir düşünmeden, daha doğrusu dile gelmemiş bir yığın soruyu Mehmet Akif’e sormadan edemez: Savaşların sahnelendiği bir zamanda gürül gürül bir hayat yaşayan, sesiyle kitlelere yön veren ve hatta Konya İsyanı’nı2 tek bir silah patlamadan sadece konuşmalarıyla bastırmaya çalışan Mehmet Akif midir “sessiz yaşadım” diyen? Yazdığı Milli Marş sayesinde dünyanın her yerinde hatırlanan birisinin “kim beni, nerden bilecektir?” korkusu, onun için gerçek olsa bile okur için ne derece gerçekçi gelir sonra? Herhalde Mehmet Akif gerçekten duyabilseydi sorularımızı “Hayat ölmekle bitmiş olsa bir şey anlaşılmazdı” şeklinde cevaplar ve bizi, kendisini her yönüyle tanımaya davet ederdi.

      Empati, özellikle eğitimde ve iş hayatında sıkça duyduğumuz bir kavram. Belki milli ruhun pekişmesinde, dünya barışının sağlanmasında, kişiler arası fiziki ve duygusal bağın kuvvetlenmesinde de en büyük ihtiyaç. Sonuçta kendini bir başkasının yerine koymak, aynı zamanda diğerini anlamak da olduğundan herhangi bir çatışmaya gerek kalmayacaktır. Aslında empati, gerek bilgi gerekse yaşanmışlık yönüyle kendini geliştirmek demektir. Çünkü kendini karşıdakinin yerine koymak için diğerinin inançları, yaşam biçimi, düşünceleri hakkında gerekli donanıma sahip olmak gerekir. Bilgisiz bir empati çabası, anlama eyleminin eksik kalmasına sebep olacak ve kişi, kendi yanılgılarıyla yakıştırdıklarını diğerini anlamak sanacaktır.

      Ama bazı hayatlar vardır. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım o hayatı hakkıyla anlayabilmek için bir türlü yeterli donanımı elde edemeyiz. O tür isimler bir hayatın içine birden fazla hayat sığdırmışlardır. Yıkılan bir imparatorluğa ve yeni bir devletin kuruluşuna tanıklık etmiş şairler arasında, sadece şiirinin güçlü sesiyle değil aynı zamanda eylemleriyle, fikirleriyle ve örnek şahsiyetiyle öne çıkan Mehmet Akif Ersoy da bir hayata birden fazla hayat sığdırmış olanlardandır. Onu tanıyabilmek için de yetiştiği çevreden şiirlerini yazdığı dönem koşullarına, şair kimliğiyle bir arada yürüttüğü eylemci kimliğine, bazı yakın dostlarının onunla geçinmenin çok zor olduğunu söyledikleri şahsiyetine ve elbette şiirlerine; geniş bir çerçeveden farklı bakış açıları gereklidir.

      Mehmet Akif, sempozyum bildirileriyle, makalelerle, tahlillerle, kısa veya uzun biyografilerle, tanıtım yazılarıyla ve kurgu örneklerle Türkiye’de hakkında birçok çalışma yapılmış sanatçılardan birisi, belki de en başlıcasıdır. Böyleyken her geçen gün Mehmet Akif merkezli çalışmalara bir yenisinin eklenmesinin nedeni Mehmet Akif’in çok yönlü hayatında saklıdır. Tek başına şiirinin derinliği kadar Fatih’in yoksul bir mahallesinde başlamış bir hayat hikâyesinin Milli Mücadele Ankara’sına, Mısır’a kadar uzanan genişliği ve şiiriyle böylesi zengin bir hayatın temas noktaları; onun hakkında hâlâ cevap bekleyen soruların olduğunu gösterir bize. En önemlisi de Müslüman Türk kimliğine yaptığı katkılarla hedeflediği istiklal ülküsüdür. Anlatma ihtiyacını söze yükleyen birisinin yine söz yoluyla anlaşılmaya çalışılması kadar da doğal bir durum yoktur.

      İşte ‘Bir Dik Duruş: Mehmet Akif Ersoy’ çalışması da aslında, Mehmet Akif ismi etrafındaki maksadını aşan kimi tartışmaların ve polemiklerin dışında, o büyük hayatı anlamaya çalışmak gayretine hizmet amacı taşıyor. Bu amaç doğrultusunda böylesi bir portre kitabı fikrini ortaya atan Yakup Ömeroğlu’na, arşivindeki belge ve fotoğraflarla her zaman şair hakkında yapılan çalışmalara destek olan gönüllü Akif elçisi Mehmet Ruyan Soydan’a teşekkür ederim. Çalışmamız biraz önce ifade ettiğimiz gibi daha en baştan mütevazı bir çalışma olduğunu da biliyor. Çünkü altmış üç yıllık bir hayat içerisine birden fazla hayatı sığdırmış Mehmet Akif’i gerçekten anlayabilmek ve bunu söz aracılığıyla aktarmak, bizim sınırlı deneyimlerimizin ve empati yeteneğimizin uzağında kalıyor.

      BİRİNCİ BÖLÜM

      MEHMET AKİF ERSOY’UN YAŞAM ÖYKÜSÜ

      MEHMET AKİF’İN İÇİNE DOĞACAĞI ZAMAN VE ÇEVRE

      Aralarında Mehmet Akif’in de bulunduğu, Osmanlı Devletinin son kuşağı sayabileceğimiz nesil birçok açıdan tezatlıklara şahitlik etmişlerdir: Gelenekle modernin karşıtlığını eğitimden bürokrasiye, aileden toplumsal hayata hissetmeleri yanında Osmanlının yıkılışının sancılarını ve yeni bir devletin kuruluşunun umudunu bir arada yaşamışlardır. Babası Fatih Medresesinde müderrislik yapan Mehmet Akif’in ortaöğrenimini Fatih Merkez Rüştiyesinde tamamlaması, Osmanlı toplumundaki gelenek-modernlik bölünmesinin aileler içinde de yaşanmasının tipik bir örneğidir.

      1870’ler Osmanlısı, 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla3 birlikte başlayan Batılılaşma çabalarının artık toplum nezdinde de hissedildiği bir dönemdir. Hâlâ eğitim öğretim faaliyetini sürdüren medreselerle birlikte yavaş yavaş öne çıkan modern eğitim kurumları, genişleyen okur kitlesi sayesinde gazetenin yönlendiricilik rolünü üstlenmesi, Batılı yaşam tarzının ilk etkilerinin gündelik yaşama indirgenme yolunda ilerlemesi; bir yeniden diriliş umudunun, devletin otoriter gücünü sürdürme arayışının canlılığını koruduğunu gösterir. 23 Aralık 1876’da geçilen meşruti sistem, Avrupa’ya gönderilen öğrenciler, bazı reform ve ıslahatlar tüm bu çabanın sonucu ortaya çıkmıştır. Ama bir taraftan da ekonominin kötü gidişatı, Rumi Takvime göre 1293 yılına denk geldiği için 93 Harbi olarak bilinen, 1877-1878 yıllarında Rusya’yla yapılan savaşın büyük bir hezimetle sonuçlanması gibi o umudu kıran gelişmeler de vardır. Diğer yandaysa o zamana kadar sorun yaşamadan Osmanlı sınırlarında yaşayan ve Osmanlı tebaası kabul edilen azınlıklar; Fransız İhtilalinin bir sonucu olan milliyetçilik hareketleri, başta Rusya olmak üzere başka devletlerin ayrılmayı teşvik edici politikaları gibi nedenlerle isyana hazırlanmaktadır. Arnavutlar da isyan hazırlığı içindeki tebaalar arasındadır ve baba tarafı Arnavutluk’ta yaşayan Mehmet Akif de bu gelişmelerden daha çocukluk yaşlarından itibaren etkilenecektir.

Скачать книгу


<p>1</p>

Şairin 1933 yılında yayınladığı son şiir kitabı.

<p>2</p>

Mehmet Akif, Milli Mücadele’ye destek için Ankara’ya gittiği günlerde, Anadolu’daki mücadeleye karşı olanlar tarafından çıkarılan bir isyanı bastırmak üzere Konya’ya gönderilir. Konya şehri ahalisi, Mehmet Akif’i coşkuyla karşılar. Camilerde yaptığı vaaz ve nasihatlerle, halkın isyancılara desteğini önlemeye çalışır.

<p>3</p>

Tanzimat Fermanı, Osmanlı İmparatorluğunda Batılılaşmanın ilk somut adımıdır. 3 Kasım 1839’da Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane Parkı’nda okunarak ilan edilmiştir.