Скачать книгу

n Sıdıkov

      Kazak Edebiyatının Abidevî Şairi. ŞAKARİM

      ŞAKARİM

      ÖNSÖZ

      Dünya değişti. Biz bugün gerekmedikçe dışına çıkmadığımız şehirlerde yaşıyoruz. Şehir dışındaki bozkırsa yaşamaya elverişli olmayan bir yermiş gibi geliyor bize. Daha yüz yıl öncesinde Kazakların, çoğunluk itibarıyla sonsuzluğu uzayla kıyaslanabilecek, şu uçsuz bucaksız alanlarda yaşadığını düşünmek bile zor geliyor.

      Kazak bozkırı, kendi içinde kavranması güç bir muamma gizlemektedir. Issız genişliğe bakınca, burada büyük kültürel varlıkların olabileceğinden ümitlenemiyor insan. XIX. asrın ortasında bozkırın tam kalbinde “vicdan bilimi” denen “hayırlı yaşam” felsefesini “aşılamak” için insanı, toplumu ve kendisini, etraftaki gerçeklerle alakalı sorular sormaya en samimi bir şekilde imrendiren geleceğin şairi, çevirmeni, müzisyeni, tarihçisi, filozofu Şakarim Kudayberdi yaşadı (1858–1931).

      Gençliğinde o nahiye müdürlüğü yaptı, daha sonra kendisini tamamen aile işine verdi. Şiir yazıyor ve onları besteliyordu. Ahlaklı ve dindar, iyi bir zanaatkâr ve avcı olarak tanınıyordu.

      Fakat bir süre sonra hayatının “dönüm noktası” denilebilecek bir olay yaşandı.

      Şakarim, 1904 yılında vefat eden amcası ve hocası, Kazak halkının büyük şairi ve düşünürü Abay’ın talimatı doğrultusunda, İstanbul ve Mekke gibi Doğu’nun tarih ve kültür merkezlerini ziyaret ederek kendilerini hikmete ve bilimsel hizmete adamış insanlarla tanışıp görüşme mutluluğuna nail oldu.

      Şakarim’in yurtdışı gezisinden sonra kaleme almış olduğu ahlakî-felsefî bilimsel eserleri, muhtevasındaki derin düşünce ve bilgilerle insanı hayretlere düşürmekte, eşi benzeri olmayan “Han Sülaleleriyle Türk, Kırgız ve Kazakların Şeceresi” adlı tarihî çalışmasıysa, günümüzde de bilim adamları tarafından olduğu kadar geniş bir okuyucu kitlesince de ilgi görmeye devam etmektedir.

      O yıllarda çıkardığı şiir kitabı da sosyal ve siyasî değişim beklentisiyle, hayatı düzene sokacak hakikat ve güzellik idealleriyle diğerlerinden ayrılıyor. O artık, XIX.-XX. asır Kazak edebiyatı şairleri gibi bir keder şairi olamıyordu. Küçük burjuva övünmeleri ve düzensizlikle dolu zamane bozkır ortamı Şakarim’e dar gelmeye başlamıştı. Kendisinden hoşnut olamadığından o, elli dört yaşında insanlardan ve onun düşüncesine göre, felaket tohumları ekmekten başka bir iş yapmayan yönetimden uzaklaşarak, mükemmeliyete ulaşmak ve eserler meydana getirmek için ıssız bozkırın ortasındaki uzak bir köye yerleşmeye karar verdi.

      Determinist görüşe göre insanlık tarihi kitleseldir; münferit kader önemsiz, kendini feda etmekse beyhudedir. Şakarim’in yaşam biçimi ve hayat hikâyesi bu teoriyi çürütmektedir.

      Şakarim, öncelikle kendisini değiştirmek suretiyle dünyayı değiştirmeye karar verdi. O, dünyayı mükemmelleştirmeye niyetlendi kendisi mükemmelleşti. Kendisini disipline sokma gücü onu, eski yerel ortamdan evrensele doğru götürdü. Çok inançlı bir Müslüman olan Şakarim’in ruhunu kuvvetlendiren bir ideali vardı. Onun Yaratanı vardı. Şakarim, insanları kendisine benzer şekilde yaratan Allah tarafından ona en azından doğuştan verileni yeniden canlandırmak istiyordu. Ruhu canlandırma çabası şeklinde beliren stoacı görüşü, insanın ve insanlığın mahvedici hırsı hakkındaki fikirleriyle tanınan Şakarim, bu dünyadaki yaşam, onun rolü ve ebediyetle ilişkisi konusunda kendi kavrayışını belirlediği “Unutulmuşun Hayatı” adlı eserini kaleme aldı.

      Ömrünün sonuna doğru o, kendi iç dünyasının Dede Korkut’un iç dünyasıyla yakınlığının farkına vararak “Korkut’un Ezgileri” adlı şiirini yazdı. Şakarim, onun lirik ve felsefî yanını telli müzik çalgısı kopuzu icat edip âşıkları koruyan ölümsüz Tanrı hakkındaki Kazak efsanesinden tanıma imkânı bulmuştu.

      Çağdaşları için bir bilmece olan, sonraki nesiller tarafındansa unutulan Şakarim’in eserleri, XXI. asır okuyucuları için bir keşif, bir esin kaynağı haline gelmiştir. Neden biz bugün Şakarim’i büyük bir ilgiyle okumaktayız? Bu durum onun sadece trajik hayatından veya eserlerinin öğüt dolu olmasından kaynaklanmamaktadır. Bu durum, onun eserlerini yaşamının etik kavrayışına çevirdiği samimi bir düşünce, ihlâslı bir duygu ve gerçek hayırseverlikle ürettiğinden ileri gelmektedir.

      Fevkalade bir insandı Şakarim. O, aslında her birimizin olması gerektiği gibi fazilet sahibi bir insandı.

      Bu üstün niteliklerden onda ağır basan hangisiydi? Oğlu Ahat bu konuda şunları söylüyor: “Şakarim’den daha dürüst kimse yoktu. O hayatı boyunca yakışıksız sözler kullanmamıştı. Hiç kimse onun yanından dargın ayrılmamıştı. Onun hırsızlara kefil olup onları hırsızlık alışkanlığından vazgeçirmeye çalıştığını kendi gözlerimle gördüm.”

      Üstün yetenekli bir şahsiyet olan Şakarim, canlı bir ahlak timsaliydi. Onun geriye bıraktıklarıyla hayat felsefesi bunun delilidir. Sovyet rejiminin onun adını anmayı yasakladığı dönem bitip “itibarının iade” edilmesinden sonra Şakarim’in hayatı ve eserleri hakkında birçok Kazakça makale ve kitap yazılmıştır. Zor günlerin geride kalmasına ve Şakarim’in, başlıca tarihî, felsefî, otobiyografik eserlerinin artık ulaşılabilir hale gelmiş olmasına rağmen şairin, bir bütün olarak hayat hikâyesinin anlatıldığı, özellikle Türk dilinde yazılmış bir eser henüz mevcut değildir.

      Onun hakkındaki bilgilerin bir kısmını akrabalarının anlattıkları oluşturmaktadır. Şakarim’in yaşadığı ve eserlerini yazdığı ortam hakkında Abay’ın hayat hikâyesinden hareketle bir fikre varılabilir.

      Bu mükemmel insanın kökeni, onun Kazak hayatındaki, Kazak edebiyatı, tarihi ve felsefesindeki bireysel çehresi hakkında düşünüldüğünde tüm bunlar birer değerli kaynak haline geliyor.

      BİRİNCİ BÖLÜM

      ŞINGIZTAV: KAYNAKLAR VE DORUKLAR

      BOZKIR GÜZELLİĞİYLE DÜNYAYA GELEN

      Şakarim Kudayberdiyev, 11 Temmuz 1858’de (eski takvime göre) Şıngıstav (Cengiz Dağı) bölgesinin Baykoşkar Nehri yanındaki Kenbulak köyünde dünyaya gözlerini açtı. Günümüzde söz konusu bölge, Kazakistan Cumhuriyeti Doğu Kazakistan vilayetinin Abay ilçesi bünyesindedir. Baykoşkar Nehri boyunda artık yerleşim yerleri mevcut değildir, ilçe merkezi nehrin elli kilometre kuzey-doğusunda yer almaktadır. Baykoşkar, Şıngıstav’ın kalbidir ve Kazak bozkırlarının en ilgi çekici yörelerinden biridir.

      Coğrafi haritada Şıngıstav, Kazak dağlık bölgesinin doğusunda bulunan, kuzeyden güneye doğru iki yüz elli kilometrelik alana yayılan bir dağ kütlesidir. Buraya hiçbir turistik gezinin düzenlenmediği gibi Şıngıstav’ın üzerinden geçen modern bir yol da yoktur. Belki de böylesi daha iyi; Şıngıstav tepeleri, uygarlığın yıkıcı gücünün mağlup edemediği şahane doğallığıyla kendisini koruyor.

      Burası tıpkı bir zaman tekkesi gibidir. Tarihî açıdan büyük bir öneme sahip olan Şıngıstav, eski zamanların kalesi, Kazakların millî mizacının odak noktasıdır. Buradan bozkır, bir okyanus kadar geniş görünür. Bulutlar, dört bir yana buradan dağılır. Yer ile gök büyüleyici ışık ve gölge oyunları oluşturarak burada birleşir. Buradan, Şıngıstav’dan bakınca uçsuz bucaksız bozkır, yaratıldığı ilk haliyle bir tablo gibi seyredilir.

      Bugün oraya gidebilmek için önce Semey’in1 yüz doksan beş kilometre güney-batısındaki Karaul’a ulaşmak gerekiyor.

      Abay ilçe merkezinin sağ tarafında, pek yüksek olmasa bile kendini fark ettiren Karaul-töbe dağı bulunmaktadır. Eskiden burası, gözetme tepesi olarak kullanılırmış. Konumu bakımından Karaul, gerçekten Şıngıstav’ın karakolu gibidir. O, görenlere, eski mukaddesatın huzurunu bozmaya müsaade etmeyen kutsal dağların koruyucusunu hatırlatıyor. Belki de bu yüzden adı Karaul’dur, çünkü karaul Türkçede bekçi anlamına gelir ve karakol sözünün kökü de aynı kelimedir.

      Karaul’un beş kilometre ötesinde, Şıngıstav eteklerinde Tobıktı Uruğunun2 meşhur idarecisi, Şakarim’in büyük dedesi Kengirbay’ın onuruna “Biy-Ata”

Скачать книгу


<p>1</p>

Semipalatinsk’in yeni adı

<p>2</p>

Uruk, birkaçı birleşerek boyları oluşturan alt birlikler.