Скачать книгу

saatini inceliyordu, tamamen işe yaramaz görünüyordu. Kristal camı içeriden lekeliydi ve saati sallayınca çerçevesinden paslı, kötü bir ses çıktı, sanki vidalarından biri gevşemiş gibiydi.

      Lennart Kollberg kapıyı tıklatıp içeri girdi. “Selam,” dedi. “Hoş geldin.”

      “Teşekkürler. Bu senin kol saatin mi?”

      “Evet,” dedi Kollberg iç karartıcı bir şekilde. “Yanlışlıkla çamaşır makinesine atmışım. Pantolon cebimde unutmuşum.” Şöyle bir etrafına bakındı ve özür diler gibi açıklama yaptı: “Aslında geçen cuma tamir etmeye çalışıyordum ama araya bir şeyler girdi. Eh, bilirsin nasıl olduğunu…”

      Martin Beck başıyla onayladı. Kollberg uzun nekahet döneminde en çok gördüğü insandı ve birbirlerine anlatacak yeni haberleri yoktu. “Diyet nasıl gidiyor?”

      “Güzel,” dedi Kollberg. “Bu sabah yarım kilo vermişim, 104 kilodan 103,5 kiloya düşmüşüm.”

      “Yani başladığından beri sadece on kilo almışsın?”

      “Sekiz kilo diyelim,” dedi Kollberg, incinmiş bir ifadeyle. Omuz silkti ve sızlanarak devam etti: “Berbat bir şey. Doğama tamamen aykırı bu. Gun da bana gülüp duruyor. Bodil de öyle. Sen nasılsın bu arada?”

      “İyiyim.”

      Kollberg kaş çattı ama bir şey demedi. Evrak çantasının fermuarını açıp içinden açık kırmızı plastik bir dosya çıkardı. Pek ayrıntılı olmayan bir rapor vardı elinde. Otuz sayfa civarında bir rapor.

      “Bu ne?”

      “Bir hediye diyelim.”

      “Kimden?”

      “Benden. Aslında değil. Gunvald Larsson ve Rönn’den.

      Son derece komik olduğunu düşünüyorlar.”

      Kollberg dosyayı masaya koydu. Sonra şöyle dedi: “Maalesef çıkmak zorundayım.”

      “Ne için?”

      “UPK.”

      Yani yeni Ulusal Polis Kurulu.

      “Neden?”

      “Şu kahrolası banka soygunları.”

      “Ama onlarla ilgilenen özel bir ekip var.”

      “Özel ekibe destek gerekiyor. Geçen cuma, kalın kafalı beyinsizin teki gene vurulmuş.”

      “Evet, okudum.”

      “Dolayısıyla Emniyet Teşkilatı özel ekibi hemen genişletmeye karar verdi.”

      “Seninle mi?”

      “Hayır,” dedi Kollberg. “Aslında sanırım, seninle. Ama bu emir geçen cuma geldi, ben hâlâ burada görevdeyken. O yüzden kendim karar verdim.”

      “O da?”

      “O da seni o tımarhaneden korumak ve özel ekibe destek vermek için kendim gitmek.”

      “Sağ ol.” Martin Beck gerçekten de ciddiydi. Özel bir ekipte çalışmak demek, her gün Emniyet Genel Müdürü ile, en az iki daire şefiyle, farklı başkomiserlerle ve başka amatörlerle haşır neşir olmak demekti. Kollberg bu çileyi gönüllü olarak üstlenmişti.

      “Eh,” dedi Kollberg, “karşılığında bunu aldım.” Plastik dosyaya kalın işaret parmağını koydu.

      “O ne?”

      “Bir vaka,” dedi Kollberg. “Gerçekten de son derece ilginç bir vaka, banka soygunları ve o tarz şeyler gibi değil. Tek eksik…”

      “Neymiş?”

      “Senin polisiye roman okumaman.”

      “Niye?”

      “Çünkü okusaydın, kıymetini daha çok bilirdin. Rönn ve Larsson herkesin polis hikâyeleri okuduğunu zannediyor. Aslında bu vaka da onların ama şimdilik o kadar sefil durumdalar ki küçük işleri için destek istiyorlar, her isteyeni kabul ediyorlar. Bunu bir düşünsen iyi olur. Sadece sakince otur ve düşün.”

      “Tamam, göz atarım,” dedi Martin Beck gönülsüzce.

      “Gazetelerde bu konuda tek kelime yazmıyor. Merak etmiyor musun?”

      “Tabii.”

      “Hoşça kal o zaman.”

      “Görüşürüz,” dedi Kollberg.

      Kapının dışında durup birkaç saniye bekledi, kaş çattı. Sonra dertli dertli başını sallayıp asansöre doğru yürüdü.

      5

      Martin Beck, kırmızı dosyada ne olduğunu merak ettiğini söylemişti ama bu pek doğru değildi. Aslında, uzaktan yakından ilgisini çekmiyordu. Buna rağmen o soruya neden kaçamak ve doğru olmayan bir cevap vermişti bilmiyordu. Kollberg’i mutlu etmek için mi? Pek sayılmaz. Onu kandırmak için mi? Bu daha da alakasız. Bir kere, bu çok anlamsızdı, buna kanmazdı. Birbirilerini yakından tanıyorlardı, hem de uzun yıllardır. Bunun yanı sıra, Kollberg, Martin Beck’in hayatında tanıdığı en kandırılmayacak adamdı. Belki de kendini kandırmak istemişti? Düşüncesi bile saçmaydı.

      Martin Beck ofisini incelemeye devam ederken bu soruyu kafasında evirip çevirdi. Çekmeceleri karıştırmayı bitirince mobilyalara geçti, sandalyeleri sağa sola çekti, masayı başka tarafa çevirdi, dosya dolabını kapıya birkaç santim daha yaklaştırdı, ofis lambasının vidasını söküp masasının sağ köşesine aldı. Belli ki vekaleten yerine bakan kişi lambayı solda tercih ediyordu ya da o şekilde kalmıştı. Koll-berg böyle ufak tefek şeylerde hep özensizdi. Ancak mühim bir durum varsa, son derece mükemmeliyetçiydi. Örneğin, kafasındaki kusursuz eşe kavuşma motivasyonuyla, evlenmek için kırk iki yaşına kadar doğru kişiyi beklemişti.

      Öte yandan Martin Beck, neredeyse yirmi yıl süren başarısız evliliğinin yanlış bir seçim olduğunu kolayca anlayabilirdi. Neyse ki boşanmıştı zaten; bunu bile çok uzatmıştı.

      Son altı ay içinde, hayatını gözünün önünden geçirdiği zamanlarda kendini boşanmasının bir hata olup olmadığını düşünürken bulurdu. Belki de dırdırcı ve sıkıcı bir eşinin olması hiç olmamasından daha iyiydi?

      Eh, her şeyin bir bedeli vardı. Martin Beck çiçeklerle dolu vazoyu alıp sekreterlerden birine verdi. Kız buna sevinmişti. Martin Beck masasına oturup etrafına bakındı. Düzeni yeniden oturtmuştu.

      Acaba bunu kendini hiçbir şeyin değişmediğine inandırmak için mi yapıyordu? Anlamsız bir soruydu bu ve Martin Beck soruyu en kısa zamanda unutmak için kırmızı dosyayı önüne çekti. Plastiği şeffaftı ve Beck anında bunun bir cinayet dosyası olduğunu anladı. Tamam. Cinayet, mesleğinin bir parçasıydı zaten. Ama nerede olmuştu bu olay? Bergs Caddesi no 57. Neredeyse polis merkezinin dibinde.

      Genellikle onun ya da dairesinin değil de Stockholm Adli Suçlar Soruşturma Birimi’nin işi olduğunu düşünürdü. Bir an için Kungsholmen’i arayıp konu nedir diye sormak geldi içinden. Ya da sadece belgeleri dosyaya geri sokup gönderene iade etmek. Martin Beck katı ve resmî olmayı istiyordu ve bunu bastırmak için de büyük bir iradeyle mücadele etti. Dikkatini dağıtmak için saate baktı. Öğle yemeği vakti gelmişti bile. Ama karnı hiç de aç değildi.

      Martin Beck kalktı, lavaboya gidip bir bardak ılık su içti.

      Geri dönünce odasındaki havanın sıcak olduğunu ve kötü koktuğunu fark etti. Yine de ceketini çıkarmadı, kravatını bile gevşetmedi. Oturdu, sayfaları önüne çekip okumaya başladı.

      Polis olarak geçirdiği yirmi sekiz yıl ona birçok şey katmıştı. Raporları önemsiz detaylara ve tekrarlara takılmadan hızlıca

Скачать книгу