Скачать книгу

ötesinde bir çaresizlik içindeydi.

      “Buraya neden geldin?” diye sordu Duncan, çok daha yaşlı hissediyordu ve sesi kısılmıştı. “Benden ne istiyorsun?”

      Enis sırıttı. Uzun bir süre sessiz kaldı ve sonra iç geçirdi.

      “Babamın senden bir şey istemiş olduğuna inanıyorum” dedi yavaşça. “Seni çağırmaz ve bu anlaşmayı yapmazdı fakat yine de yaptı. Sana Pandesialılara karşı büyük bir zafer vaat etti ve karşılığında da senden bir şey talep etti. Ama ne? Senden istediği neydi? Sakladığı sır neydi?”

      Duncan kendinden emin bir şekilde baktı; artık umursamıyordu.

      “Babanın benden bir dileği vardı” dedi, lafı sündürerek. “Onurlu ve kutsal bir şey. Yalnızca bana güvenebileceği bir şey; kendi oğluna bile değil! Şimdi nedenini anlıyorum.”

      Enis alaycı bir şekilde gülümsedi, kızardı.

      “Eğer adamlarım hiçbir şey uğruna değilse bile” diye devam etti Duncan “işte bu onur ve güven uğruna öldüler; hiçbir zaman kırmayacağım güven. Bu nedenle de sen bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceksin.”

      Enis’in ifadesi sertleşti. Duncan onun öfkelendiğini gördüğüne memnundu.

      “Babamın, sana ve tüm adamlarına ihanet eden adamın sırlarını yine de saklayacak mısın?”

      “Bana ihanet eden sendin” diye düzeltti Duncan “baban değil. O hayatında bir hata yapmış iyi bir adamdı. Diğer taraftan sen bir hiçsin. Sen yalnızca babanın bir gölgesisin.”

      Enis kaşlarını çattı. Yavaşça ayağa kalktı, öne eğilip Duncan’ın yanına tükürdü.

      “Bana onun senden ne istediğini söyleyeceksin” diye ısrar etti. “Neyi veya kimi saklamaya çalışıyordu? Eğer söylersen ben de sana merhamet gösterip seni serbest bırakabilirim. Eğer söylemezsen seni darağacına kadar kendi ellerimle götürmekle kalmam, hayal edebileceğin en vahşi şekilde öldürülmeni de sağlarım. Seçim senin ve geri dönüşü yok. İyi düşün, Duncan.”

      Enis gitmek üzere döndü fakat Duncan arkasından seslendi.

      “Yanıtımı istersen hemen şimdi verebilirim” dedi.

      Enis yüzünde tatminkâr bir gülümsemeyle döndü.

      “Ölümü seçiyorum” dedi ve ilk kez gülümsemeyi başardı. “Sonuçta ölüm onurun yanında bir hiç kalır.”

      BÖLÜM İKİ

      Dierdre, demirci ocağında çalışmakta olduğu sırada, alnındaki teri silerken, büyük bir gürültüyle irkilerek doğruldu. Bu kolay ayırt edilebilir, kendisini geren, içerideki tüm örslere vuran çekiçlerin çıkardığı sesin üzerinde bir gürültüydü. Içeride çalışan tüm kadın ve erkekler de durmuş, ellerindeki bitmemiş silahları bırakmış, sorgular şekilde bakıyordu.

      Ses tekrar duyuldu. Sanki rüzgârla taşınan bir gök gürültüsü sesi gibiydi, sanki dünyanın örtüsü yırtılıyormuş gibiyi.

      Sonta tekrar oldu.

      Nihayet Dierdre ne olduğunu anladı: demir çanlar. Çanlar çalınıyor, tekrar tekrar hre çalınışlarında yüreğine dehşet saçıyor, tüm şehirde yankılanıyordu. Bunlar tehlikenin habercisi olan uyarı çanlarıydı. Savaş çanları!

      Tüm Ur halkı tezgâhlarından fırladı ve ne olduğunu görmek için acele ederek ocağın dışına koştu. Dierdre en öndeydi, yanında diğer kızlar, Marco ve arkadaşları vardı. Meraklı halkla dolu sokağa fırladılar. Herkes daha iyi bir görüş elde edebilmek için kanallara doğru akın ediyordu. Dierdre merak içinde etrafına bakıp, çanların haber verdiği, şehrini saran gemileri, askerleri görmeyi bekledi fakat görememişti.

      Kafası karışmış bir şekilde, daha iyi bir görüş sağlayabilmek için, Acılar’ın kıyısına yerleştirilmiş gözetleme kulesine doğru gitti.

      “Dierdre!”

      Arkasında dönüp baktığında babasının ve adamlarının da denizi daha iyi görebilmek için gözetleme kulesine doğru aceleyle koştuklarını gördü. Dört kule de çılgın gibi çalıyordu. Böyle bir şey daha önce hiç olmamıştı. Sanki ölümün bizzat kendisi şehre yaklaşıyor gibiydi.

      Dierdre kendisine yetişen babasının yanında koşmaya devam etti, sokakları dönerek, denizin kıyısındaki şehir surlarının tepesine varana kadar taş merdivenleri tımandılar. Dierdre babasının yanında durdu ve önündeki manzara karşısında donakaldı.

      Sanki en kötü kâbusu gerçek olmuş gibiydi. Önünde, tüm hayatı boyunca hiç görmemiş olmayı dileyeceği bir manzara vardı. Denizin üzeri ufka varıncaya kadar simsiyahtı. Siyah Pandesia gemileri, birbirlerine o kadar yakınlardı ki denizin üzerini kaplamışlardı, sanki tüm dünyayı kaplamış gibi görünüyorlardı. Daha da kötüsü, hepsi tek bir kuvvet halinde şehrine doğru saldırıya geçmişti.

      Dierdre donup kalmış bir halde yaklaşan ölüme bakıyordu. Bu boyutta bir donanmaya karşı kendilerini savunmalarının hiçbir yolu yoktu; ne zayıf zincirleri ne de kılıçlarıyla… İlk gemi kanallara ulaştığında belki onları darboğaza alabilir, biraz yavaşlatabilirlerdi. Belki yüzlerce ve hatta binlerce askeri de öldürebilirlerdi.

      Fakat önünde gördüğü milyonlara karşı şansları yoktu.

      Dierdre dönüp babasına ve askerlerine baktığında kalbi kırıldı; hepsinin yüzünde sessiz bir panik havası seçilebiliyordu. Babası askerlerine karşı cesur bir ifade takınmış olsa da Dierdre babasını tanıyordu. Babasının gözlerindeki tevekkülü, gözlerinin içindeki ışığın söndüğünü görebiliyordu. Oradaki herkes açıkça, harika kadim şehirlerinin sınırında, gözlerini kendi ölümlerine dikmiş bakıyordu.

      Yanında duran Marco ve arkadaşları da dehşete kapılmış bir şekilde bakıyorlardı fakat hepsi de metin bir şekilde duruyordu. Dierdre, hiçbirinin dönüp kaçmıyor oluşunu takdir etmişti. İnsan denizi arasında Alec’in yüzünü aradı fakat hiçbir yerde göremeyip kafası karıştı. Onun nereye gitmiş olabileceğini merak ediyordu. Kaçmış olamaz herhalde, diye düşünüyordu.

      Dierdre pozisyonunu koruyarak kılıcını sıkıca kavradı. Ölümün onlar için geleceğini biliyordu fakat bu kadar acele edeceğini tahmin etmemişti. Yine de herhangi birinden kaçmayı artık bırakmıştı.

      Babası ona dönüp telaş içinde omuzlarını kavradı.

      “Şehri derhal terk etmelisin” dedi.

      Dierdre babasının gözlerindeki babacan sevgiyi gördü ve bu içine dokundu.

      “Adamlarım sana eşlik edecek” diye ekledi. “Seni buradan uzaklaştırabilirler. Şimdi git! Ve beni unutma!”

      Dierdre babasının ona ne kadar büyük bir sevgiyle bakmakta olduğunu görüp gözüne dolan yaşı sildi. Başını salladı ve babasının ellerini omuzlarından indirdi.

      “Hayır baba” dedi. “Burası benim şehrim ve öleceksem senin—“

      Sözlerini bitiremeden korkunç bir patlama havayı yardı. Dierdre önce bunun da bir çan sesi olduğunu sandı fakat daha sonra bunun ne olduğunu anladı—top atışı! Yalnızca tek bir top da değil; yüzlercesi!

      Sadece şok dalgası bile Dierdre’nin dengesini bozmuştu. Atmosferi öylesine büyük bir güçle yarıyordu ki Dierdre kulakları parçalanıyormuş gibi hissediyordu. Daha sonra top güllelerinin tiz ıslığı duyuldu ve Dierdre denize baktığında, yüzlerec top güllesinin, gökyüzünde demir kazanlar gibi, yüksek bir yay çizerek, doğrudan sevgili şehrine gelmekte

Скачать книгу