Скачать книгу

Volis’in konforunda ölüyor olmayı diledi. Attığı her adım onu ölüme daha da yaklaştırıyordu.

      Aidan o güne kadar yaşadığı kısacık hayatını gözden geçirdi, tanıdığı ve sevdiği herkesi düşündü, babası, ağabeyleri ve en çok da ablası Kyra’yı… Ablasını merak etti, acaba o neredeydi, Escalon’u geçebilmiş miydi, Ur yolculuğunu sağ salim bitirebilmiş miydi? Ablasının da onu bir kez olsun düşünüp düşünmediğini merak etti, onunla gurur duyuyor muydu? O da ablasının izlerini takip etmeye, kendi yöntemiyle babasının davasına yardımcı olmak için Escalon’u geçmeye çalışıyordu. Büyük bir savaşçı olabilecek kadar yaşayıp yaşayamayacağını merak etti ve ablasını bir daha asla göremeyecek olmak onu derinden üzdü.

      Aidan her adımıyla daha da battığını hissetti ve yaraları ve bitkinliğine teslim olmaktan başka yapacak bir şey kalmadığına karar verdi. Git gide daha da yavaşlıyordu ve Beyaz’a baktığında onun da bacaklarını sürüyerek yürüdüğünü gördü. Kısa süre sonra da yere yatıp, her ne olursa olsun yolun ortasında öylece durmaya başlayacaklardı. Bu berbat bir durumdu.

      Aidan kendinden geçmek üzereyken bir şey duyduğunu sandı. Durdu ve Beyaz da durup soru sorar gibi kendisine bakarken dikkatle dinledi. Aidan umutlandı ve dua etti. Yoksa gaipten sesler mi duyuyordu?

      Derken ses tekrar duyuldu. Bu kez emindi. Tekerlek gıcırtısı. Ağaç sesi, demir sesi; bu bir arabaydı.

      Aidan arkasını dönüp gözlerini kısarak çökmekte olan karanlığı tararken kalbi tekledi. Başta hiçbir şey görememişti. Fakat sonradan yavaşça, bir şeyin görünür hale gelmeye başladığından emin oldu. Bir araba. Birçok araba.

      Aidan’ın yüreği ağzındaydı, gümbürtüyü hissedip, atların sesini duyarken heyecanının güçlükle kontrol edebiliyordu. Bir kervanın onlara doğru yaklaştığını gördü. Fakat heyecanı bir anda söndü; gelenler dost olmayabilirdi. Sonuçta, her yerden bu kadar uzak bu uzun, kıraç yoldalardı. Bu yolda kim yolculuk ediyor olabilirdi ki? Savaşabilecek durumda değildi ve göstermelik bir şekilde hırlayan Beyaz’ın da savaşabilecek hali yoktu. Yaklaşan her kimse onların insafına kalmışlardı. Bu korkutucu bir düşünceydi.

      Arabalar yaklaşırken ses sağır edici derecede yükseldi. Aidan saklanamayacağını fark edip yolun ortasında cesur bir şekilde durdu. Şansını denemek zorundaydı. Kervan yaklaşırken Aidan müzik duyduğunu sandı ve merakı iyice arttı. Arabalar hızlanmıştı ve bir an için Aidan üzerinden geçip gideceklerini düşündü.

      Derken aniden tüm kervan yavaşladı ve yolu kapatmış olduğu için tam önünde durdu. Etraflarındaki toz yere inerken, arabalardaki insanlar ona baktılar. Aidan, elli kişi kadar olan gruba gözlerini kırpıştırarak baktı ve bunların asker olmadıklarını görüp şaşırdı. Saldırgan gibi de görünmüyorlardı ve bu durum Aidan’ı rahatlattı. Arabaların farklı yaşlarda, kadınlı erkekli, birçok insanla dolu olduğunu gördü. Birinde müzisyen görünümlü insanlar vardı, ellerinde birçok farklı enstrüman vardı. Bir diğeri ise jonglör veya komedyen gibi görünen insanlarla doluydu. Yüzleri parlak renklerle boyanmıştı ve parlak renkli taytlar ve tunikler giyiyorlardı. Bir başka arabada da oyuncular var gibiydi. Tiyatro oyunu kostümleri giymiş olan bu insanların ellerinde parşömenler vardı. Bunlar büyük ihtimalle prova metinleriydi. Bir arabada ise üzerlerinde neredeyse hiç kıyafet olmayan, yüzleri aşırı makyajlı kadınlar vardı.

      Aidan kızarıp başını başka tarafa çevirdi; bu tip bir şeye bakmak için henüz çok genç olduğunu biliyordu.

      “Hey delikanlı!” diye seslendi biri. Bu, parlak kırmızı, oldukça uzun sakalları beline kadar inen, dostane bir şekilde gülümseyen, farklı görünümlü bir adamdı.

      “Bu yol sana mı ait?” diye sordu bir jestle birlikte.

      Tüm arabalardan kahkahalar yükseldi ve Aidan kızardı.

      “Siz kimsiniz?” diye sordu Aidan afallamış bir şekilde.

      “Bence doğru soru, asıl sen kimsin” olmalı diye seslendi adam. Beyaz onlara hırlarken, korkuyla ona baktılar. “Ayrıca bir Orman Köpeğiyle ne işin var? Onların seni öldürebileceğini bilmiyor musun?” diye sordular korku dolu bir sesle.

      “Bu öyle değil” diye yanıtladı Aidan. “Siz…gösteri mi yapıyorsunuz?” diye sordu, hala meraklıydı ve orada ne aradıklarını öğrenmek istiyordu.

      “Yaptığımız iş için kibar bir kelime!” diye seslendi arkadan biri kahkahaya boğulurken.

      “Bizler aktörler ve oyuncular ve jonglörler ve kumarbazlar ve müzisyenler ve palyaçolarız!” dedi bir başkası.

      “Ve yalancılar ve hergeleler ve fahişeleriz!” dedi bir kadın ve hepsi yeniden kahkaha attı.

      Kahkahalar artarken biri bir arpın tellerine vurdu ve Aidan kızardı. Bunlar gibi insanlara karşılaştığı bir anıyı hatırladı; o zaman daha küçüktü ve Andros’ta yaşıyordu. Tüm o gösteri yapan insanların başkente akın edip, kralı eğlendirişini hatırladı; parlak renkli yüzlerini, döndürdükleri bıçakları, adam yiyen kürkü, şarkılar söyleyen kadını ve saatler sürüyormuş gibi hissedilen şiirler okuyan bir ozanı hatırladı. Birinin neden böyle bir hayat yolunu tercih edip, savaşçı olmak istemediğini anlayamayıp kafasının karıştığını hatırladı.

      Aniden bir şeyin farkına vardı ve gözleri parladı.

      “Andros!” diye bağırdı. “Siz Andros’a gidiyorsunuz!”

      Bir adam arabalardan birinden yere inip yanına geldi. Bu kırklı yaşlarında, şişkin bir karnı, tıraşsız, kahverengi sakalı ve aynı dağınıklıkta saçları olan, iri bir adamdı ve yüzünde dost canlısı bir gülümseme vardı. Aidan’ın yanına geldi ve bir kolunu babacan bir tavırla Aidan’ın omzuna koydu.

      “Buralarda olmak için çok gençsin” dedi adam. “Kaybolduğunu söyleyebilirdim fakat senin ve köpeğinin yaralarınızdan, sadece kaybolmakla kalmamış olduğunuzu düşünüyorum. Görünüşe bakılırsa kendini bir belaya sokmuşsun ve o bela epey derinmiş. Ve tahminime göre” dedi adam Beyaz’ı endişeli bir şekilde inceleyerek “bunlar, sen bu yaratığa yardım etmek istediğin için olmuş.”

      Aidan, ne kadar ne anlatması gerektiğini bilemediğinden sessizliğini korurken, Beyaz, onu şaşırtacak şekilde, gidip adamın elini yaladı.

      “Ben kendime Motley diyorum” diye ekledi adam bir elini uzatırken.

      Aidan endişeli bir şekilde adama baktı. Elini sıkmak yerine geriye bir adım attı.

      “Benim adım Aidan” dedi.

      “Siz ikiniz burada kalıp, açlıktan ölmeyi bekleyebilirsiniz” diye devam etti Motley “fakat bu ölmek için hiç de eğlenceli bir yol değil. Şahsen ben, önce güzle bir yemek yemeyi isterim. Daha sonra ölmek için başka bir yol bulunur.”

      Ekiptekiler kahkahaya boğulurken, Motley’in eli hala havadaydı ve nazik ve şefkatli bir şekilde Aidan’a bakıyordu.

      “İkiniz bu kadar yaralıyken bir yardım eline ihtiyacınız olacağını düşünüyorum” diye ekledi.

      Aidan, babasının ona öğrettiği gibi, zayıflık belirtisi göstermek istemez bir şekilde gururlu bir biçimde durdu.

      “Biz burada gayet iyiyiz” dedi Aidan.

      Motley ekibine yeni bir kahkaha dalgasında öncülük etti.

      “Eminim öyledir” dedi.

      Aidan şüpheli bir şekilde adamın eline baktı.

      “Ben Andros’a gidiyorum” dedi Aidan.

      Motley gülümsedi.

      “Biz

Скачать книгу