Скачать книгу

tekme atmaya çalıştı sonra kılıcını çekerek yaratığa doğru salladı. Diğerleri de aynı şekil kılıçlarını çekerek etrafını sardılar. Kendi bacağını yaralamamak için dikkatlice yaratığın bir kafasını kopardı. Yaratık acıyla Thor’u bıraktı ve tıslayarak tekrar suda kayboldu. Thor’un bileklerindeki korkunç acı da geçmişti.

      O’Connor yayını çekip okunu yaratığın arkasından fırlattı ama ıskaladı. Tam o anda Elden’ın çığlıkları duyuldu. Üç yaratık daha aynı anda kendisine saldırmıştı.

      Thor öne doğru atıldı ve O’Connor’ın bacağından yukarıya doğru yaratığı kesti. Bu sırada Indra Elden’a “Kımıldama!” diye bağırıyordu.

      Yayını çekti ve yaratıklara doğru üç hızlı ok salladı. Tam isabetle Elden’ın derisini sıyırarak üçünü de vurdu.

      O’Connor şok olmuştu.

      “Deli misin sen!” diye bağırdı. “Neredeyse bacağımı vuracaktın!”

      Indra gülümsedi.

      “Ama vurmadım. Öyle değil mi?”

      Thor sudaki hareketliliğin arttığını fark etti. Arkasını döndüğünde düzinelerce yaratığın onlara doğru geldiğini gördü. Sudan bir an önce çıkmaları gerektiğini biliyordu.

      Thor şaşkındı, güçsüzdü ve bitkin düşmüştü. Gücünden geriye çok az kalmıştı ve arka arkaya aynı gücü kullanamayacağını biliyordu. Yine de bedeli ne olursa olsun son bir kez denemek zorundaydı. Denemezse asla geri dönemeyeceklerdi, yaratıklarla dolu bir suda can verecek ve oğlunu hiçbir zaman kurtaramayacaktı. Bu tüm gücüne mal olabilir, günlerce zayıf kalabilirdi ama umurunda değildi. Guwayne yukarıda savunmasız ve yardıma muhtaçtı. Barbarların elindeydi ve bir şeyler yapması gerekiyordu.

      Yaratıklar üzerine doğru gelirken gözlerini kapattı ve tekrar avuçlarını havaya kaldırdı.

      “Yalnız ve tek Tanrı adına,” diye bağırdı. “Sana göklerin yarılmasını ve bulutların bizi yukarı alması için göndermeni emrediyorum!”

      Sözcükler Thor’un ağzından karanlık ve derin bir ses tonuyla çıktı. Artık Druid olmasını kabullenmekten korkmuyordu ve Druidler’in göğsünde ve havada titreşim saçtığını hissediyordu. Bir anda göğsünü saran inanılmaz bir sıcaklık hissetti. Sözler ağzından çıkarken istediğinin gerçekleşeceğini biliyordu.

      Sonra feci bir gümbürtü duyuldu; Thor yukarı baktığında gökyüzünün değişmeye başladığını gördü. Gökyüzü koyu mor rengini almış, bulutlar kabarmaya başlamıştı. Ardından yuvarlak bir delik açıldı, ardından parlak kırmızı bir ışık ve onun arkasından onlara doğru inen boru şeklinde bir bulut gözüktü.

      Saniyeler içinde Thor ve diğerleri kendilerini bir hortumun içinde buldular. Thor etraflarını saran bulutların nemini hissedebiliyordu. Sanki ışığın içinde kaybolmuşlardı. Saniyeler sonra bildiği her şeyden daha hafifti ve yukarıya, gökyüzüne doğru çekiliyordu. Kendisini evrende süzülürken hissediyordu.

      Dağın yamacından yukarıya, daha yukarıya yükseliyordu. Tüm enkazı geçti, kendilerini koruyan kalkanı geçti, dağın tepesine ulaşmıştı. Bulut onları yanardağın en tepesine götürüp nazikçe bıraktı. Sonra aniden ortadan kayboldu.

      Thor kardeşleriyle beraberdi ve ona şaşkın gözlerle tanrıymış gibi bakıyorlardı.

      Ama Thor şimdi bunları düşünmüyordu. Döndü ve hızlıca platoyu süzdü, şu an sadece önünde ellerinde beşikle volkanın köşesinde duran üç barbarı düşünüyordu.

      Savaş çığlıklarıyla onlara doğru atıldı. İlki ona doğru döndü, ileri atıldı, ama Thor tereddüt etmeksizin kafasını kesti. Diğer ikisi de ona döndü, dehşet içinde kalmışlardı. Thor kılıcını birisinin kalbine sapladı ve dönerek kılıcının arkasıyla diğerinin suratına vurdu, çığlıklar içinde volkanın köşesinden aşağıya attı.

      Hemen geri döndü ve beşik yere düşmeden yakaladı. Aşağıya baktı, kalbi zamanında yetişmenin verdiği heyecanla deli gibi atıyordu. Guwayne’i çıkartıp kollarına almak için sabırsızlanıyordu.

      Ama beşiğin içine baktığında tüm dünyası yıkıldı.

      Beşik boştu.

      Tüm dünyası donmuştu. Orada öylece kalakaldı.

      Yanardağın içine baktı, aşağıdan yukarıya doğru yükselen alevlerden başka bir şey yoktu. Oğlunun öldüğünü biliyordu.

      “HAYIR!” diye bağırdı.

      Dizlerinin üzerine çöktü, gökyüzüne haykırdı; ağlarken bağırışları tüm dağda yankılanıyordu.

      Yaşamını uğruna feda edebileceği her şeyini kaybetmiş bir adamın ilk haykırışlarıydı.

      “GUWAYNE!”

      İKİNCİ BÖLÜM

      Denizin ortasında, ıssız bir adanın yükseklerinde yalnız bir ejderha uçuyordu. Henüz büyümemiş yavru bir ejderha. Tiz ve delici çığlıkları elbet bir gün olgunlaşacağının habercisiydi. Bir zafer kazanmışçasına uçuyor, pulları rüzgârda dalgalanıyor, adeta her dakika büyürken pençeleri kısacık ömründeki en değerli şeyi koruyordu.

      Aşağı baktı, pençelerinde sıcaklık hissetti. Sonra değerli yükünü kontrol etti. Ağlama sesini duydu, kıpırtılarını hissetti ve bebeğin hala pençelerinin arasında olduğundan emin oldu.

      Bebek bilinen adıyla “Guwayne’di.”

      Ejderha yükseklere doğru uçarken hala bağırışları duyabiliyordu. Barbarlar hançerlerini onun üzerine saplamadan bebeği zamanında kurtarabildiği için mutluydu. Guwayne’i saniye farkıyla onların elinden kurtarmıştı. Kendisine emredilen görevi en iyi şekilde yerine getirmişti.

      Ejderha ıssız adanın üzerine, insanların göremeyeceği kadar bulutların arasına yükseldikçe yükseldi. Sislerin içinden adayı ve yanardağı geçti, uzaklara çok uzaklara doğru yol aldı.Kısa süre sonra ıssız adayı geride bırakmış, okyanusun üzerinde yol alıyordu. Arkasında uçsuz bucaksız deniz ve gökyüzü, milyonlarca mil boyunca bu sükuneti bozacak hiçbir şey bulunmuyordu.

      Ejderha tam olarak nereye gideceğini biliyordu. Bu çocuğu kendisinin hayal edebileceğinden daha çok sevebilecekleri bir yere.

      Çok özel bir yere.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Volusia Romulus’un üzerine oturmuş, büyük bir zevkle, onun hala sıcak olan kanı sandaletli ayaklarına, bacaklarına bulaşmış olan ölü bedenine bakıyordu. Bu hazzı adeta yaşıyordu. Gençliğinden beri kaç adamı sürpriz bir şekilde öldürdüğünü kendisi bile bilmiyordu. Onun vahşiliğini ve bunun hayattaki en büyük zevklerinden biri olmasını hep küçümsemişlerdi.

      Şimdiyse, Andronicus’u öldürüp tahtını elinden alan efsane savaşçı Yüce Romulus, başka bir savaşçının kılıcıyla değil onun tarafından bizzat öldürülmüştü. İmparatorluğun yüce hâkimi…

      Volusia büyük bir keyifle gülümsedi. Yüce imparator, kan gölü içindeki ayaklarının dibinde öylece yatıyordu. Bunu kendisi yapmıştı.

      Volusia cesaretlenmişti. Her şeyi yok edebilecek damarlarındaki ateşi hissediyordu. Kaderi vuku buluyordu. Zamanının geldiğini biliyordu. Kendi elleriyle kendi annesini öldürebileceğinden emin olduğu kadar bir gün imparatorluğa hükmedeceğini biliyordu.

      “Yüce efendimizi öldürdün!” dedi titrek

Скачать книгу