Скачать книгу

tarafından gelmektedir. Halka’dan. Bizim de geldiğimiz yer orası. Senden hoşlanmış gibi duruyor.”

      Oğlan birkaç kez Krohn’u öptü ve nihayet ayağa kalkıp Thor’a baktı,

      “Şey,” dedi biraz tereddüt ederek, “sanırım sizi bizim köye götürebilirim. Umarım büyükbabam çok öfkelenmez. Eğer sinirlenirse, şansınıza küsün. Şimdi beni takip edin. Acele etmemiz gerek. Az sonra gece olacak.”

      Oğlan döndü ve hızla ormanın içine dalarak yola düştü. Thor ve diğerleri de onu takip ettiler. Thor oğlanın becerikliliğine ve ormanı bu kadar iyi tanımasına hayret etmişti. Onu takip ederken bile zorlanıyorlardı.

      “Bazen buralardan geçenler olur,” dedi oğlan. “Okyanustaki gelgit onları bu körfezin tam göbeğine sürükler. Bazıları denizden gelip başka bir yere giderken buradan geçmek isterler ama pek çoğu bunu başaramaz. Ormandaki şu veya bu gibi şeyler onları yer. Siz şanslısınız. Gathorbeast’ten çok daha beter olan şeyler de var…”

      Thor yutkundu.

      “Çok daha beter olan şeyler mi? Ne gibi yani?”

      Oğlan başını iki yana salladı, bir yandan da yürümeye devam ediyordu.

      “Bilmeseniz daha iyi olur. Ben burada çok kötü şeyler gördüm.”

      “Ne kadar zamandır buradasın? “ diye sordu Thor merakla.

      “Bütün hayatım boyunca,” dedi oğlan. “Büyükbabam ben daha küçükken bizi buraya getirmiş.”

      “Peki ama neden buraya, bu yere? Buradan daha konuksever yerler mutlaka vardı.”

      “Siz İmparatorluk’u bilmiyorsunuz, değil mi?” diye sordu oğlan. “Her yerde askerleri vardır ve onların göremediği bir yerde olmak mümkün değildir. Eğer yakalarlarsa, bizi köle yaparlar. Ama çok ender olarak buraya gelirler, yani ormanın bu denli içlerine kadar…”

      Sık yeşilliklerle kaplı bir araziden geçerken, Thor önüne çıkan bir yaprağı kenara çekmek için elini uzattı. Ama oğlan aniden dönerek Thor’un elini ittirdi ve:

      “SAKIN ONA DOKUNMAYIN!” diye bağırdı.

      Hepsi aynı anda durdular. Thor neredeyse dokunmak üzere olduğu yaprağa bir bakış attı. Geniş ve sarı bir yapraktı ve oldukça da masum görünüyordu.

      Oğlan elindeki sopayı uzatarak yaprağın ucuna dokundu; bunu yapar yapmaz yaprak inanılmaz bir hızla aniden sopaya sarıldı. Bir tıslama sesi duyuldu ve sopanın ucu bir anda ortadan kayboldu.

      Thor şoke olmuştu.

      “Bu bir Rankle yaprağı,” dedi oğlan. “Zehirlidir. Eğer dokunmuş olsaydınız, şu anda bir elinizi kaybetmiş olacaktınız.”

      Thor çevresindeki yeşilliklere farklı bir yaklaşımla bakmaya başladı. Bu oğlanla karşılaşmış oldukları için ne kadar şanslı olduklarını düşündü.

      Yürüyüşlerine devam ettiler. Thor ellerini bedenine yapıştırmış olarak yürüyordu. Diğerleri de öyle… Attıkları her adıma dikkat ediyorlardı.

      “Birbirinizin yanından ayrılmayın ve benim adımlarımı takip edin,” dedi oğlan. “Hiçbir şeye dokunmayın, O meyvelerden sakın yemeyin. Çiçekleri de asla koklamayın… Tabii eğer kendinizden geçmek veya ölmek istiyorsanız, o başka…”

      “Hey, şu da ne?” diye sordu O’Connor, bir daldan sallanan, ince uzun, sarı renkli devasa meyveyi göstererek. O tarafa doğru bir adım attı ve dokunmak için elini uzattı.

      “HAYIR!” diye bağırdı oğlan.

      Ama çok geç kalmıştı. O’Connor meyveye dokunur dokunmaz altlarındaki toprak çökmeye başladı. Thor bir anda kendisini toprak ve çamurla birlikte bir tepeden aşağıya kayarken buldu. Bir çamur kayması içindeydiler ve durmak için hiçbir şey yapamıyorlardı.

      Çamurların içinde, metreler boyunca ormanın karanlık derinliklerine doğru kayarlarken hepsi birden çığlıklar attılar.

      BÖLÜM YEDİ

      Erec atının üzerinde oturdu. Güçlükle soluk alıyordu. Karşısındaki iki yüz askere karşı saldırıya geçmek için kendisini hazırlıyordu. Çok kahramanca çarpışmış ve ilk yüz kişiyi saf dışı bırakmayı başarmıştı ama şimdi omuzları zayıflamıştı ve elleri titriyordu. Zihni sürekli savaşmaya her zaman hazırdı, ama bedeninin ne kadar dayanabileceğini kestiremiyordu. Yine de, hayatı boyunca yaptığı gibi, elinden geldiği kadar mücadele edecek ve kaderin vereceği kararı bekleyecekti.

      Erec bağırarak düşmanlarının birinden çaldığı, kendisine aşina olmayan atı dehledi ve askerlerin üzerine atıldı.

      Askerler de, onun savaş çığlığına karşılık vererek ona karşı acımazsızca hücuma geçtiler. Bu savaş alanında bugüne kadar çok kanlar dökülmüştü. Hiç kimsenin, galip gelmeden burayı terk etmeyeceği kesindi.

      Erec saldırıya geçince, kemerindeki bıçağı çıkardı ve önündeki öncü düşman askerine doğru fırlattı. Bu mükemmel bir atıştı ve adamın boğazına saplanmıştı. Asker, dizginleri bırakarak ellerini boğazına götürdü ve Erec’in umduğu gibi, diğer atların ayaklarının dibine düştü. Pek çok at, ona takılıp yere kapaklandılar.

      Erec bir eliyle mızrağını, diğer eliyle de kalkanını kaldırdı. Başlığının koruyucusunu yüzüne indirdi ve bütün gücüyle saldırıya geçti. Bu orduyla mümkün olan en hızlı ve şiddetli bir şekilde mücadele etmesi ve kendisi yaralansa da düşman askerlerinin arasından bir hat açması gerekiyordu.

      Erec onlara saldırırken yine bir çığlık attı. Onca yıllık savaş deneyimi işine yarıyordu. Uzun kargısını usta bir şekilde kullanarak bir biri ardı sıra pek çok askeri yere yıktı. İyice çömelerek bir eliyle de kalkanıyla kendisini koruyordu; darbeler her yönden kalkanının ve zırhının üzerine yağmur gibi iniyordu. Ona kılıçlarla, baltalarla ve gürzlerle bir metal fırtınası yaratır gibi saldırıyorlardı. Erec zırhının bu darbelere dayanabilmesi için dua ediyordu. Kargısını sıkıca kavrayarak, elinden geldiğince askeri hakladı ve bu grup içinde bir hat açmayı başardı.

      Hızını hiç esmeden atını bir dakika kadar sürdü ve karşı tarafa geçmeyi başardı. Önüne çıkan herkesi öldürerek, düşman askerlerinin tam ortasından kendisine bir yol açarak açık alana çıkabilmişti. En azından bir düzine kadar askeri haklamıştı, ama bunun bedelini de ödüyordu. Soluk soluğaydı, tüm bedeni ağrıyordu. Birbirine çarpan metallerin şakırtısı hâlâ kulaklarındaydı. Kendisini, bir öğütücünün içine atılmış gibi hissediyordu. Her tarafının kan içinde olduğunu gördü; neyse ki şans eseri ölümcül bir yarası yoktu. Önemsiz bir iki kesiği ve sıyrığı vardı.

      Erec atını bir daire çizerek sürdü ve halkayı tamamlayarak yeniden düşman ordusuyla yüz yüze gelmeye hazırlandı. Onlar da dönmüşlerdi ve ona saldırmaya hazırlanıyorlardı. Erec şu ana kadarki zaferinden memnundu, ama nefes alması bile giderek zorlaşıyordu. Ayrıca, bu grubun içinden bir kere daha geçmeye çalışmanın onun sonunu getireceğini de biliyordu. Yine de, saldırıya geçmeye hazırlandı. Savaşta gerilemek gibi bir âdeti yoktu.

      Aniden ordunun arka tarafından farklı bir ses geldi. Erec düşman ordusuna arkadan saldıran bir grup asker görünce önce gözlerine inanamadı. Ama sonra onların zırhlarını tanıdı ve yüreği heyecanla hopladı. Bu gelen onun Gümüş’ten yakın arkadaşı Brandt idi. Yanında da Dük ve onun düzinelerle askeri vardı. Onların arasında Alistair’i de görünce, Erec’in içi fena oldu. Alistair’e güvenliği için şatoda kalmasını söylemişti, ama onun Erec’i dinlemediği görülüyordu.

Скачать книгу