Скачать книгу

da her an onların arasında dışarı çıkabilirdi. Hem kendimi belli etmemeli, birisini izliyormuş gibi davranmamalı hem de avımı gözümden kaçırmamalıydım. Arada bir kalabalık olan tarafa arkamı dönerek Akıllı’ya laf attım. “Sonunda başarısının sırrını öğrenmeye çok az kaldı Akıllı!”

      Akıllı, “Heyecan içindeyim, bu büyük sırra ortak olacağım için kendimi şu okuldaki en şanslı kişi gibi hissediyorum.” dedi.

      Okuldan çıkanları gözlerimle tararken sürekli Oktay’ın görüntüsünü zihnimde canlandırmaya çalışıyordum. Turuncu, kıvırcık saçlı, çilli ve gözlüklüydü. Boyu kendi sınıfındakilerden kısa, üzerinde haki bir mont ve siyah bir sırt çantası olmalıydı.

      Bekledim, bekledim… Birileri bana baktığında yere bakıyordum. Atkuyruğu yaptığım saçlarımı sıkıladım. Dikkat çekmemeliydim. En sonunda beş kişilik bir öğrenci grubunun arasında onu, avımı gördüm.

      Hadi kızım Bilge, diyerek zihnimdeki planı uygulamaya koydum. Akıllı da yanımda… Onları yirmi otuz metre kadar geriden takip etmeye başladık. Yolda giderken iki tanesi gruptan ayrıldı. Biri siyah düz saçlı olan, kolunu Oktay’ın omzuna atmış; diğeri de eşofmanlı ve kısa, sarı saçlı, yerlerdeki taşlara ayağıyla vurarak güle oynaya ilerliyorlardı. Okulun sokağında epeyce ilerledikten sonra pazar kurulan sokağa saptılar. Ben de arkalarından…

      İçimden, bunlar hiç ayrılmayacak herhâlde, diye geçirmeye başladım. Öyle ise yandın kızım Bilge, dedim.

      Akıllı, “Bence oğlanın kafasına buradan bir kement fırlat. Kendine doğru çek.” dedi. “Uçarak sana gelecek, böylece takip etmemize de gerek kalmayacak.” dedi.

      “Oldu Akıllı. Bilseydim okul çıkışına bir de at ve kovboy şapkası hazırlardım.” dedim. Akıllı kıs kıs gülmeye başladı.

      Ben hep planımı Oktay’ın tek başına olacağını düşünerek yapmıştım. Şimdi bunlar aynı apartmanda falan oturuyorlarsa ben, Ajan Bilge ne yapacaktım? Apartmana da mı girecektim? “Merhaba ben Bilge, okul gazetesi için yaptığımız araştırma yazısının konusu sizsiniz.” mi diyecektim?

      Akıllı, “Evine balkondan iniş yap.” dedi. “Balkonun kapısını çal, ağzına da bir tane gül al, gülümse ve selam ver.” dedi. Ah şu Akıllı… Beni gerçekten anlıyor muydu?

      “Bakma öyle yüzüme! Doğru söylüyorum. Taktın kafana işin sırrı, başarı da başarı… Kendi başarın senin neyine yetmedi? Bak, elin oğlanının peşine takıldın, sokak sokak, ajan gibi takip ediyorsun. Kendine ajan ismini bile layık gördüğüne göre gökyüzünden balkona iniş yapmayı da layık görmelisin. Kendini Ajan Salt gibi düşün. Gökyüzünden, helikopterden sallanan bir merdiven eşliğinde balkona iniyorsun. Üzerinde siyah bir kıyafet var ve ağzında da kırmızı bir gül… Okul birincimiz de seni tüm mahalleyle birlikte balkondan izliyor zaten. Böylece balkon kapısını çalmana gerek de yok. Direkt onun balkonuna indiğinde merhaba dersin. Olur biter.” dedi.

      “Başka bir şey de ister misin?” diye sordum. Akıllı kıs kıs gülmeye devam ederken Oktay’ın yanındaki arkadaşlarından eşofmanlı olan, sokağın başında ayrıldı. Kaldı geriye bir arkadaş… Bakalım o nerede ayrılacaktı?

      “Neden kıs kıs güldün?” diye sordum yarı öfkeli. “Bütün mahalle hazır bizi izliyorken amuda da kalkayım mı, bu benim planıma uyuyor mu hiç Akıllı? Ben bu çocuğun peşine niye takıldım? Beni ne hâllere düşürdün?” diye sitem ettim.

      Oktay ve arkadaşı yeni bir sokağa saparken yan taraftaki apartmanın önünde durduklarını gördüm. Hemen köşeden bir iki adım geri çekilerek saklandım. Başımı uzatıp uzatıp baktım. Yok, ayrılacak gibi değillerdi.

      “Hay Allah, ne yapsam acaba?” diye düşünürken Akıllı’nın dürtüklemesiyle kendimi Oktay ve arkadaşının yanına yaklaşırken buldum. Kalbim küt küt… Ne olacaktı şimdi?

      Yanlarına doğru sırıtarak yaklaştım. İki elim de arkamdaydı… Sanki içimdekileri arkamda saklamak ister gibi… Bedenim lastik gibi gergindi; oysaki rolüme ne çok hazırlanmıştım. Ne lastik gibi olmak ne de bir şeyleri saklıyormuş gibi olmak çalıştığım rolde yoktu. Aynanın karşısında gayet rahat gibiydim. Şimdiyse…

      Yüzümün tamamı kırmızı, sırıtan beyaz dişlerimle, “Merhabaaa…” dedim. İkisi de bana baktı.

      “Ben okul gazetesindenim, Oktay sizdiniz değil mi?” diye sordum. İkisi de şaşkın yüzüme bakarken Oktay, “Eveeet…” dedi.

      “Okul gazetesinin son sayısı için sana birkaç sorum var da… Başarının sırrı nedir, diye sormak istiyorum.” dedim. İçimden, oh be, diye rahatlarken Akıllı kulağıma fısıldadı. “Aferin sana kızım Bilge!”

      Oktay’ın ise şaşkın bakışları değişti. Biraz utangaç, mahcup bir şekilde gülümseyerek, “Aslında çok çalışmama borçluyum başarımı.” dedi.

      Ama benim beklediğim cevap bu değildi ki, “Elbette çok çalışman senin için önemlidir. İstisnasız her seferinde elde ettiğin dereceler, bu işte başka sırların da varmış gibi hissettiriyor.” dedim.

      Yüzünde birden ciddi ifadeler dolaştı. Acaba kızdı mı diye düşünürken, “Aslında haklısın.” dedi. Ben rahatladım; kızmamıştı. Sorduğum soruyu ciddiyetle düşünüyor olmalıydı ve konuşmaya devam etti.

      “Günlerce yaptığım planlı çalışmalarımın ardında başka sırlarım var.” dedi.

      İçimden, işte geliyor aradığın cevap, bekle kızım Bilge, dedim.

      “Öncelikle her gün düzenli olarak süt içiyorum.” dedi. Süt mü, diye düşündüm. Sütün kemiklere, kaslara iyi geldiğini duymuştum ama böyle sınavlarda birincilik getirecek kadar etkisi olduğunu hiç düşünmemiş, duymamıştım.

      Akıllı yine fısıltı hâlinde kulağıma, “Bak gördün mü? Ben sana domates demiştim.” derken kıs kıs güldü.

      Oktay konuşmaya devam etti. “Beslenme çok önemli tabii. Bir de çalışmaya başlamadan önce yapmam gereken egzersizlerim var. Her seferinde parmaklarımı ve bileklerimi böyle böyle kıvırıyorum.” diyerek elini havaya kaldırdı. Şaşkınca bakarken elini, parmaklarını kendi etrafında dönen pervaneler gibi döndürüp durdu. Benim biraz kafam karışık, dinlemeye devam ettim.

      Kulağıma fısıldamaya devam eden Akıllı, “Ben demedim mi amuda kalkıyordur diye. Bak birazdan onu da söylemezse ne olayım.” dedi.

      Oktay gayet ciddi ve dikkatli konuşmaya devam etti. “Bir kere bu iş için kendine iyi bakmalısın.” dedi. Sanki televizyon ekranına çıkmış ünlüler gibi havaya girdi.

      “Elbette koşarak ısınmak önemli.” dedi.

      Ben şaşkınca, “Koşarak… ısınmak…” sözcüklerini gevelerken Akıllı kulağımın dibinde kıkır kıkır gülüyordu. Bir yandan da, “Ben dedim sana.” diye tekrar edip duruyordu.

      Oktay kendini o kadar kaptırmıştı ki konuşurken birden zıplamaya başladı. Bu çocuk kafayı yedi galiba, diye ağzım bir karış açık ona bakıyordum. “Bu zıplayışlar çok önemli.” dedi. Akıllı kıs kıs gülmeyi bırakmış kahkahalara boğulurken Oktay, “Bak şimdi bir tane daha göstereyim.’’ dedi. Ardından bir sağ, bir sol dizinin üzerinde hızlı, ama olduğu yerde koşmaya çalışıyordu. Bir yandan da, “Bak gördün mü?” diyerek yüzünü gösterdi. Çilli yüzü artan kan basıncıyla kıpkırmızı olmuş, nefes nefese konuşuyordu.

      “Böy le, böy le iş te an la dın mı?”

      “Hı

Скачать книгу