Скачать книгу

ve aniden tökezleyip yere düştü. Ayağa kalkmak için çabaladı ve tekrar düştü ve aniden, korkunç bir şekilde bağırmaya başladı: “Oh-ohoo, ohooh!”

      Efendi, adamın üzerindeki büyük örümcekleri ve yerdeki diğerlerini görebiliyordu.

      Atını, el kol hareketi yapan, çığlık atan gri nesneye yaklaştırmaya çalışırken, bir toynak sesi duyuldu ve kılıcını kaybetmiş, atına binmeye çalışan ama beceremeyen kısa adam, beyaz atın üstüne çaprazlama yatmış ve yelesine tutunmuş halde hızla efendinin yanından geçti. Efendinin yüzüne yine yapışkan, gri bir tüy gibi bir iplik dolaştı. Bu sürüklenen, gürültüsüz örümcek ağı etrafında ve üzerinde daire çiziyor ve ona yaklaşıyor gibiydi.

      Öldüğü güne kadar o şeyin nasıl gerçekleştiğini asla öğrenemedi. Atını gerçekten o mu çevirmişti, yoksa atı arkadaşının peşine mi düşmüştü? Tek bildiği, bir saniye sonra, kılıcı tam tepede savurarak vadiden aşağı dörtnala aşağı iniyordu. Hızlanan esintiyle her tarafını saran örümceklerin hava gemilerinin, hava bağlarının, hava ıskotalarının onu hızla ve bilinçle takip ettiği izlenimine kapılmıştı.

      Dıgıdık dıgıdık… Gümüş dizginli adam, yönüne aldırmadan, korkuyla sağa sola bakarak ve kılıç tutan kolu kesmeye hazır bir şekilde at sürdü. Birkaç yüz metre ileride, arkasında yırtık örümcek ağlarından bir kuyruk oluşmuş kısa adam beyaz atını sürüyordu ama hâlâ eyere tam oturamamıştı. Sazlar önlerinde eğildi, rüzgâr taze ve güçlü esti, efendi omzunun üzerinden ağların ona yetişmek için acele ettiğini görebiliyordu.

      Örümcek ağlarından kaçmaya o kadar niyetliydi ki, ancak atı bir sıçrama için gücünü topladığında önündeki vadiyi fark edebildi. Fark ettiğinde atını yanlış anlamış ve engellemişti. Atının boynuna yaslanmıştı ve doğrulup kendini geriye verdiğindeyse artık çok geçti.

      Heyecanı yüzünden sıçramayı unutsa da attan nasıl düşüldüğünü unuttuğu söylenemezdi. Yine havada at biniyordu. Kazadan omzundaki bir çürükle kurtuldu, atıysa yuvarlandı, kasılan bacakları tekmeler attı ve sonra kıpırdamayı kesti. Sanki artık onun şövalyesi olmasını istemiyor gibiydi. Efendinin kılıcı sert toprağa saplanıp çat diye kırıldı. Kopan parçanın keskin ucu az kalsın yüzüne geliyordu.

      Bir anda ayağa kalktı, hızla ilerleyen örümcek ağlarını nefes nefese taradı. Bir an için koşmaya karar verdi, sonra vadiyi düşündü ve geri döndü. Sürüklenen ağlardan biri yakınına gelince ondan kaçınmak için yana eğildi; sonra sarp kenarlardan aşağıya, bu dehşet fırtınasından uzağa kaçtı.

      Orada, kuru dağ kanalının dik kenarlarının altındaki kuytularda çömelip rüzgâr duruncaya kadar bu tuhaf gri kütlenin geçişini izleyebilir, bu şekilde onlardan kurtulabilirdi. Ve orada uzun bir süre çömeldi, daralmış gökyüzünde tuhaf, gri, düzensiz yığınların şeritlerin sürüklenişini izledi.

      Bir ara, başıboş bir örümcek, yanındaki vadiye düştü. Bacak boyu otuz santim vardı, vücuduysa bir elin yarısı kadardı. Bir süre onun canavarca bir hevesle aranıp kaçışını izledikten sonra yarım kılıcını dikkatini çekmek için yem olarak kullanıp yaklaştığında demir topuklu botuyla örümceği ezip suyunu çıkardı. Bunu yaparken küfredip etrafında başka örümcek var mı diye sağa sola baktı.

      Daha sonra, bu örümcek sürülerinin vadiye düşmeyeceğinden emin olunca, oturabileceği bir yer buldu ve oturup derin düşüncelere daldı. Kendi tarzında parmaklarını kemirmeye ve tırnaklarını yemeye başladı. Daha sonra beyaz atlı adamın gelmesi onu duygulandırdı.

      Onu görmeden çok önce, toynakların takırtısı, tökezleyen ayak sesleri ve güven veren bir insan sesi duydu. Sonra kısa adam belirdi, acınacak haldeydi, arkasında hâlâ beyaz bir örümcek ağı kuyruğu vardı. Konuşmadan, selam vermeden birbirlerine yaklaştılar. Kısa adam yorgundu, kendinden utanıyordu ve sonunda oturan efendisiyle yüz yüze geldi. Efendisinin bakışlarından biraz ürktü. “Ee?” dedi sonunda, otoriter olmayan bir ses tonuyla.

      “Onu terk mi ettin?”

      “Atım kaçtı.”

      “Biliyorum. Benimki de öyle.”

      Efendisine neşesizce güldü.

      Bir zamanlar gümüş işlemeli bir dizgini olan adam, “Atım kaçtı diyorum,” dedi.

      “İkimiz de korkağız,” dedi kısa adam.

      Efendi düşüncelere dalarak parmaklarını kemirdi, gözü astının üzerindeydi.

      “Bana korkak deme,” dedi en sonunda.

      “Sen de benim gibi bir korkaksın.”

      “Belki de öyleyim. Her insanın korkması gereken bir sınır vardır. Bunu en sonunda öğrendim. Ama bu korku seninki gibi değil. İşte aramızdaki fark burada ortaya çıkıyor.”

      “Onu bırakacağını asla hayal edemezdim. İki dakika önce senin hayatını kurtardı. Neden bizim efendimizsin?”

      Efendi tekrar parmaklarını kemirdi ve suratında karanlık bir ifade vardı.

      “Hiç kimse bana korkak diyemez,” dedi. “Hayır. Kırık bir kılıç, hiç yoktan iyidir. Yaramaz bir beyaz atın dört günlük bir yolculukta iki adamı taşıması beklenemez. Beyaz atlardan nefret ederim ama bu sefer elimde değil. Anlamaya başladın mı? Gördüklerin ve hayal ettiklerinle itibarımı lekelemek için kafa yorduğunu anlıyorum. Kralları tahttan indirenler sizin gibi adamlardır. Ayrıca, senden hiç hoşlanmadım.”

      “Lordum!” dedi kısa adam.

      “Hayır,” dedi efendi. “HAYIR!”

      Kısa adam hareket ederken sertçe ayağa kalktı. Belki bir dakikalığına karşı karşıya geldiler. Örümceklerin topları yukarıdan geçiyordu. Çakıl taşları arasında seri bir hareketlenme oldu; koşuşturma sesleri, bir umutsuzluk çığlığı, bir iç çekiş ve bir darbe…

      Akşama doğru rüzgâr esti. Güneş sakin bir dinginlik içinde battı ve bir zamanlar gümüş bir dizgini olan adam sonunda çok dikkatli bir şekilde ve hafif bir yokuşla vadiden tekrar çıktı ama şimdi bir zamanlar kısa adama ait olan beyaz atı yönetiyordu. Gümüş işlemeli dizginini geri almak için atına geri dönecekti, ama karanlıktan ve yeniden esen hızlı bir rüzgârın onu vadide bulabileceğinden korkuyordu. Ayrıca atını tamamen örümcek ağları içinde veya daha da tatsızı, yarısı yenmiş olarak bulmaktan korkuyordu.

      Ve o örümcek ağlarını, başından geçen tüm tehlikeleri ve o gün nasıl korunduğunu düşünürken, eli boynunda asılı duran küçük bir kutsal emaneti aradı ve bir an için onu şükranla kavradı. Bunu yaparken gözleri vadide gezindi.

      “Tutku başımı döndürdü,” dedi. “Sonunda o kız da hak ettiğini buldu. Onlar da şüphesiz…”

      Ve işte! Vadi boyunca uzanan ormanlık yamaçların çok uzağında, günbatımının belirgin ve kusursuz berraklığında küçük bir duman bulutu gördü.

      Bunun üzerine sakin yüz ifadesi şaşkın bir öfkeye dönüştü. Duman mı? Beyaz atın başını çevirdi ve tereddüt etti. Ve bunu yaparken, etrafındaki çimenlerin arasından küçük bir rüzgâr hışırtısı geçti. Uzakta, bazı sazlıkların üzerinde yırtık pırtık bir gri tabaka sallanıyordu. Örümcek ağlarına, sonra da dumana baktı.

      “Belki de, bu sefer onlar değildir,” dedi sonunda.

      Ama öyle olmadığını biliyordu.

      Bir süre dumana baktıktan sonra beyaz ata bindi.

      Atı sürerken, karaya oturmuş ağ yığınları arasından geçti. Her nedense yerde birçok

Скачать книгу