Скачать книгу

şimdi Şaban Gülbahar onun başında. Bir ilim yuvası olarak nazik, kibarca bilgi sunma ve bilgilendirmenin ötesine geçmiş. “Gel burayı idare et.” diyor. Ben İstanbul’a yerleşemem ki! Benim neyim varsa sattım. Kalmadı ki kooperatif dairesi. Başımı sokacak bir yer buldum. O evdeki toplantıda benim kurucuları arasında yer almam konusunda çok fazla ısrar ettiler, özellikle Ülker Ailesi ve diğer dostlarım. Tayyip Bey’in orada bir cümlesi oldu: “Biz Enis Bey’i tanıyoruz. Daha evvel birtakım iş birliği yaptık. Belediye başkanlığı seçiminde Küçükçekmece, Avcılar değişik yerlerde. Ben Türkeş Bey’i de ikna ederek bunların talebi doğrultusunda iyilik de yaptım. Çok fazla dürüst. Çok fazla Türkperest.”

“Gül Üzerinden Teklif Geldi; ‘Gitmiyorum’ Dedim”

      Bunu duydum da hadi Türkperest münakaşa edilir. Bana birisi düşmanlık yapıyorsa yapma diyorsun, inadına yapıyor. O zaman ben onu niye seveyim. Islah olması için uğraşırım. Ama dürüstlük meselesine ilmen bakıyorum, bir kulp bulamıyorum. Dinen bakıyorum kulp bulamıyorum. O teklifi yapmadı. Daha sonra Cemil Çiçek telefon etti. Abdülkadir Aksu telefon etti. Ben de şahit. Yanımda arkadaşlarım var. Dediler ki, “Erkan Mumcu ile Enis Bey’i alacağız. Başka kimseyi almayacağız.” Ben de danıştım. Ben bu sözden çok müteessir olduğum için düşünmediğimi söyledim ama bunlar yine ısrar ettiler. Ben düşünmediğimi söyledim. O arada bir haber daha geldi Tayyip Bey’den ve yakınındaki arkadaşlardan. “Abdullah Bey sizi bekliyor. Abdullah Bey ile hemen konuşsunlar. Bu işi bitirin.” dedi. Abdullah Bey hem öğrencin hem dostun. Yine geldiğim noktaya başa sardık. “Gel görüşelim.” demiyor. Abdullah Bey ile görüşün. Abdullah Bey’in üzerinde kalacak benim kabul edilmeyişim. Yarın bir çıngar çıkarırsam “Al senin adamın.” diye Abdullah Bey’in üzerinde bir tokmak olacak. Bu şekilde hiç kimsenin incinmesini de istemem. Bu tür siyaset yapmak da tabiatıma aykırıdır. “Gitmiyorum.” dedim.

      ERKAN MUMCU KİMDİR?

      1995’te ANAP’tan Isparta milletvekili seçildi. ANAP’ta genel başkan yardımcılığı ve genel sekreterlik görevlerinde bulundu. 57. Hükûmet’te Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yaptı. 2002’de AK Parti’ye katıldı. Millî Eğitim Bakanı olarak görev yaptı. 2005’te hem bakanlıktan hem de partiden istifa etti. ANAP’ın başına geçti. 2008’den itibaren de aktif siyaseti bıraktı. ANAP-AK Parti ve DP’de siyaset yaptığını herkes biliyor ama 1993’te BBP’ye üye olduğu pek bilinmez. Mumcu, “O bizim ‘Reisimiz’di.” dediği Yazıcıoğlu’nu anlattı.

      ESKİ BAKAN ERKAN MUMCU:

“O Hayatta Olsa Yapılamazdı…”

      Gıyabi tanışmamızdan önce biz kendisini tanıyorduk. Buna literal olarak tanışma demek doğru olmaz ama o bizi bilmese de biz onu çok iyi biliyorduk. O bizim “Reisimiz”di. Ülkücü Hareket’in efsaneleşmiş önderlerinden biri idi. Özellikle 12 Eylül sonrası tutukluluk devresinde onu tanıyan insanlarla beraber günler, haftalar, aylar geçirdim. Onunla ilgili pek çok anı anlattıklarına tanık olmuşumdur. Onun hakkında konuşan herkes onu sevgi, hürmetle anıyordu. 12 Eylül’den sonra rahmetli Türkeş’in cezaevinden çıkmasıyla beraber hem Ülkücü Hareket hem de MHP’nin geleceğine ilişkin tartışmalar vardı. Türkeş ve hareketin önderlerinin pek çoğu tutuklu iken, dışarıda yayın hayatına pek yansımasa da çeşitli topluluklar arasında süregiden bir muhasebe vardı. 12 Eylül öncesi politikalarının hatta daha genelde ideolojik çerçevenin başımıza gelenleri, yaşadıklarımızı karşılamaya yeterli olup olmadığı konusunda bir tartışma vardı.

      Bu tartışmaya paralel, belli belirsiz bir ayrışma da vardı. Rahmetli Türkeş cezaevinden çıktıktan sonra bıraktığı yerden devam etme eğilimi gösterdi. Herhangi bir muhasebe yapma yönlü tutumu yoktu. Hareketin mensuplarında böyle bir ihtiyaç duyumsanıyordu. O zaman parti ve teşkilat diye bir ayrım yapardık. Ocak diye daha doğrusu. Parti görüşü ile Ülkü Ocağının görüşü arasında ilan edilmemiş bir mesafe çoğu zaman hissedilirdi. Bu belki Ankara’da hissedilmiyor olabilirdi, o zaman taşrada kulaklar Ülkü Ocağının ağabeylerine çevrilirdi. Ben kendi adıma rahmetli Türkeş’in tutumunu çok onaylamıyordum. Bir gün Muhsin Yazıcıoğlu çıkacak ve bize bir ışık, yol olacak diye bekliyorduk. Ama benim adıma beklediğimiz şey olmadı.

“İlk Tanışma, BBP’ye Üye Oldum”

      Yazıcıoğlu ile tanışmanız ne zaman oldu?

      Ne zaman bu ayrışma ortaya çıktı? BBP’nin kuruluş aşamasına götürülen olaylar zincirinde. Ben ilk defa BBP’nin kuruluş aşamasında bir topluluk içinde dinledim kendisini. Hatta bir arkadaşım bu toplantının videosunun var olduğunu söyledi. Orada kısmi eleştiride de bulunmuştum. Ordadır ilk tanışmamız. Daha sonra her ne kadar eleştirsem de ben samimiyetine ve milletine adanmışlığına şüphesiz inanıyordum. Siyasi partilerle demokratik yollardan varılacak bir yol olduğuna dair inancı çok zayıf olmasına rağmen gittim BBP’nin Bahçelievler teşkilatına üye oldum. Bu daha çok yönteme inanmaktan ziyade ona inanmaktan. Onun samimiyetine inanmışlığımdan kaynaklanan bir şeydi. Bir iki İstanbul ziyaretinde de beraber olduk.

      Standart gibi gördüğüm politika kulvarı içinde çok büyük ümitler beslemediğim için daha çok olup bitenleri pesimist/eleştirel bir dille yorumluyordum. Bu yükü omuzlamış bir lidere haksızlıktı aslında. Bunu şimdi anlıyorum. O zaman yararlı olduğuna inandığım düşünceleri kendisiyle samimi olarak paylaştığım kanaatindeydim. Önerilerimin bazılarının isabetli olduğunu bugün bile değerlendirmekle beraber yaptığımın tümüyle yanlış olduğunu hayat bana sonradan öğretti.

“ANAP-RP Koalisyonu İçin Birlikte Çalıştık”

      Daha sonra ayrıldınız ama ittifak çatısı altında yeniden buluştunuz!

      Sonra kader bizi aynı partinin çatısı altında (İttifak dolayısıyla.) 1995 Parlamentosunda buluşturdu. Zaten birbirimizi tanıyorduk. Fakat onlar hiç bana daha sonraki hareketlerinde birlikte hareket etme yönlü telkinde bulunmadılar. Zannediyorum demokratik terbiyenin bir icabı olarak yapmadılar. Yapsam mutlu olurlar mıydı, bilmiyorum. Ama yaptıklarını yapmamaları için çok uğraştım. O tarihte “REFAHYOL mu ANAYOL mu kurulsun?” diye bir tartışma vardı; kurulması gerekenin REFAH-ANAP koalisyonu olduğu yolundaki fikrimiz için çok çaba sarf ettik ama sonuç vermedi. Bundan dolayı kimin kusurlu olduğunu bugün dahi söyleyemiyorum. Erbakan ve ekibinin mi, Mesut Yılmaz ve ekibinin mi kusurlu olduğuna adil bir karar veremiyorum. Refah Partisinin de süreci iyi yönetemediğini düşünüyorum. İçinde olduğum ANAP’ın kusurlarını zaten görüyorum ama kusurlar o başarısızlığı açıklamaya yetmez. O fırsatın kaçırılması ülke adına bedeli ağır neticeleri de davet etti, sonradan yaşayarak gördük. Rahmetli Reis ile aynı çatı altında buluşmuşluğumuz o yüzden çok uzun süremedi.

      28 Şubat sürecindeki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

      Koalisyon kurulamadı. ANAYOL kısa sürdü, ardından REFAHYOL ve 28 Şubat. 28 Şubat meselesi, ayrışmanın da başladığı yerdir. Oralarda tamamen hem demokratik hem millî diyebileceğimiz bir duruşu tercih etti Muhsin Bey. Dirayetli duruşu gösterdi hem de vakarla gösterdi. Hiç tutumunu şova dönüştürmedi. Ama sonraki yıllarda o günkü dirayetinin, çeşitli siyasi fırsatlar ve imkânlar elde etmiş olmasına rağmen destek verdiği siyasi kadrolarca bilinmediği kanaatindeyim.

“ ‘İslamcılar’ Bencil…”

      Hatta bırakınız bir iyilikle mukabele etmeyi bir şükran ifadesiyle bile karşılaştığından şüpheliyim. Bence Türkiye’de “İslamcı” diyebileceğimiz siyasetin aslında ne kadar dar bir çerçeve ve bencil bir hâletiruhiye ile sevk ve idare edildiğini en iyi gösteren örneklerden birisi rahmetli Muhsin

Скачать книгу