Скачать книгу

başa gelmenin mükemmelini şimdi Avrupa’da, Amerika’da yapıyorlar. Bazen ne teknoloji ne de akıl yoluyla açıklanabilecek garipliklerle karşılaşılıyor. Her şeyde olduğu gibi bu meseleye de karıştırılan şarlatanlıklar yok edildikten sonra konunun salt psikolojiyle ilgili kısmıyla uğraşan bilginler de vardır. Bu incelemeciler, bize “Doğa kanunlarının dışında görünen bazı gariplikleri incelemeksizin ret ve inkâra kalkışmaktan bir sonuç çıkmaz. Bunların nasıl olduklarını anlamaya çaba göstermek gerektir.” diyorlar.

      Orhan’la Turhan, bu olaylar üzerine çok sayfalar okumuş oldukları için Battalzade’nin Dilaver’i karışık göstermesindeki iddiasını pek yalın kat kulakla dinlemişlerdi.

      XI

      HAYALET ÜSTÜNE TALAT BEY’İN SORUŞTURMASI

      Merhum Velittin Paşa eşi Mahinur Hanımefendi yüz lira hediyesini gizli üfürükçü Abdüsselam’ın avucuna koyarak: “Efendi hazretleri, baba dostuyuz. Çocuklarımı himmetinizden uzak tutmayınız. Manevi sıkıntılara uğradıkça gelip zatıalinizi ziyaretimize izin veriniz. Siz de tenezzül ederek ara sıra şeref vererek yüreklerimizi şenlendiriniz.”

      Battalzade, sevincinden biraz titreyen hırslı eliyle parayı koynuna sokuşturarak sizde bu para, bende hilekârlık varken daha çok görüşürüz yollu:

      “Hayhay hanımefendimiz… Ruhlarımız ruhlarınızla eştir. Bu fakirhane sizin, sizin devlethane de bizimdir.”

      Hanımefendi: “Sizden bir ricamız daha var.”

      “Buyurunuz, emredersiniz efendim.”

      “Merhum babanızın mübarek kisvesini bazı teklifsiz dostlarınıza ziyaret ettiriyormuşsunuz. Biz de kendimizi onlardan saymakta tereddütsüzüz.”

      “Peki efendim, başüstüne… Ama sorumu affedersiniz, bu ziyaret için abdestli bulunmak gerekir. Sanırım ki öylesiniz?”

      Hanımefendi ve Çeşmifettan Kalfa abdestli olduklarını söylediler. Beyler abdestli değillerdi ama öyleyiz diye şeyhi aldatmakta sakınca görmediler. Dilaver bu soruya hiç aldırmadı. Fıldır fıldır etrafına bakınıyordu.

      Battal Efendi çocuğa gözlerini dikerek: “Abdestli misin ya velet?”

      “Sünnetliyim efendim.”

      “Bakınız ben ne soruyorum o ne cevap veriyor. Ama sakınca yok. Cin tutmuşlara dinî buyruklar sorulmaz.”

      Ortaya sedef işlemeli dört ayaklı masa gibi bir şey kondu. Buhurdan yandı. Öd ağacı kokuları arasında getirilen şal eskisi bir bohça salatüselamlarla açıldı. Öbür dünyadaki Şeyh Battal’ın bu dünyadaki kerametli kisvesi meydana çıktı. Yeşil sarıklı mübarek kavuğu, barut rengi geniş şalvarı, cübbesi ayrı ayrı saygılarla ziyaret edildi. Hanımefendiyle Çeşmifettan’ın yüzlerinde kutsal şeylere karşı alınan derin birer saygı vardı.

      Battalzade tam imanlı bulduğu bu kadınları babasının ermişliğine büsbütün inandırmak için mesleğinin efsunlayıcı bakışlarıyla: “Herkese açılamam. Ama eski içten dostluğumuzdan ötürü bu büyük sırrı size söylemekte sakınca görmüyorum. Şu gördüğünüz elbiseler bazen bohçanın içinden kaybolur. Nereye gider? Hazret onları alıp giyinir. Sonra gene yerine getirip bırakır. Onlar ölü değil. Ölü biziz. Biz beş duygunun arasında hapisiz. Ermişliğe ulaşanların duyguları sınırsızdır.”

      Dilaver: “Dün akşam bu elbiseler gene bohçadan alınmıştı değil mi efendim?”

      Battal oğlu: “Bunu ne biliyorsun ya velet?”

      Dilaver: “Çünkü merhum babanız lütfen bizim köşkü ziyaret ettiğinde aynen bu kılıktaydı.”

      Battal: “Bu çocuğun karışık olduğunu size söylemiyor muyum? Bakınız, gözlerine neler görünüyor.”

      Hanımefendi: “Yalnız o görmedi. Annesi de gördü. Benim kızım da gördü.”

      Battal oğlu, babasının elbiseleri önünde secdeye kapanırcasına bir saygı davranışı göstererek: “Babacığım, yeni yeni mucizelerle bizi aydınlatıyorsun!”

      Gene tütsülerle, salatüselamlarla bohça kapandı.

***

      Otomobille köşke dönerlerken Dilaver, Battalzade’ye karşı derin bir hınçla atıp tutarak diyordu ki:

      “Bu herif beni düpedüz karışık, alık salık bir çocuk yerine koydu. Elbette bir gün gelir ki ben ondan daha akıllı olduğumu kendisine ispat ederim.”

      Anası: “Sus oğlum, bir evliyazadeye karşı herif deyimi kullanmaya sıkılmıyor musun?”

      Dilaver: “Neye sıkılayım? Gerçek evliyazade cübbe, kavuk, çedik pabuç giyip de babası adına para dilenmeye, daha doğrusu dolandırmaya çıkmaz.”

      “Sus, küçük aklınla böyle büyük şeylere karışmaya kalkışma!”

      “Kendi küçük olanın mutlaka aklı da ufacık olacağını sanacak kadar aptalsın anne. Sen yaşça büyüksün ama koca kafanın içinde kuş beyni kadar bir şey var.”

      Çeşmifettan: “Bakınız, anasına neler söylüyor?”

      Hanımefendi: “Evliyazade onun adını koydu: Karışık.”

      Dilaver: “Vişneli, kaymaklı… Ben karışığım.”

      Hanımefendi: “İşte, set derken sepet diyor. Onu tespihten geçirtelim. Bal şerbetini içirtelim. Muskayı boynuna takalım… Belki biraz akıllanır.”

      Dilaver: “Hanımefendi hazretleri, velinimet, bu dediğiniz usulde insan akıllandırmak kabil olsaydı dünyada bir tek budala kalmazdı. Bana inanınız, geçen akşam köşkte görülen hayalet ölü babası değil, diri oğlu idi. İşte bu herifti.”

      Çeşmifettan: “Hayaleti seninle birlikte ben de gördüm. O başka idi, bu başka.”

      Dilaver: “Evet, makyajla yüzünü biraz değiştirmişti.”

      Hanımefendi: “Köşkün kilitli kapılarından içeriye nasıl girdi? Nasıl çıktı?”

      Dilaver: “Köşke gidince Talat Beyefendi’yle birlikte bu konuyu inceleyeceğiz.”

      Orhan’la Turhan hiç söze karışmaksızın tartışmayı ince bir gülümsemeyle dinliyorlardı. Onların düşünceleri ne idi? İki ihtimal arasında tereddüt ediyorlardı. Kendilerince bir ölünün maddi bir varlık hâline gelmesi kabil olduğu gibi işe fraude yani hile karıştırılması da mümkündü.

***

      Köşke geldiler. Herkes görüp işittiğini kendi kavrayışı ölçüsünde bir dille anlattı. Talat Bey, hepsinin aklına acındığını gösterir bir gülümsemeyle sözlerini reddederek Dilaver’i bir köşeye çekti. Söyletti. Çocuğun düşüncelerini tamamıyla kabul etti. Apparition olayını inceden inceye yargılayarak gece hayalete Amasyalı Şerife Kadın’ın kapı açmış olması noktasında birleştiler. Bunun üzerine sorguya çekmek için alt kata, kadının odasına indiler.

      Şerife Kadın, loşça odasının köşesindeki erkân minderine oturmuş, önündeki mangalın külünü karıştırıyordu. Rengi soluk, göz kapakları şiş, zayıf, dermansız görünüyor; aşçı yamağı Zeliha da odada gezinerek bu hasta kadının ufak tefek hizmetinde bulunuyordu.

      Kadının rahatsızlığından haberi olmayan Talat Bey:

      “Ne o Şerife Hanım, hasta mısın?”

      Kadın bu soruya yalnız başıyla bir evet işareti yaptı. Bu hâl olay hakkında şüphelendiği bir soruşturmanın önünü kesmek için bir hastalık taslama mıydı? Gerçek mi?

      Talat

Скачать книгу