Скачать книгу

evlerle dolu kasvet katan bir baykuş yatağını andırmaktadır.

      KEBANMADENİ (KEBAN)

      Burası da Malatya gibi bir sancak merkezidir. Madeninde simli kurşun işletilmektedir. Madenin arıtım tesisi şehrin kenarındaki yolun üzerindedir.

      HARPUT

      Keban’dan yaklaşık 43 kilometre ve Malatya’dan ise 85 kilometre uzaklıktadır. Murat Nehri yakınındaki yüksek bir tepede bulunan Harput, büyük bir kalenin içine kurulu şehirdir. Mahallelerinin dörtte biri surun dışında mezra olarak tabir edilen düzlüktedir. 25 binden fazla nüfusu vardır. Bu nüfusun 2 bin 500’ünü Ermeniler oluşturmaktadır. Kalanı ise Müslüman’dır.

      Harput’un dokuma sanayisinin ileri derecede olduğuna şahit oldum. Her türlü çitari tarı kumaş ve rengârenk çiçeklerle süslü ipek kumaş topları dokunmaktadır. Mülki ve askerî olmak üzere iki rüştiye ile birlikte bir mülki idadi vardır. Ayrıca erkek ve kızlara özel çok sayıda ilkokul bulunmaktadır. Gayriresmî çok sayıda okul ve medrese vardır.

      Harput kelimesi Ermenice kale anlamına gelen “Harberut” kelimesinin değişmiş hâlidir. Halkın tahmin ettiği gibi Cahiliye Dönemi’nde putperestlerin eşek şeklindeki bir puta tapmalarını ima etmemektedir. Arap coğrafyacılar tarafından önceleri Hartburd olarak, İslamiyetten sonra ise Hisn-i Ziyad (Ziyad Kalesi) olarak tanımlanmıştır. Hicri 1296’da (1878-79) vilayet merkezi yapıldığında merhum hükümdar Sultan Abdulaziz’in ismine nispet edilerek “Mamuret’ül Aziz” denilmeye başlanmıştır.

      Hükûmet Dairesi, askerî kışla, debboy-u hümayun, çok sayıda şehrin zengin ve ileri gelenlerinin evlerinin bulunduğu mezradaki Zincirlihan’da bir gece konakladım. Mezra ile Harput merkezi arası yarım saat mesafedir. Her iki yerin de konumu güzel, suyu ve havası kaliteli olmakla beraber bolluk ve bereket içerisindedir. Çarşısı ucuzdur.

      Harput Ovası’nın doğusundaki Deveboyu denilen yokuşu çıktıktan biraz sonra büyük bir gölün kenarına geldim. Mezraya sekiz saat mesafe uzaklıkta çakıllı yolun sağ tarafında olan bu gölün ebadı yaklaşık 50 kilometre, derinliği ise 75 metreymiş. Bu gölden bolca yılan balığı ve kunduz avlanılıyormuş. Diyarbakır ile arasında bir günlük mesafe ve bir konak yeri bulunan bu konumun kuzeyindeki bayırda etrafında dört yüz odası bulunan bir Ermeni kilisesi bulunmaktadır.

      DİYARBAKIR

      Diyarbakır, her bir tanesi 50 okka ağırlığında olan büyük kavun ve karpuzları ile meşhurdur. Aralarında on dokuz saatlik mesafe bulunan Harput’un güneydoğusundadır. Dicle Nehri’nin ise batı tarafında olan bu şehrin nüfusu 35 bindir. Karpuzunun büyüklüğü ile aynı ebatta kesilen taşlardan inşa edilen kalesindeki sağlamlık görenlerde hayret uyandırıyor.

      Bu kadim şehrin Eşkaniler Devleti zamanında “Amed” adıyla kurulduğu tahmin edilmektedir. Cahiliye Dönemi Araplarından “Bekir bin Vail” kabilesinin eline geçmesinin ardından Diyar-ı Bekir adını almıştır. Bu devirin ardından Sasaniler sonra da birkaç kere Romalıların bu topraklarda hüküm sürmüştür. Halife Ömer zamanında İslam topraklarına dâhil olmuştur. Abbasiler zamanında Büveyhîler’e ve onların yıkılmasından sonra da Hamdanîler’e geçen şehir Hicri 380’de Mervanîler adı altında kurulan küçük devletin eline geçmiştir. Daha sonra Artuklular’ın hüküm sürdüğü bu topraklar, bu devleti de kana bulayan Hülagü’nün ardından Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin başkenti olmuştur. Bunların üzerine Safevi sultanı Şah İsmail ele geçirse de Çaldıran Savaşı zaferiyle Yavuz Sultan Selim şehri hilafet merkezine bağlayarak onurlandırmıştır.

      Roma imparatorlarından II. Konstantin’in Dicle Vadisi’nden 1000 metre daha yüksekte yaptırmış olduğu Diyarbakır Kalesi dört kapısı olup uzunluğu yaklaşık olarak 8 kilometredir. Bugün itibarıyla kalenin içerisinde yirmi sekiz cami, otuz iki mescit, dokuz medrese, mülki ve idari iki ayrı idadi, bir ilkokul, yaklaşık yirmi özel sıbyan okulu, yedi kütüphane, beş tekke, sekiz hamam ve beş yüz altmış çeşme bulunmaktadır. Diğer yandan gayrimüslim topluluğa ait on bir kilise ve on dokuz ilkokul bulunmaktadır.

      Diyarbakır’ın her tarafı dayanıklı surlarla çevrilidir. Geldiğimde Halep Kapısı’ndan girdiğim surdan çıkarken Büyük Nehir Kapısı’nı kullandım. Yarım saat boyunca yokuş inişi bahçeler arasında yol aldıktan sonra Dicle Nehri üzerinde bulunan on bir gözlü kâgir köprüye ulaştım. Yolculuğun bundan sonrasında kullanacağım kelek harekete hazırdı. Allah’a tevekkül ederek yola çıktık. Keleğin üzerinde hareket ettiği nehir iki gün sonra Mardin Dağları’nın göklere ulaşan kayalıkları arasına girdi.

      İki tarafı duvar gibi düz yükselen bu güneş ışığı girmeye geçidin bulunduğu yerlerde şiddetli devinimler sonucu meydana gelen sert dalgalara kapıldık. Bu esnada kelekçilerin telaşlı feryatları ve bizim de hep birlikte kopardığımız canhıraş bağrışmalar uçurumlarda yankılanmaktaydı. Orada bembeyaz köpük hâline gelen nehrin gürültüsü kıyameti andırıyordu. Nehrin bu çıldırmış gibi hortum şeklinde akan bu helak edici kısmından kelek eğer bir kerede açılıp kurtulamaz ise batmaktadır. Çarkıfelek denen bu sıkıntı dolu yerden şimdiye kadar batan keleklerin, suya gömülen malların ve yiten canların hesabı yoktur.

      HASANKEYF

      Hasan Keyfa kelimesi zamanla değişime uğrayarak Hasankeyf şeklini almıştır. Midyat kazasına bağlı bu nahiye, yarım saat süren o can pazarı dar geçidin bittiği noktada nehrin batısında bulunmaktadır. Buranın yerleşikleri olan Kürtler Fırat Nehri’nin iki tarafını çeviren kayaları oyduktan sonra bu açılan alana birer kapı takarak inşa ettikleri mağara evlerde yaşamaktadırlar.

      Her tarafı yıkık hâlde Hasan Keyf Kalesi’nin Dicle Nehri yatağına bitişik yüksek tabyası yakınında bulunan ve üzerindeki kitabeden anlaşıldığı üzere Cennetmekân Yavuz Sultan Selim Han tarafından yaptırılmış cami de yıkık bir hâldedir. Fakat gayet süslemeler işlenmiş yüksek minaresi ise ortada kalmış vaziyettedir. Bir miktar et ve diğer yiyeceklerden almak için durup dinlendiğimiz bu yerden sonra iki gün süren bir yolculuk ile Cizre’ye vardık.

      CİZRE

      Konum olarak, Diyarbakır vilayeti topraklarının kuzeydoğu ucunda, Musul’un kuzeybatısına 150 kilometre mesafede ve Dicle Vadisi’nin orta taraflarındaki en çukur bölgesinde bulunmaktadır. Küçük bir ada üzerine kurulu olan Cizre, Büyük Bağdat Yolu üzerinde olması neticesinde önemli bir noktada bulunmaktadır. Bu bağlamda işlek bir kaza merkezidir. Diğer yandan ise havası ağır, evleri yıkık dökük, ahalisi gamlı ve neşesizdirler. Halkının sadece göçebe olanları zengin ve neşelidirler.

      Yukarıda bahsettiğim Cizre’nin bulunduğu bölgeden yukarı doğru yol alarak etrafı büyük kayalar ile çevrili bir ovaya geldim. Sanki mahir bir el ile birbirine sımsıkı şekilde örülen bu kayalar kadim dönemde yaşanan Tufan’dan sonra tekrar yeni bir tufan yaşanır korkusuyla o dönemin insanları tarafından kule yapmak amacıyla toplanan kaya kalıntılarıdırlar. Fakat dil ve kural karmaşası nedeniyle yapamadıklarına ve böylece bu kayaların da etrafa serpili bir şekilde kaldıklarında dair yöre insanının bir inancı bulunmaktadır. Nuh’un Gemisi’nin indiği Cudi Dağı ile arasında Dicle Vadisi bulunmaktadır. Ovanın yüzeyine yayılmış bu kapkara kayalar bir Yanardağ’ın püskürttüğü taşlara da benzememektedir. Bu ovada, Cennetmekân IV. Murat Han’ın Bağdat’a gelmeleri esnasında açılan yoldan saparak başka bir yerden gitmek mümkün değildir. Bu meydanı kaplayan siyah kaya parçalarının üstünden sadece hayvanlar değil insanlar da yol alamamaktadırlar.

      Üzerinde seyahat etmekte olduğumuz nehrin bulunduğu yerdeki enkazdan burada bir zamanlar büyük bir kâgir köprünün var olduğu anlaşılıyor.

Скачать книгу