Скачать книгу

enkazı üzerine kuruludur. Bu nedenle etrafı tarihî eserlerle doludur. Bu kazanın merkezinde sağlam bir ulu cami, birkaç mescit ve iki ilkokul ve büyükçe bir hükûmet konağı mevcuttur. Eğirdir Gölü’ne akan eflatun kaynak suyunu teşkil eden Aksu Nehri’nin bir kolu bu kasabanın içinden geçmektedir. Bu nedenle her tarafı bağ ve bostanla kaplıdır. Ziraat ve ticarete çok meraklıdırlar. Çalışkan ve misafirperverdirler. Ağlasunlular Isparta, Burdur ve Antalya pazarlarına düzenli bir şekilde gidip kiralama yoluyla yer katılırlar. Son derece verimli topraklarında her çeşit hububat ile birlikte ceviz, badem, üzüm, incir gibi meyveler bolca bulunur. Halkı huzur ve refah içerisinde yaşamaktadır.

      İNCİR VE SUSUZ HANLARI

      Bu çifte hanlar Ağlasun kasabası sınırlarını yarısını içine alan uzun derenin Acıbadem ovasına bakan ağzındadırlar. Aralarında beş dakika mesafe bulunmaktadır. İncirli köyüne yakındır ve manzaraları çok güzeldir. Selçuklulardan bugüne kalan değerli eserlerdendirler.

      1 metreye 70 santimetre ebadında kesme taşlardan yapılmıştır. Bu insanda hayret uyandıran yapıların yapımına Melikşah döneminde başlanmış ve Kılıçaslan döneminin ortasına kadar devam etmiştir. Burası bölgenin emniyet ve huzurunu sağlayan atlı bölüğüne özel yaptırılmıştır. Zaman içerisinde sularının kuruması nedeniyle adı Susuz Han olarak adlandırılan yapı tamamlanmıştır. Fakat büyük bir kısmı tamamlanan İncir Han’ın doğu tarafı Haçlıların eşkıyalıkları döneminde akim bırakılmıştır. Bu nedenle yontulmuş büyük taşlar ve kapanmak üzere olan yüksek kemerlerin çevresinde serpilmiş durumdadır. İncir Han’ın mevkisi şehir ve kasabalardan ana yolarla uzak sapa köylerin arasındadır. Bu nedenle haftada bir kere açık pazar kurulur. Çok eski dönemden beri devam eden bu pazara kimse üzerinde para ile gelemez. Değiş tokuş ile alışveriş yapılan bu açık pazara köylüler yağ, bal, yumurta, zahire, keçi, koyun, karasığır ile manda ve av derileri gibi önemli şeyler getirirler; Isparta ve Burdur’un pazarcı kumaşçıları da yerli ve yabancı ürünler ile “komşu çatlatan” olarak tabir edilen solgun renkli basmalar getiriler. Buradan bir saat uzaklıkta doğuya doğru gidilince kadim üzüm bağları ve eski ağaçlar ile kaplı toprağı güçlü bir doğa içerisinde olan akarsuyu olmasa da yağmuru bol verimli yeşil bir düzlüğe girilir. Buraya Selçuklu sultanları tarafından birkaç büyük sarnıç yaptırılmıştır. Bu nedenle buraya “Sahrinç bağ arası” denilmektedir. Bu geniş arazi geniş Çubuk Boğazı’na kadar devam etmektedir. Her tarafı sımsıkı ormanlarla kaplı bu korku veren boğazın uzunluğu Kırkgöz’e doğru yukarıdan aşağı doğru iki saatten fazla sürmektedir. Bağların bulunduğu yerdeki verimli arazinin pınarlarını toprağı altına çeken ve var olan bütün suyunu kutun bu dehşet verici boğazda da sarnıçlar mevcuttur. Bahar yağmurlarıyla birlikte bu su depolarına biriken doğru yol alarak biriken suların ağır tadı bu bölgede çok zengin kükürt madeni bulunduğunun göstergesidir. Padişahımızın destekleri ile Antalya ve Burdur arasında sonradan uzatılan şose yol (çakıllı yol) bu boğazdan geçirilmiştir. Bu sayede geliş ve gidişlerin gerçek manada kolaylaştığını yapmış olduğum ikinci yolculukta bizzat kendim tespit ettim. Cenabı Allah güçlü Padişahımız hazretlerinin ömür ve saygınlığını artırsın. Âmin.

      KIRKGÖZ

      Kırkgöz Köprüsü, cehennemin vebal deresine benzeyen korkunç Çubuk Boğazı’nı geçtikten sonra Antalya’ya bir saat mesafeye kadar uzayan yol boyunca etraf yabani zeytin, keçiboynuzu ve sinameki gibi faydalı bitki çeşitleri sımsıkı kaplı olan ve dereleri ve tatlı su gibi pınarları fazlasıyla bol olan bu büyük ovanın girişinde bulunmaktadır. Yaklaşık 600 metre uzunluğundadır.

      Boğazın ağzından başlayıp bataklığın sonuna kadar devam eden bu kâgir köprü üzerinde yüzden fazla göz bulunmaktadır. Kemerlerinin genişliği en ve boydan 4’er metredir. Kemerler arasındaki dubaların genişliği 1 ila 3 metre arasındadır değişmektedir. Bu kadar uzun olmasına rağmen genişliği 5 metreyi geçmez. Bu uzun köprünün yaklaşık ortasında bulunan yerde çok güzel bir kontrol karakolu bulunmaktadır. Eğirdir, Isparta ve Burdur yönlerinde bulunan derin kuyular durmak bilmez iştahları ile içlerine çektikleri suları çok yüksek sesler çıkararak bu araziye pompalarlar. Bu nedenle ovayı göle dönüştürmüşler. Buraya Kırkgöz denilmesinin sebebi ya kaynakların bol olmasından ya da bu köprünün ilk hâlinin kısa ve kırk göz hâlinde yapılmış olmasından olsa gerekir.

      Burada, boğazın ağzı ile köprünün başlangıcı arasında kalan yakın mesafeye beş dakika uzaklıkta düz ve bataklık bir alanda eskilerden kalma kâgir ve muntazam bir bina mevcuttur. Fakat şu an terk edilmiş bir hâldedir. Kapısının üstündeki kulelere ve gözetleme siperlerine bakılacak olursa dönemin köprü muhafızlarına özel olduğu anlaşılmaktadır. Genişliği Kırkgöz’den Antalya’ya altı saat mesafede ve uzunluğu ise Milas’tan İçel Dağları’na kadar haftalarca süren bu cennet gibi ovada kimse yaşamamaktadır. Her tarafı tamamıyla yabani zeytin ve keçiboynuzu gibi bitkilerle kaplıdır. Keçi, sığır ve deve otlatmak için dağlarda gezinen Antalya Yörüklerinin her köşesi zeytin ağaçlarıyla dolu bu eşsiz toprağın kıymetini bilmemektedirler. Bu, Gözmenleri Yerleştirme İdaresi’ne bir duyurudur.

      ANTALYA

      Bergaman (Pergamon) Kralı II. Attalos tarafından Antik Pamfilya limanı üzerine kurulu olan üç bin iki yüz altmış sekiz haneli ve sekiz bin nüfuslu çok güzel bir sancak merkezidir. Elmalı, Alanya, Akseki ve Kaş kazaları ile birlikte beş yüz kırk dokuz adet köy, sınırları içinde bulunmaktadır. Deniz seviyesine yetmiş beş adım yükseklikteki güçlü kalesinin surları içerisinde ve etrafında altmış üç cami ve mescit, bir Mevlevi dergâhı, elli yedi ilkokul ve medrese, bir rüştiye mektebi bir idadi mektebi, yedi Rum ve bir Ermeni kilisesi, bir de Yahudi havrası, üç hamam, yüz otuz bir ambar ve han ve altı yüz dükkân bulunmaktadır. Osmanlı’nın Mısır, Beyrut, Adana ve Akdeniz Adaları vilayetleri ile birlikte Girit ve Kıbrıs adaları ile ticari ilişkileri vardır.

      İhracat ürünleri başlıca zahire, yün, afyon, ahşap, tuz, yük ve süt hayvanları ile birlikte katran, bal mumu, keçiboynuzu ve kaliteli yağ ve sahtiyan, kösele, gön ve ham derilerdir.

      İthalat olarak ise sabun, şeker, kahve, halat, demir, çuha ve çit gibi malzemelerdir. İthalatı diğer iskelelere göre hamdolsun çok azdır. Bu üstünlüğün sebebi gözü açık halkının yerli kumaşlara ilgi duymasıdır. Cenabı Allah büyük Osmanlı topraklarının diğer bölgelerinde oturan vatandaşlarımızı da gafletten uyandırsın.

      Antalya, Abbasi halifesi Harun Reşit dönemine denk gelen Miladi 792 ve Hicri 170 yılında Müslümanların eline geçmiştir. Haçlıların lanetine uğradığı MS 1147 yılında kendini savunacak yeterli gücü olmadığı için Fransa Kralı VII. Lui tarafından kuşatılarak ele geçirilmiştir. Rim Papa’nın kovalaması sonucu yollarda sürünen bu kral en sonunda Mısır’da esir olacağını düşünememiş ve düzensiz ordusu ile buradan gemiler üzerinde denizden Antakya’ya ulaşmıştır. Antalya kalesinin Fransızlar tarafından kuşatılacağı haberi Konya’ya ulaşır ulaşmaz derhâl buraya yeterli güç gönderilir. Aslanlar gibi mücadele neticesinde birkaç gün içinde kale geri alınan bu kalenin Osmanlı Devleti’ne dâhil edilmesi Selçuklu sonrası sancak beylerinden Hızır Bey eliyle Hicri 7. yüzyılda gerçekleşmiştir.

      Başlıca ürünleri buğday, susam yağı, zeytinyağı, keçiboynuzu, şeker kamışı, çeşitli limonlar, büyük ebatlı kaliteli nar ve portakaldır. Sıcak ve ılıman iklimli topraklarda yetişen bütün meyve çeşitleri mevcuttur. Bununla birlikte kaliteli tereyağı, yün, ipek ve keten gibi dokuma ürünleri ve sahtiyan, gön ve kösele deri çeşitleri bulunmaktadır.

      Şehrin doğusunda sur dışında bulunan Yenikapı tarafı

Скачать книгу