Скачать книгу

kardeş bekliyorlardı, yaptıkları anlaşmadan içlerine bir ferahlık gelmişe benziyordu, enikonu sevinçli görünüyorlardı. Yalnız Kara Murat’ın küçük Mustafa’ya bakışında gizli bir acıyış vardı. Onunla birlikte ve kararlaştırdıkları gibi erce ölmekten sevinç duymakla beraber kardeşinin şu yaşta mezara düşmesine yanmaktan da geri kalmıyordu. Mustafa onun gözüne alev olmadan sönmeye mahkûm kalan bir kıvılcım gibi görünüyordu ve bu sönecek kıvılcımı kurtaramamaktan yüreğine ateş dökülüyordu.

      Bu sırada Yaksiç de sözünü bitirmiş, düşüncelerini voyvodaya onaylatmış ve iki kardeşin yanına gelmişti. Ardında korucuların en iri boylularından yarım düzine adam bulunuyordu. İlkin Kara Murat’ın önünde durdu.

      “Voyvoda…” dedi. “Senin şişte kebap edilmekliğine emir verdi. Ancak burada iyi çevirme bilen bir usta yok. Siz akıncılar kuzu çevirmesini çok seversiniz, kardeşin de elbette o işin nasıl yapıldığını öğrenmiştir. Onun için seni şişe kardeşin geçirecek, çevirmeyi de o yapacak.”

      Kara Murat da küçük Mustafa da bu biçim ölümü hatırlarına getirmemişlerdi. Kazıklanmak, kıymalanmak, kazana atılmak, aç domuzlara yem olmak ve her şey onların zihninden geçmişti, kendilerini bütün bu ölümlere hazırlamışlardı. Lakin kardeş eliyle ölmek Kara Murat’ın; kardeşini şişe geçirip ateşte kebap etmek küçük Mustafa’nın hatırına gelmemişti. Bundan ötürü birdenbire sarardılar, sarsıldılar, birbirlerine baktılar: İkisinin de gözünde ıslak birer kıvılcım yanıyordu, dudaklarında -o güne kadar tatmadıkları- bir acı titriyordu.

      Yaksiç kötü kötü gülüyordu. Eti değil ruhu acıtmanın bu parlak sınancını bulup ortaya attığından dolayı kıvanç duyuyor gibiydi. İki kardeşin ölüme karşı takındıkları kayıtsızlıktan birdenbire ayrılarak tasalanmaları ayrıca hoşuna gidiyordu, cehennemlik bir hazla kurbanlarını süzüyordu.

      Kara Murat tasalanmaktan bir şey çıkmayacağını çarçabuk hatırladı, eski sert durumunu takındı.

      “Orospu oğlu!” dedi. “Beni kardeşime çevirme yaptıracaksın, anladık. Ya bu çocuğu ne yapacaksın?”

      Yaksiç kaşlarını çattı, şu cevabı verdi:

      “Onu diri bırakacağım. Ölünceye kadar yaptığı işi hatırlasın, dövünüp dursun. Seni şişe geçirişi, ateşe koyuşu, uzun uzun çevirişi, etinden çıkacak kokuyu yutuşu, inleyişlerini dinleyişi yüz yıl yaşasa onun içinden silinmeyecektir. Bu küçük çapkına da bu ceza yetişir!”

      “Onu diri koyacağına ant içer misin?”

      “Ant içmeye ne lüzum var?.. Kardeşine acıdığımdan dolayı böyle bir iyilik yapmıyorum. Onu ölünceye kadar kıvrandırmak için sağ bırakmak istiyorum. Böyle bir şey yapmaya başka bir sebeple de mecburuz.”

      “O sebebi anlayabilir miyiz?”

      “Bir ölüye her sır söylenebilir: Kardeşini İstanbul’a elçi yollayacağız. Efendiniz olan sultana neler yaptığımızı bildireceğiz. Kendi adamlarımızdan birini göndersek senin, arkadaşlarının, şu Çakırcı Paşa’nın öcünü almak isterler, belki öldürürler. Onun için kardeşini yollamayı düşündük.”

      “Demek kardeşim yaşayacak. Öyleyse kanım ona helal olsun. İşte ben kendine izin veriyorum, beni şişe geçirip çevirsin. Fakat bir akıncı elinden geleni yapmadıkça ölmez. Bu, bizim töremizde çirkin sayılır. Sen de benim yapacağımı hoş gör delikanlı!”

      İlkin yavaş konuşan Kara Murat, sözünün sonuna doğru sesini yükseltmişti, iri ve diri söylemeye başlamıştı. Aynı zamanda kollarını, bacaklarını geriyor, iplerin içinden sıyrılmaya savaşıyordu. Demitriyos Yaksiç, sıkı ve pek sıkı bağlanan akıncının böyle bir harekete girişeceğini ummadığı için önce pek aldırış etmedi, hatta gülümser gibi göründü, fakat Kara Murat’ın kara bir bulut gibi birden şiştiğini, iplerin çatırdamaya başladığını görünce şaşırdı, koruculara haykırdı:

      “Aman, atılın, yakalayın, bırakmayın!”

      Fakat oynar ve eğilip bükülür bir bulutu andıran Kara Murat, inanılmaz bir hızla iplerini kırmıştı, korucular kımıldanmadan sıçramıştı, yaman bir sille ile Yaksiç’i devirdikten sonra voyvodanın yanına süzülmüştü, “Al bre kodoş, beş parmağımın izi yüzünde kalsın!” diyerek hükümdar bozuntusu celladın yüzüne bir tokat savurmuştu.

      Neye uğradığını anlamayarak bir paçavra gibi yere yuvarlanan Vlad’ın ağzından burnundan kan geliyordu, korku ve acı içinde anlaşılmaz bir şeyler homurdanıyordu. Kara Murat onunla ilgili olmadı, sağına soluna yumruk sallamaya koyuldu. Artık boyar, subay, korucu, seyirci kime rast gelirse yıkıyordu, deviriyordu, ortalığı altüst ediyordu.

      Panik başlamıştı, seyirciler birbirini çiğneyerek kaçışıyorlardı. Bu gidişle Kara Murat’ın oradan savuşması bile mümkün görünüyordu. Fakat yediği sillenin sersemliğinden kendini kurtaran Yaksiç’in yerinden kalkması, “Kaçan kazıklanacaktır!” diye bağırması üzerine durum değişti, yarın ölmemek için bugün akıncı yumruğu yemeyi göze alan koruculara bir yürek pekliği geldi, silahsız Kara Murat’ın üzerine birkaç düzine kılıç çekildi, bir sürü kement atıldı ve uzun süren bir boğuşmadan sonra yiğit adam yakalandı, zincire vuruldu.

      Voyvodanın yüzünü silen, kırılmış dişlerinden akan kanı dindiren gene Yaksiç’ti. Yediği sillenin izi ta yüreğine işlemiş olan Vlad’ın gözü artık dünyayı görmüyordu, bar bar bağırıyordu:

      “Şu hınzırı parçalayın, yakın, yok edin!”

      Yaksiç yalvarıyordu:

      “Herifi sevindireceksiniz asaletmeap. Müsaade edin de onu önceden düşündüğümüz gibi ağlata ağlata, inlete inlete öldürelim.”

      Vlad, pek güçlükle bu dileği kabul etti ve bütün yeryüzü tarihinde eşi az görünen facia başladı. Kara Murat, upuzun yere yatırılmıştı, ayakları bağlı bırakılıp yalnız elleri çözülen Mustafa da yanına getirilmişti, eline sivri uçlu ve on santimetre kalınlığında uzun bir şiş verilerek kardeşine geçirmesi emrolunuyordu.

      Kara Murat’ın yakalanması üzerine geri dönüp eski yerlerini alan kalabalık, kardeşi kardeşe şişleten vahşi düşünce önünde korku ile karışık bir meraka kapılmışlardı, dumanlı bir bakışla faciayı seyrediyorlardı.

      Küçük Mustafa’nın başı üstünde dört yalın kılıç parlıyordu, arada sırada boş böğrüne13 tekmeler de vuruluyordu. Buna rağmen genç yavru, istenilen şeyi yapmaya yanaşmıyordu, yanaşamıyordu. Bir aralık Kara Murat başını kaldırdı:

      “Mustafa!” dedi. “Beni kepaze ettiriyorsun. Şu şişi sok, ne olacaksa olsun. Dört yanımızda toplanan gidilerden sıkılıyorum.”

      Küçük gene durumunu bozmadı, kılıçların boynuna sürülmesine ve boş böğründe birkaç tekmenin dolaşmasına dayandı, şişe el vurmadı, kardeşine de istenilen işi yapamayacağını söylemekten geri kalmadı, yanık yanık inledi:

      “Beni de öldürsünler kardeş. Seninle bile gömülelim. Kötü bir can için sana kıyamam, seni kendi elimle öldüremem.”

      Kara Murat artık kızmıştı. Kardeşini azarlıyordu:

      “Beni öldürmezsen canımı mı kurtarmış olacaksın çocuk! Alıklığı bırak da dediklerini yap. Çünkü bağlı yatmak, ateşte yanmaktan daha ağır.”

      Ve birden sesini yumuşatarak ilave etti:

      “Kendini de bana benzettirirsen

Скачать книгу


<p>13</p>

Boş böğür: Böğürün eğe ve kalça kemikleri arasındaki boş kısmı. (e.n.)