Скачать книгу

olsun herhangi bir İranlı bunu işitirse derhâl Abbasilere taraftar kesilecektir. Halit siz de bu fikirde değil misiniz?”

      Bermekilerin atası olan Bermek’in oğlu Halit o sırada kırk yaşında bulunuyordu. Bermek vaktiyle Belh’te bulunan Nevbahar ateş-hanesinin reisiydi. Mecusi olarak kaldığı, Müslüman olamadan vefat ettiği büyük ihtimaldir. Çok akıllı, zeki, cesur ve çalışkandır. En seçkin mevkide olan oğlu Halit, İran’da İslam’ın şerefiyle müşerref olmuş ve bir taraftan İranlılar adına, Emevilerden intikam almak diğer taraftan da devleti kurduklarında en yüksek mevkilere geçerek hükûmetin gücünü almak üzere Abbasilerin siyasi yapısına katılmıştı. Kendisi dediğimiz gibi kırk yaşındayken yaşı yirmiden biraz fazla olan Ebu Müslim’in emri altında bulunmaya razı olmuştu. Abbasi cemaatinden Halit gibi daha pek çok yaşlı adam, belli başlı birçok komutan da yalnız imamın emrine muhalefet etmemek üzere o pek genç adamın komutası altında bulunmaya kabul etmişlerdi. Yalnız onlardan Süleyman bin Kesir adında biri itiraz etmişti fakat itirazı fayda etmeyince herkes gibi o da boyun eğmeye mecbur olmuştu. Ebu Müslim, Halit’i sahip olduğu üstün vasıflara mahsus seviyor kadrini takdir ediyor. En mühim konuları kendisi ile görüşüyordu. İşte bu sebepten bey ile görüşmek için kafiledeki diğer arkadaşlarına tercihen onu beraber almıştı.

      Merv beyi imamın emirleri hakkındaki fikrini Halit’ten sorunca derhâl şu cevabı aldı:

      “İranlıların, Abbasiler için pek fedakârca çalışacaklarına şüphem yoktur. Çünkü İranlılar bu uğurda yalnız Abbasiler için değil doğrudan doğruya kendi çıkarları için çalışmış olacaklardır. Ehlibeyit ve peygambere can ve mal ile destek olmak her İranlı için kutsal bir borçtur. Çünkü onların başarısı İranlıların şan ve şerefini yükseltecektir.”

      Merv beyi, Kirmani ile yaptığı sözleşmeyi ve evlilik dolayısıyla doğacak bağı hissettirmeksizin Ebu Müslim’e övgü dolu sözler ile hoş görünerek beğenisini ve güvenini belli etti. Abbasilere de pek ziyade taraftar olduğunu göstermek maksadıyla dedi ki:

      “Sizin gibi büyük, kudretli, kararlı ve cesaret sahibi adamlar başta bulunduktan sonra Şia’nın başarılı olacağı şimdiden bellidir.”

      Halit cevap verdi:

      “Fakat bey, bu iş için yalnız karar ve cesaret yetmez.”

      Merv beyi, Halit’in bu sözlerinden ne demek istediğini derhâl anladı.

      “Hepimiz, varımız yoğumuz ile bu işe destek olacağız. İnkılap girişimi gizli yapıldığı zamanlarda yardımdan nasıl çekinmedik ise iş gerçeğe döküldükten sonra da yardımda tereddüt etmeyeceğiz.” dedi.

      Ebu Müslim açıklamasını tamamlamak maksadıyla tekrar söze başladı:

      “Daha sonra bildiğiniz şekilde Horasan’a gelerek gizlice hazırlıkta bulunduk. Bu zaman zarfında ara sıra imam hazretlerinin yanına gidiyordum. Taraftarlarından toplanan paraları kendisine götürüyor dönerken yeni emirleri ondan alıyordum. Bu sene imam beni yalnızca bu hususun gerçekleşmesi için geri gönderdi. Adını andığım nakipler güvenilir olduğu için yola çıktık. Yolculuk sırasında hükûmet memurlarına rast gelince onları yalanla aldatıyorduk. Çünkü her ne zaman nereye gideceğimizi sordular ise kutsal topraklara gidiyoruz dedik. Kumis’e vardığımız zaman benim ve büyük nakiplerden Süleyman b. Kesir adına yazılmış, imam hazretleri tarafından bir ferman ile (köşkün önünde yere serilmiş olan bağı göstererek) zafer sancağı vasıl oldu. İmam hazretleri (cebinden fermanı çıkarıp okuyarak) bana: ‘Sana zafer sancağını gönderiyorum. Bu fermanım her nerede eline varır ise oradan geriye dönerek hilafetimi tanıttırmak için gereken savaş hazırlıklarını alenen uygulamaya başla. Cenabıhak yardımcınız olacaktır.’ yazıyor.”

      8

      ZIL VE SEHAB SANCAKLARI

      Ebu Müslim uzun bağdan bahsedince beyin gözleri o tarafa meyletmiş oldu. Bakışlarından sancağı merak ettiği, görmek istediği anlaşılıyordu. Ebu Müslim bağı getiren iki adama emretti. Bunlar bağı kaldırıp içeri sokmak istediler. Fakat bağ pek uzun olduğu için salona sığmadı. Bir ucu içeride diğer ucu dışarıda kaldı. Sancak, siyah bir kumaşa sarılmış, sıkı sıkıya bağlanmıştı. Bağ çözülünce her ikisi siyah renk olmak üzere bir sancak ile bir bayrağa sarılı olduğu görüldü. Sancak on dört, bayrak on üç arşın boyunda birer mızrak üzerine takılmıştı. Ebu Müslim sancağı görür görmez saygıyla ayağa kalkarak:

      “Bu sancağın ismi Zıl, bayrağının ki de Sehab’dır. İkisinin rengi siyahtır. Siyah renk İmam İbrahim hazretleri tarafından, taraftarları için seçilmiş ayırt edici unsurdur. Taraftarları bu tarihten itibaren siyah sarıklar, siyah kaftanlar, siyah sancaklar taşıyacaklardır.” dedi.5

      Ebu Müslim sancağı açık hâlde görüp saygı için ayağa kalktığı zaman, Merv beyi ile Halit de ayağa kalkmışlardı. Ruhen beğendiği delikanlının yeni bir devlet kurmak için çabaladığını, büyük bir siyasi yapının koca komutanı olduğunu, dünyada inkılap meydana getiren büyük kahramanlardan biri olduğunu anlayarak, bulunduğu yerde fikren anbean üzüntü ve düşünceye dalmış olan Gülnar da onlar gibi ayağa kalkmak istediyse de dizlerini kendisini kaldıracak dereceden daha zayıf gördü. Acaba Ebu Müslim’in kalbinde bu saf, namuslu ve gönül vermiş için bir his bir meyil var mıydı? Bunu bilmek Gülnar için büyük bir amaç oluşturuyordu. Nazarıdikkatini çekmek fikriyle ayağa kalkmak için bütün kuvvetini harcadı. Nihayet salonun bir direğine tutunarak ayağa kalktı. Misafirlere doğru biraz yaklaşmak üzere iki adım yürüdü. Gülnar bu hareketi ile yalnız Halit’in dikkatini çekmişti. O da kendisine beğeni ile baktı. Ebu Müslim ise âşığına karşı pek kayıtsız davranarak varlığından bihabermiş gibi bir bakış bile yöneltmedi.

      Ebu Müslim sözünü bitirince Merv beyi sordu:

      “Acaba Abbasilerin siyah sancakları tercih etmelerinden maksat nedir? Şehit edilen Hazreti Ali, Hazreti Hüseyin ve diğer Alevi hanedanı erkânı için matem delili olmak için mi bu renk seçilmiştir? Yoksa başka bir maksadı mı vardır?”

      Ebu Müslim tekrar oturarak o iki adama bağı eskisi gibi bağlamalarını emretti. Halit ve bey de yerli yerlerine oturdular. Yalnız Gülnar ayakta kalarak oturmadı. Ebu Müslim, beyin sorduğu soruya cevap verdi,

      “Siyah renk, peygamberimizden sonra gelen ehlibeyte özgüdür. Çünkü hazreti peygamberin ukab adıyla bilinen sancağı siyah renkteydi.”

      Bey, Şia hakkında aldığı bu önemli bilgi üzerine cidden düşünmeye, demirden yapılmış gibi görünen Ebu Müslim’den korkmaya başlamıştı. Çünkü Ebu Müslim, imamdan aldığı emirleri uygularken küçük bir şüphe üzerine adam öldürmeye hazırlanıyordu. Kirmani ile ilişkisini bilse kendisinin sadakatinden de şüphe edecek, ihtimal ki emirleri uygulamak için tereddüt etmeyecekti. Bunun için kendisinin de Şia’nın en gayretli taraftarı olduğunu göstermeye gerek görerek dedi ki:

      “Başaracağımıza, İranlıların şan ve şerefinin yükseleceğine şimdiden emin oluyorum. Tanıdığım ne kadar İran beyleri varsa onları birlik içine sokarak Müslüman olmayanlara yol göstereceğim. Çünkü onların çoğu hâlâ Mecusilerdir.”

      Halit: “Bu beyler, Müslüman olur; bize destek verip yardımda bulunursalar kendi nefislerine hizmet etmiş olacaklardır. Çünkü biz İranlıların şan ve şerefini yüceltecek İranlı bir devlet tesisine çalışıyoruz.”

      Bey: “İran beylerinden çoğunu İslam çatısı altına getirmeye söz veriyorum. Para da çoktur…” dedikten sonra ellerini birbirine vurmakla çağırdığı uşağa:

      “Hazinedarı çağır,

Скачать книгу


<p>5</p>

İslam’da başlangıçta çekilen bayrak beyazdı. Bir mızrağa takılıp Cenabı Peygamber tarafından Musab b. Ümeyr’e emanet edilmişti. Heyber kazasına kadar hep bu bayrak gönderildi. Heyber kazası için büyük ve siyah bir bayrak çekildi. Buna râyet deniliyordu. Halifelik sancakları da çeşitliydi. Abbasi halifeleri siyah bayrak kullandılar. Onun için onlara sevde-i tesmiye olunurdu. Benî Talib, Abbasiler üzerine saldırdığı zaman onlar da beyaz bayrak çektiler. Onlara müneyyize adı verildi. Halife el-Memun ise Abbasilerdeki siyah bayrağı kaldırıp gerek bayrakları gerek elbiseyi yeşile çevirdi. Eski Türkler ile Hint’teki Moğol devletlerinde at kıllarından dağınık saça benzer bir işaret yapılmıştı. Bunu Cengiz ile Hülagû dahi kullanmışlardı. Adına haliş deniliyordu. Eyyübiler, Mısır’daki Abbasiler, Selçuklular da halişi kullandılar. Buna Osmanlı Devleti’nde tuğ deniliyordu.