Скачать книгу

gülüşmeler arasında gençler terasa çıktı. Gelenler, Leonid Aleksandroviç’in kardeşi, komsomol üyesi ve üniversite öğrencisi Boris ile Lyusya’nın yeğenleri olan külrengi gözlü İra ve alaycı gözleriyle kara kaşlı Valya idi. Hepsinin üzerinde tenis kıyafetleri ve yanlarında raketleri vardı.

      Birbirlerinin sözlerini keserek anlatmaya başladılar: Kupriyanov’a misafirliğe ünlü tenis şampiyonu Kidalov gelmiş. Borka onunla tek maç yapmış, tabii ki kaybetmiş; ancak iki oyun almış. İşte bizim Borkamız! Yine de altıda iki, gayet iyi!

      Boris, ağabeyine şöyle dedi:

      “Kidalov senin hakkında çok şey duymuş ve bugün seni yakalayamadığı için çok üzüldü. Önümüzdeki Pazar yine burada olacak ve seninle tenis oynamaktan mutluluk duyacaktır.”

      “Memnuniyetle. Böyle bir oyuncuya yenilmek bile harika olur.”

      Leonid Aleksandroviç çok mutlu olmuştu. Hareketlerindeki serbestliği ve çeşitliliği, kıyafetlerinin güzelliği ve rahatlığı, topun başarılı bir şekilde gönderilmesinin ya da karşılanmasının verdiği zevki ile tenisi kendinden geçercesine seviyordu. Ayrıca bir de Kidalov gibi bir usta ile görüşme şansı vardı.

      Sevinçli olduğu her zaman Leonid Aleksandroviç, Lyusya’nın karşısında utanç duyar, Lyusya’nın buna ortak olamamasından dolayı acı çeker ve ona karşı beslediği özel şefkati daha da artardı.

      Gençler gezmeye gittiler. Lyusya’nın bakışları çok solgundu, sandalyeden güçlükle kalktı, çünkü gizli sıtma nöbeti başlıyordu. Leonid Aleksandroviç, onu odasına götürmek için yardım etti. Ancak Lyusya sert bir tonda şöyle dedi:

      “Gerek yok. Ben Anna Pavlovna ile giderim. Sen kendi işine bak.”

      Ferah yatak odasında açık pencerelerden esen nemli bir gece serinliği vardı. Anna Pavlovna yatağı ısıtırken, Lyusya yatmadan önce saçlarını tarardı. Soyundu, yatağa yaklaştı, yorgun bir biçimde şöyle dedi:

      “Ben ne kadar mutluyum! Soyunmama, taranmama gerek yok, her şey geride kaldı. Yataksa nasıl yumuşak, nasıl da sıcak!” Büyük bir zevkle battaniyeye sarındı. “Nasıl da güzel!.. Ne kadar da sıcak!” Anna Pavlovna’yı kolundan çekti ve şunları fısıldadı: “Anna Pavlovna, tatlım! Bana her gün gösterdiğiniz bu özen için size o kadar minnettarım ki! Sizsiz ne yapardım, hayal bile edemiyorum. Sadece sizin karşınızdayken ıstırap çekmekten utanmıyorum.”

      Anna Pavlovna hayretler içindeydi:

      “Siz mi bana minnettarsınız? Benim için yapmış olduklarınızın karşılığını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim.”

      Lyusya gülmeye başladı, ona el salladı ve ekledi:

      “Hadi iyi geceler!”

      Tanışmaları işte şöyle başlamıştı:

      Yaklaşık iki yıl önce yağmurlu bir sonbahar günü Lyusya, Patriarşiye Prudı göletinden geçerken bir bankta oturan ve ağlamaktan dolayı hafif hafif başı sallanan, ufak tefek bir kadın gördü. Kadının sicim gibi yağan yağmurdan ıslanmış yüzü ıstıraptan ve çaresizlikten öylesine donakalmıştı ki, Lyusya gayriihtiyari ona doğru döndü, yanına oturdu ve konuşmaya başladı. Yaşlı kadın birden irkildi. Ancak Lyusya yumuşak bir tonda ısrarcı olunca yaşlı kadın da yavaş yavaş her şeyi anlattı. Hikâye sıradandı. Tüm yaşamını adadığı, üniversite öğrencisi olan tek kızı on sekiz yaşında tifodan ölmüştü. Lyusya içten bir yakınlık göstererek sorular sormaya başladı ve yaşlı kadın kızının ne kadar yetenekli, güzel ve iyi olduğunu, onu herkesin ne kadar çok sevdiğini keyifle anlattı. Lyusya, kadınla şemsiyenin altında yaklaşık iki saat oturdu. Kadın ağlıyor, Lyusya ise coşkuyla ve uzun uzun ona birşeyler anlattıkça anlatıyordu. Ne Anna Pavlovna ne de Lyusya, kendisinin o anda tam olarak neler anlattığını ifade edemezlerdi. Yapılan iş sözcüklere, düşüncelere ve mantığa sığmazdı. Sakin ve yumuşak bir sesin, hayata karşı duyulan sarsılmaz bir inancın, açıkça hissedilen, sıcak bir empatinin bunda etkisi vardı. Anna Pavlovna dinliyor ve içini dökerek ağlıyordu.

      Bunun ardından Anna Pavlovna birkaç kez Lyusya’ya uğradı. Artık yaşam için yetersiz kalan bu hasta kadın, anlaşılmaz bir biçimde tüm gücünü acıyı göğüslemeye veriyor ve Lyusya’yı tekrardan yaşama bağlıyordu. Anna Pavlovna, Lyusya’ya yerleşti ve evde büsbütün yeri doldurulamaz biri oldu: ev işlerini idare ediyor, Lyusya’ya bakıyor, çamaşırları ve elbiseleri onarıyordu. Üstelik kati bir şekilde mükâfatı da reddediyordu. Sanki sipariş üzerine yaşıyordu. Lyusya’yı minnettar olduğu bir aşkla çok seviyor, bir anne özeniyle etrafında koşuşturuyordu. Kızının ölümünden sonra kalbinde sönmeden kalan büyük sevgiyi Lyusya’ya veriyordu.

      Ve her ikisi de birbirleriyle olmaktan mutluydular.

      Sabah Leonid Aleksandroviç her zamanki gibi sol tarafından uyandı. Uykudan başı dumanlı Leonid, bir de ruhunu ele geçiren belirsiz bir can sıkıntısı hissediyor, ancak bunun neden ileri geldiğine yanıt bile veremiyordu. Evde ardı arkası kesilmeyen hastalıklar kol geziyordu. Saf bir mutluluğa her zaman birşeyler engel oluyordu. Ah şimdi bir de, işte asıl kişi, Boris geldi. Yakında başarısız eğitim hayatı yüzünden yüksek öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalacak. Nereye, nasıl yerleştirilir? Leonid Aleksandroviç, kararlı davranması gereken her konuda soğukkanlılığını kaybediyor, çaresiz kalıyor ve Lyusya’ya danışması gerekiyordu.

      Odası çoktan silinip süpürülmüştü. Lyusya, özenle giyinmiş bir şekilde kanepede uzanmış kitap okuyordu. Açık pencerelerden odaya dişbudak ağacının yaprakları aracılığıyla bahçe kokuları, yeşil güneş ışığı, çekirge ve kuş cıvıltıları giriyordu. İçindeki büyük acı yığınıyla Lyusya, kocasına dalgın dalgın elini uzattı ve yavaşça kitaptan bir bölüm okumaya başladı:

      Mavi kır gölgeler birbirine geçti,

      Renkler soldu, sesler uykuya daldı;

      Yaşam, devinim sona yaklaştı

      Belirsiz bir karanlığa, uzak bir uğultuya doğru…

      Kelebeğin görünmeyen uçuşu

      Gecenin melteminde duyuldu…

      Tarifsiz hüznün saati!

      Her şey içimde – ben ise her şeyde…

      Leonid Aleksandroviç nazikçe karısını öptü ve sordu:

      “Kimin bu?”

      “Tyutçev’in.”

      Leonid, karısının gözlerinde, sadece sanatsal ya da zihinsel bir etkinlikte onu saran sevinci gördü.

      Tereddüt ederek şöyle dedi:

      “Bir iş hakkında seninle konuşmak istiyorum, ancak sonra da olabilir? Acelesi yok.”

      “Hayır, neden ki! Şimdi konuş!”

      “Konuşacaklarım Boris hakkında. Onunla başım dertte. İyi bir çocuk, ancak kafasının içi bomboş ve çok düşüncesiz! Bir bilimle uğraşmıyor, anlaşılan sınıfını geçemeyecek. Üstelik sadece tenisi düşünüyor. Onunla konuşmak büsbütün yararsız. Beni ziyarete geldiği için son derece memnun, ancak futbol ve tenis hakkındaki düşünceleri dışında o küçücük beynine daha nasıl bir yetenek sığdırabilir ki?”

      Leonid, suratı düşmüş bir şekilde odayı adımlamaya başladı. Lyusya sakince yanıt verdi:

      “Burada korkulacak hiçbir şey yok. Onun beynini değiştiremezsin. Elinde var olanlarla barışman gerekiyor.”

      “Bu oldukça üzücü.”

      “İçinde bulunduğumuz zamanda hiçbir şey üzücü değildir. Örneğin

Скачать книгу