ТОП просматриваемых книг сайта:
Kefensiz Gömülenler. Yusufoğlu Şükrullah
Читать онлайн.Название Kefensiz Gömülenler
Год выпуска 0
isbn 978-625-6853-00-3
Автор произведения Yusufoğlu Şükrullah
Издательство Elips Kitap
Hapisten çıktıktan sonra kız kardeşinin evinde kalırken O.Genri’nin Maugli eserinin tercümesiyle meşgul oldu. O kadar kültürlü bir adamdı ki, 1930’lu yıllarda Özbek aydınlarının henüz tanımadığı O.Genri’nin eserlerini okuyup öğrenmişti.
1937 yılında tekrar tutuklandı. Bundan sonra kendisinden bir daha hiç haber alınamadı, kaybolup gitti.
1937 yılında eniştem halk düşmanı olarak tutuklandı. Öğretmen olan eniştem, geniş malûmat sahibi, dünyadan haberdar ve adalet kavramının ne olduğunu idrâk eden insanlardan biriydi.
Benden tanıdıklarımın ve yakınlarımın kimler olduğunu soran görevli, acaba benim halk düşmanı olarak tutuklanan bu insanlarla akraba olduğumu biliyor mu, bilmiyor mu? Peki, ben kendim söylesem!..
Ben, onların ne suç işlediklerini ve niçin tutuklandıklarını bilmiyorum, çünkü o sırada henüz pek gençtim!
Eğer onlar suçlu olsalar bile bunun benimle ne alâkası var? Benim onlarla olan akrabalığımı bilseydi acaba ne yapardı? Lenin’in büyük kardeşi Aleksandr Ulyanov, Rus çarına suikast düzenleyerek öldürmek isterken suçüstü yakalanmış. Suçu ispat edilmiş ve asılarak öldürülmüş. Fakat yakınlarına hiçbir zarar verilmemiş ki! Hatta çar hazretleri, annesi Mariya Aleksandrovna’yı bir insan, bir anne olarak kabul ederek şikâyetini dinlemiş ve onu teselli ederek üzüntülerini bildirmiş. Oğlunun suçu kesin ve herkes tarafından da bilindiği için kanun dışı iş yapamayacağını bildirmiş, özür dilemiş. Çar, suçlu oğulları yüzünden ne annesini, ne de babasını horlamış. Yanlış terbiye verdikleri için suçlamamış ki!
Bize gelince… Bizde böyle mi? Babası yüzünden masum çocuklarını, hatta yakın akrabalarını tutuklamadılar mı?
Ekmel İkramov, halk düşmanı olarak tutuklandığı sırada oğlu Kâmil İkramov, 10-14 yaşlarında henüz bir çocuktu. O zavallının suçu neydi ki, gençliğinin on yılını hapishanede, bir kısmını Sibirya sürgünlerinde binbir meşakkat içinde geçirdi. Niye? Sadece o mu? Maalesef, sadece o değil, binlerce, milyonlarca tutuklanan kocası veya babası yüzünden ömürleri göz hapsinde, sürgünlerde geçen kadınlar, oğullar, kızlar olmadı mı?
Sorgu görevlisinin tanıdık, akraba ve yakın dostlarım hakkındaki sorularına ne cevap vereceğimi düşünürken şeytan aklıma bin türlü şey getiriyordu. Sorgu memuru ise tepeme dikilmiş, kimlerle ne tür alâkan var, kimlerle dostluk ediyorsun, çayhanelerde yemek sırasında Sovyetlere karşı hangi sözleri söyledin, diyerek tehdit ediyor, anlat diyordu.
Ben ise uykusuzluktan kendimi zor tutuyor ve ona ne dediğimi bilmez hâlde cevaplar veriyorum: – Suçumu biliyorsan sen söyle, yemin ediyorum, kabul etmezsem her türlü cezaya razıyım… O ise, düşman kendi rızasıyla teslim olmaz, Sovyetlere karşı olan faaliyetlerini ve suç ortaklarının kimler olduklarını kendin açıklaman gerek, demekten başka bir şey söylemiyordu.
Bunlara ne diyerek cevap verirsin! Kaldı ki, kim kiminle, ne zaman, nerede buluştuklarını, ne hakkında konuştuklarını ve kimlerle yemek yediğini yazar ki! Bunun tek bir maksadı vardı, o da hapsedilen yakınlarımla olan ilişkilerim sebebiyle beni suçladıkları gibi, isimlerini söylediğim kişileri de benimle olan ilişkilerinden dolayı suçlayıp tutuklamaktı.
Elbette âlimlerle ilim hakkında, şairlerle şiir, adamına göre herkesle her şey hakkında konuşursun. Böyle cevaplar sorgu memurunu ilgilendirmiyordu. Onun bunları soruşturmaktan maksadı tamamen başkaydı.
İsimlerini verdiğim tanıdıklarım sorgu memurunun ümitle beklediği gibi insanlar çıkmamış olmalılar ki, hiç aklımdan geçmeyen beklenmedik bir soru sordu:
– Osman Nâsır hakkında neler biliyorsun?
Ben hiç düşünmeden Osman Nâsır’ın çok iyi ve sevilen bir şair olduğunu söyledim.
– Bunu nereden biliyorsun, onunla ne alâkan var?
– Kitaplarını, şiirlerini okudum.
Benim bu cevabımı işiten sorgu memuru, emeline erişip de onu elinden kaçırmaktan kaygılanırcasına ve sanki ben, söylediğimden vaz geçip ifademi değiştirecekmişim gibi telâşlı bir hâlde ve mânasız bir tebessümle bana:
– Bildiklerini anlat, başka kimler okudu onun kitaplarını, onunla nerede buluştun, dedi.
– 1936-1937 yıllarında. Öğretmen Okulunda talebe iken. Osman Nâsır o yılların en sevilen ve en meşhur şairi idi. Yürek, Mehrim gibi yeni çıkan şiir kitapları okuyucuların elinden, tarif ve tavsifi ise dillerden düşmezdi. O günlerde Osman Nâsır halk düşmanı olarak tutuklandı, şeklinde bir dedikodu yayıldı. Komsomollar kurultayında onu lânetlediler ve her kimin elinde varsa kitaplarını yakıp imha etmelerini söylediler. Biz de öyle yaptık. Bütün bildiğim bu!
Bunda insanı suçlayacak ne var?! Fakat sorgu memuru, benim açık yüreklilikle, hakikati değiştirmeden anlattığım şeylerden kendince sonuçlar çıkarmış, hayal bile edemeyeceğim şekilde benim söylediklerimin tamamen aksini yazmıştı. Okuyunca saçını başını yolarsın! Ne diyeceğini, kime şikâyet edeceğini şaşırırsın!
“Ben halk düşmanı, aşırı milliyetçi, Sovyetlere karşı faaliyetleri sebebiyle tutuklanan Abdullah Kâdirî, Çolpan ve Osman Nâsırların milliyetçilikten ve Sovyet hayatından şikâyetten ibaret pesimist ruhla yazılmış eserlerini severek okuyor, milliyetçilik ve Sovyet devletine karşı olan ideolojilerini toplantılarda tanıdıklarım arasında lisede okuduğum zamandan beri yaymaya çalışıyorum”, gibi tamamen iftiradan ibaret, uydurulmuş yalanlardan ibaret sözlerini okudum.
Bunu nasıl imzalarsın! Bunu imzalamak, onlara isnat edilen suçları kabul etmekle aynı şeydi. Yani Çolpan ve Osman Nâsırlara ne suç isnat edilmişse, beni de aynı şekilde suçlamak istiyor. Bundan çıkan tek sonuç şu: Onların kaderi ile senin kaderin aynı.
Ne kadar dehşet verici! Onların âkıbeti malûm. Yoksa benim âkıbetim de… O gün sorgu memuru bana Sovyetlere karşı propaganda faaliyetinde bulunmaktan başka bir suçlama da milliyetçilikle ilgili maddeden ilâve etti.
Sorgu görevlisinin yazdıklarını imzalamadan önce okuyarak bu hapishanede yatan insanların herhangi bir suç veya herhangi bir kusurdan dolayı değil, KGB görevlilerinin kendi plânlayıp, kendi uydurdukları suçları zorla kabul ettirmek için tutuklandıklarına olan inancım kesinleşti.
Benim milliyetçiliğimden ne kastediliyor? Osman Nâsır’ın şiirlerini, Abdullah Kâdirî’nin eserlerini okumuş olmam mı? Bu eserlerde milliyetçilik adına ne var? Osman Nâsır’ın hangi şiirinde milliyetçilik var? Herhangi bir örnek var mı? Fakat sorgu memuru bunu söylemiyordu. Milliyetçilik ruhuyla yazılmış herhangi bir şiiri olmadığı hâlde onu okuduğum için niye ben milliyetçi oluyorum? Buna sorgu memuru cevap vermiyordu.
Kaldı ki, ben Abdullah Kâdirî’yi de, Çolpan’ı da, Osman Nâsır’ı da hiç görmedim. Onlar tutuklandıkları sırada ben henüz on altı yaşında bir çocuktum. Onların sohbetlerinde hiç bulunmadığım hâlde onların milliyetçi olduklarını ve Sovyet devletine karşı olan ideolojilerini nereden
51
Abdurrauf Abdurrahimoğlı (Fıtrat) (1886-1938): Şair, yazar, dilci, edebiyatçı, eğitimci, gazeteci, fikir ve devlet adamı. Türkistanlı Ceditçilerin önde gelen temsilcilerindendir. İstanbul’da Mekteb-i Hukuk’da eğitim gördü (1909-1913). 1917 yılında Hürriyet gazetesini çıkardı. 1919 yılında, Ceditçi aydınların toplandığı Çığatay Gürüngi adlı derneği kurdu. Buhara Halk Cumhuriyeti Eğitim Bakanı (1921) ve Başbakan Yardımcılığı (1922) görevlerinde bulundu. Moskova’da Şark Dilleri Enstitüsü’nde, Semerkand Pedagoji Akademisi’nde, Buhara ve Taşkent Eğitim Enstitülerinde, Dil ve Edebiyat Enstitüsü’nde çalıştı. Hind İhtilâlçileri, Temür Sağanası, Oğızhan, Ebâ Müslim, Kan, Begican, Çin Seviş, Tolkın, Ebülfeyzhan, Arslan piyeslerini yazdı. Edebiyatçı olarak Edebiyat Kâideleri, Eski Özbek Edebiyatı Nemuneleri, Aruz Hakıda adlı eserleri, dilci olarak Özbek Tili, Özbek Tili Sarfı adlı kitapları yazdı. Türkistan edebiyatı ve Türk dili hakkında pek çok makalesi yayımlandı. 1937 yılında milliyetçilik ve Türkçülük suçlarından dolayı tutuklandı, 1938 yılında kurşuna dizildi.
52
Hint İhtilâlçileri: Fıtrat’ın 1920 yılında yayımlanan beş perdelik tiyatro eseri. Eserde, Hint Müslümanlarının İngilizlere karşı verdikleri istiklâl mücadelesi anlatılmaktadır.
53
El (Bayrağı): Hokand’da 1917 yılında Eylül-Kasım döneminde, haftada iki defa olmak üzere toplam olarak 20 sayı çıkan bir gazetedir. Hokandlı milliyetçiler tarafından çıkarılan gazete, Hokand Muhtar Cumhuriyeti kurulunca, bu hükûmetin resmî yayın organı olmuştur. Tirajı 800-1000 nüsha kadar olan gazete, yayın politikası olarak Türkistan Müslümanlarını millî devlet bayrağı altında ve millî hükûmet etrafında birleştirmek gayesini takip etmiştir.
54
Sadâ-yı Türkistan: Taşkent’te 1914 yılı Nisan ayından itibaren haftada iki defa neşredilen bir gazetedir. Avukat Ubeydullah Esedullahoca tarafından çıkarılan gazete Ceditçilerin yayın organıdır. Dönemin en önemli yayın organlarından sayılan gazetede daha çok dinî, millî, didaktik, pedagojik konularda kaleme alınan yazılara yer verilmiştir. Gazetede, Arapça ve Farsça yerine Türkçe kelimelerin veya sade bir dilin kullanılmasını esas kabul eden bir yayın politikası takip edilmiş, bu yönde yazılar yayımlanmıştır. Dönemin önde gelen aydınlarından Abdullah Avlânî, Abdullah Kâdirî, Mirmuhsin (Şermuhammedov), Hamza Hekimzâde Niyazî, Abdülhamid Süleyman (Çolpan), Tölegen Hocamyarov (Tevellâ), Mömincan Muhammedcanov (Taşkın), Lûtfillâh Âlimî, Hacımuîn gibi isimler, gazetenin yazı heyetinde yer almışlardır.