Скачать книгу

bir şey bulamadım, padişah ölüm cezası vereceği için ağlıyorum, demiş ihtiyar.

      – Sana tavşan lazımsa ben vereyim, deyip Kudabay avlamış olduğu tavşanlardan bir tanesini vermiş. İhtiyar da çok dua etmiş ve sevinerek yoluna devam etmiş.

      Kudabay ertesi gün yine ava çıkmış. Ormanda dolaşırken önüne kaçmakta olan bir ejderha çıkmış. Ejderha Kudabay’a dönerek:

      – Ey, insanoğlu ben bir yangından kaçıyorum. Beni bu yangından sağ salim kurtarırsan dört çeşit besi hayvanımın yarısısı sana veririm diye yalvarmış. Kudabay ejderhaya çok acımış. Sırtına bindirip ejderhayı evinebırakmış. Eve varınca ejderha:

      – Sen şimdi evde dinlen, sana vereceğim hayvanları getireyim, demiş. Kudabay:

      – Benim şimdi hayvan sürüp götürecek halim yok. Yarın gelip götürürüm, demiş ve evine dönmüş. Kudabay evine gelince başından geçenleri yaşlı annesine ve babasına anlatmış. Anne babası çok sayıda hayvanları olacağı için sevinmişler. Sevinçle gece boyu gözlerine uyku girmemiş.

      Kudabay ertesi gün erken kalkıp ejderhanın vereceği hayvanları getirmek için yola çıkmış. Yolda giderken koyun otlatan bir çobana rastlamış. Bu çoban ejderhanın koyunlarının çobanıdır diye düşünerek:

      – Ey, çoban arkadaş, senin otlattığın koyunlar kimin koyunları? Burada oturan ejderha bana dört çeşit besi hayvanının yarısını vereceğim diye söz vermişti, demiş.

      – Sen deli misin, onun dört çeşit besi hayvanı bir yana, bir hayvanı bile yok. Mal adına sadece bir sandığı var. Başka da bir şeyi yok, demiş çoban. Kudabay yine de gidip ejderhayı göreyim demiş ve yoluna devam etmiş. Önüne yine bir koyun otlatan çoban çıkmış. Kudabay ona da sormuş. O da:

      – Ejderhanın malı olarak bir şeyi yok. Sadece bir sandığı var, demiş.

      Kudabay artık ejderhanın malının olmadığını anlamış ve kendi kendine “Pekiyi şimdi varınca bana ne diyecek bu?” demiş ve ejderhanın evine gelmiş. Kudabay ejderhaya dün vermiş olduğu sözü hatırlatmış. Ejderha Kudabay’a:

      – Benim önüne katacak hayvanlarım yok. Mal olarak sadece bir sandığım var. Benim dört çeşit besi hayvanım bu, demiş ve sandığı vermiş. Kudabay da razı olup sandığı almış. Evine doğru yola çıkmış. Eve geldikten sonra sandığı açıp baktığında içinde ay gibi ağzı, güneş gibi gözü olan güzel bir kızın olduğunu görmüş. Kız Kudabay’ı, Kudabay da kızı sevmiş. Kudabay o kızla evlenip muradına ermiş.

      TARTIŞMA

      Bir gün bir ağaç ustası, sarraf ve molla birlikte uzun bir sefere çıkmışlar. Issız yerlerde, günlerce yol gitmişler. Her akşam birisi ateş yakarak nöbet tutuyor, diğer ikisi uyuyormuş. Ağaç ustası nöbet tutarken canı sıkılmış ve vakit geçirmek için ağaçları yontarak bir kukla yapmış. Sabah uyandıklarında molla ile sarraf kuklaya hayran kalmışlar. Kuklayı da yanlarına alarak yollarına devam etmişler. O gün akşam sarrafın nöbet sırasıymış. O da ateşin başında otururken kuklayı yontup üstüne değerli elbiseler giydirip kukladan güzel bir kız yapmış. Sabah uyandıklarında molla ile ağaç ustası bunu görüp hayran kalmışlar. Kuklayı yanlarına alıp tekrar yola koyulmuşlar. Akşam nöbet sırası mollanınmış. Molla gece boyu tan atana kadar Tanrı te-alaya kuklaya can vermesi için yalvarmış. Sabah uyandıklarında üç yolcuya bir “güzel” hizmet ediyormuş. Bu eşsiz güzele üçü de âşık olmuş. Önce ağaç ustası söze başlamış:

      – Ben bu kızı ağaçtan ben yaptım. Yapmasaydım hiç birinizin aklında yoktu. Sizler yapmak şöyle dursun aklınıza bile getiremezdiniz. Onun için bu kızı benim almam lazım, demiş. Sarraf buna itiraz ederek:

      – Bu nasıl olur? Eğer ben giyindirip güzelce yontup süslemeseydim, buna can verilsin diye dua etmezdiniz. Can verilse bile böyle güzel olamazdı. Eski halinde kalsaydı sizler onun için tartışmazdınız. Marifet benim, ben alacağım, demiş. Bunun üzerine molla düşünerek:

      – Hey, yavrum hey, sizlerin yaptığı ne ki? Haydi, sen kukla yap, sarraf arkadaş da süslesin görelim. Eğer ben ağaç kuklaya can vermeseydim, ne yapacaktınız? Elinizde taşıyıp taşıyıp sonra bir çocuğa hediye ederdiniz. Ben daha merifetliyim. Onun için benim almam lazım, demiş molla.

      İşte böyle. Ateşin başında ağaç ustası, sarraf ve molla hâlâ birbiriyle tartışıyormuş.

      Sizce hangisini haklı?

      ÜÇ DELİKANLI KARDEŞ

      Çok eskiden bir ihtiyar varmış. Bu ihtiyarın üç oğlu varmış. Aylar ayları, yıllar yılları kovalamış. İhtiyarın çocukları yetişip büluğa ermişler. Bir gün ihtiyar adam çocuklarını etrafına toplamış:

      – Çocuklarım, bu zamana kadar ben sizlere baktım. Besleyip büyüttüm. Artık ben yaşlandım. Ölüm günüm yaklaştı. Bundan sonra sizler kazanıp bana bakın. Ben bir gün öleceğim. Babadan kalan mal çocuğuna mülk olmaz. Çalışıp kendi alın terlerinizle kazanın, demiş. Çocuklar da babalarının dediğini yapmak için bir gece vakti başka bir yere gidip iş bulup çalışmayı düşünmüşler. Sabah tan atarken atlarına binip silahlarını kuşanıp yola revan olmuşlar. Çocuklar gün boyu yol gitmişler. Akşam olup güneş batarken yolları büyük bir ormana çıkmış. Ormana geldiklerinde güneş de batmış. Çocuklardan en büyüğü:

      – Kardeşlerim, artık akşam oldu. Hava kararmaya başladı. Gece burada yatıp sabah yolumuza devam ederiz, demiş. Kardeşleri de uygun görmüş. Atlarından inip yerleşmeye başlamışlar. Bir yandan da: “Bu orman tehlikeli bir yere benziyor. Yırtıcı hayvanların sesleri geliyor. Bu nedenle güvenliğimiz için üçümüz sırayla nöbet tutalım.” demişler. İlk nöbeti en büyük ağabeyleri tutmaya başlamış. İki kardeşi yatar yatmaz uykuya dalmışlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ormanın batı tarafından büyük bir kaplan kükreyerek dosdoğru onların yanına doğru gelmeye başlamış. Nöbet tutan ağabeyleri kaplanı görünce “Kardeşlerim uyanıp kaplanı görürlerse korkarlar. En iyisi kaplanı peşime takıp uzaklaşayım. Kaplan bana yetiştiğinde kılıçla başını kesip öldürürüm.” diye düşünerek kaçmaya başlamış. Kaplan da hışımla arkasından kovalamış. Kaplan tam yaklaşırken kılıçla kaplanı ikiye ayırmış. Kaplan yere yığılmış. Kaplanın öldüğünü görünce işaret olsun diye kaplanın arka tarafından bir parça deri kesip karnına bağlamış. Kardeşlerinin yanına gelmiş ve nöbet sırası gelen ortanca kardeşini uyandırmış. Kendisi de uyumuş. Aradan çok vakit geçmeden ormanın doğu tarafından büyük bir ejderha tıslayarak gelmeye başlamış. Nöbetteki ortanca kardeşleri, “Eğer ben burada beklersem ejderha üçümüzü de yutar. En iyisi ona doğru koşayım.” diye düşünmüş ve koşmaya başlamış. Bunu gören ejderha bütün gücüyle havayı içine çekmiş ve çocuğu yutacakken o sırada ortanca kardeş bütün gücüyle nefesini içine çeken ejderhayı kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırmış. Delikanlı da işaret olsun diye ejderhanın derisinden bir parça kesmiş. Belli olmayacak şekilde karnına bağlamış ve kardeşlerinin yanına geri gelmiş. Nöbet tutması için küçük kardeşini uyandırıp kendisi derin bir uykuya dalmış. O da bir süre nöbet tutup tan atmak üzereyken esen nisan rüzgârıyla kımıldayan otlara bakarak düşünüyormuş. O sırada gece boyu yanıp duran ateş sönmüş. Ateşi tekrar yakmak istese de ateş bir türlü yanmamış. “En iyisi etrafa bir göz atayım. Yakınlarda yanan bir ateş bulursam tezek yakıp getireyim.” diye düşünmüş. Ata binip etrafı kolaçan etmiş. Derken uzaklarda parıldayan ateşe benzer bir şey görmüş. O ateşe doğru atını koşturtup yanına vardığında büyük bir mağarada sohbet

Скачать книгу