ТОП просматриваемых книг сайта:
Ses Rengi. Marhabat Baygut
Читать онлайн.Название Ses Rengi
Год выпуска 0
isbn 978-625-6494-40-4
Автор произведения Marhabat Baygut
Издательство Elips Kitap
– Gözünü seveyim, neredeyse yüksek lisans tezi hazırlamışsın! diye sevinçle parmaklarını çıtlattı. – Aslanım, sen çocukluk yapma, bir yolunu bulup şu konuya devam et. Gözünü seveyim, ciddi söylüyorum.
İşte, Dekan Bey, sekiz yıllık okulun yaygın eğitime giden öğretmeni üniversitenizi başarıyla bitirip neredeyse yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Sizse…
Siz sadece misis Mayra’ya danışman oldunuz.
Bu durum ortaya çıktığında Kanşayım ile Mayra çok kötü kavga etmişler. Kavganın şiddetine şahit olmadık, detayını bilmiyoruz. Bize değiştirilerek iletilmiş olma ihtimali de vardır. Kimileri Kanşayım’ın haklı olduğunu söylerken kimileri kıskançlıktan meydana gelen kavga olduğunu ileri sürmüştü. Kanşayım: “Bulaşma, ağlarsın”, demiş. Misis Mayra hiç söz dinlememiş, İngilizce döktürmüş diyorlar. “Kavga ettiğim doğru”, dedi Kanşayım. Devamını getirmedi.
Bir gün de çok sinirli gelmişti.
– Lanet olsun! dedi o. Güneyin güzel kızları sinirlenince küfür de ettikleri olurdu, ne yapalım. – Lanet olsun, özellikle takip ettim. Onu da tavlamış! Zavallı enişteye acıdım.
“Enişte” dediği misis Mayra’nın eşi idi. Kendisi veterinerdir. Her sene sömestrlerin birinde mutlaka uğrardı. Dekan Bey, sizinle de gülümseyerek ve öz ağabeyini görmüş gibi ağzı kulaklarına vararak memnuniyetle tanışmıştı, hatırlar mısınız? “Mayra’nın, misis adını kazanan Mayra Mukaşeva’nın eşiyim hocam. Bizzat kendinizin, sizin, Dekan Bey’in Mayraş’a danışman olduğu için çok çok memnun oldum hocam....”
Mayra uzun boylu, etkileyici duruşlu ve endamlı güzel bir misis idi. Çok değişmişti. Değişimi fark etmeyecek çocuk değiliz ya.
Biz sizin düşündüğünüz gibi, sizin söylediğiniz gibi olmadık Dekan Bey. Kırk kız (kızlarımızın sayısı otuz altı idi, yuvarlatıp kırk kız derdik) ve on kadar erkek öğrenci okulu başarı ile tamamladı. Bitirme tezimizi savunma günlerinde eniştemiz uçakla geldi. Misis Mayra’nın yüzünde lekeler oluşmuştu. “İki diploma!” diye uçuyordu veteriner.
– Erkek olması lazım, dedi o. – Babaannem kız doğuracak kadın haşin olur dedi. Farkında mısınız, Mayraş o kadar rahat ki rahat.
– Rahat, rahat… Çekilin şurdan rahat rahat! dedi mister Mamır kötü bir haber iletecekmişçesine.
– Ne oldu? Kıyamet mi koptu yahu? diyorlardı kızlar.
– Dekan Bey’in çok selamını getirdim, – dedi nefes nefese kalan Mamır bir türlü sakinleşemeyip. – Ana binaya gitmiştim. İki üç gün müsait olmayacağını söyledi. Devlet Sınav Komisyonu Başkanı da daha imza atmamış.
– Eyvah, boş boş ne yapacağız buralarda?! diye yaygarayı bastı kırk kız.
Öğrenci işlerindeki bizden sorumlu görevli de, sınıf başkanımız da aynı anda doğum iznine ayrılınca çok zor durumda kalmıştık. Sınıf başkanı olarak Kanşayım’ı seçtik. Dekan’ın hoşuna gitmedi, ama biz öyle istedik. Dişli biri lazımdı.
– Müsait olmayıp da ne yapıyormuş? Annesi ile babası öleli çok olmuştu sanki, dedi Kanşayım dekan gibi mosmor kesilerek.
– Rektör altmış yaşını dolduruyormuş, şehrin tamamı kutlama hazırlığında, dedi mister Mamır. – Dekanı ise gökten arayacağız artık.
– Rektörün yanında elli öğrenci kim ki? Tırnağı bile olamayız değil mi? Üstelik biz dışarıdan okuyan zavallıların tekiyiz, diyerek ağlayıverdi çok yakında doğum yapması beklenen hanımlarımızdan biri.
– Şu işe bak, bugün iznimin son günü idi. Uçağa bilet de almıştık. O zaman, Mayracığım sen kendin kalırsın, dedi veteriner alnının terini silerken.
– Yok böyle bir şey. Dekanlar diploma takdim edeceklerine kutlamaya giderlermiş. Dün bir şey duydum. Bizim Geyorgiyevka’daki doğumevinde bir çocuk doğmuş. Doğar doğmaz da konuşmuş. Zavallı hemşire elinde konuşmaya başlayan bebeği az kalsın elinden düşürüyormuş. Bunları anlatan Juvalı’dan gelen Jusanbay idi.
– Bırak şimdi bunları…
– Anlatsın, anlatsın. Okul bitti, diploma bir yere kaçacak değil ya…
– Kısacası hemşirenin elinde konuşmaya başlayan çocuk: “Savaş olmayacak, fakat dünyada teknoloji yüzünden pek çok insan ölecektir”, demiş. Şu anda bebeğin yanına beş hemşire vermişler ve başka neler söyler diye iyi bir Japon mikrofonu takmışlar.
– Maşallah, atıp tutun, diplomalı dedikoducular!
– Ne yapalım, boş oturacağımıza biraz eğlenelim yaa.
Kanşayım ortaya çıktı. Herkes sustu. O, bana:
–Yürü! diye buyurdu. Diğerlerine bakıp:
– Bizi bekleyin. Burada! dedi üstüne bastırarak.
Ben ona zar zor yetişiyorum. O gün korkunç hızlı yürümüştü. Ana binadaki öğrenci işlerine girdi. Yarım saat kadar çıkmadı. Keten çantasını doldurup bir şeyler alıp çıktı sonunda.
– Nedir şunlar?
– Diploma.
– Yok canım!
– “Canım”ı doğru şekilde söylesene vurgulayarak. Yüksek sesle. Diploma! Senin diploman da bunun içinde. Çantada.
– Versene, görmek istiyorum! Caanıım!
– Öpsene beni, öp…
Yanağını uzattı. Gerçekten. Ne yazık ki öpmeye cesaret edemedim.
– O zaman göstermeyeceğim. Yürü hadi! Profesör bekliyor bizi.
– Nerede? Kim bekliyor?
– Evinde. Sınav Komisyonu Başkanı. Geçendeki kadın var ya!
– Ciddi misin? Evine ben de girecek miyim?
– Ne olmuş, profesörler insan mı yiyormuş.
Odaları genişmiş, ahım şahım bir şeyi yoktu.
Her yer yeşildi, çiçeklerle doluydu.
– Çok sade yaşıyormuşsunuz hocam, dedi Kanşayım çok rahat bir şekilde. Sınav Komisyonu Başkanı da rahat ve gayet samimiydi.
– Çocuklar kusura bakmayın. Çok hastaydım. Daha bugün kafamı kaldırabildim. Diplomanız hayırlı olsun. Sınav sonuçlarınız da çok memnun etti. Dışarıdan okuduğunuz hiç belli olmuyor.
Kanşayım diplomaları tek tek çıkarıp vermeye başladı. Profesör hoca da acele etmeden imzasını atıyordu. İmza işini bitirdikten sonra birkaç yere telefon etti. Çok yorulduğu yüzünden belli oluyordu. Bir an yüzünün rengi kaçıp dudakları morardı ve suyu bile zorla işaretle istedi. Kendine gelir gibi olduktan sonra diplomayı takdim edecek kimsenin olmadığını söyleyebildi. Herkes rektörün doğum gününü kutlamaya gitmiş.
– Canlarım benim, yarın tatil, hem buralarda boşuna kalacaksınız, hem evinize geç gideceksiniz, dedi hoca çok üzgün bir sesle.
Amfideyiz. Herkesin canı çok sıkkın. Mühür vurulmuş ve tüm imzalar atılmış bir çanta dolusu diploma var. Takdim edecek