ТОП просматриваемых книг сайта:
Siyasi Katılım. Veyis Güngör
Читать онлайн.Seçimlerden sonra yıllardır ülke idaresinde tecrübeleri olan Hıristiyan Demokratlar’ın liderliğinde oluşan kadro, liberaller ve yeni partiyle birlikte ülkeyi yönetmeye başladı. Yeni partinin bakanları durmadan azınlıklar üzerine açıklamalar yaparak gündemde kalmaya çalışmışlardı. Bu çabaları tabiri caizse kursaklarında kaldı. Parti içinde çıkan amansız anlaşmazlık ve ayrılık hükümetin düşmesine yol açtı.
Hükümet düşmüş ve yeni seçim kararı alınmışken araştırmacılar da seçimlerde meydana gelen radikal değişikler üzerine çalışmalar yaptılar. Amaç seçmenin tavrını anlamak ve bu isyanın arka plânını ortaya çıkarmaktı.
Bu çerçevede Hükümet Politikası Bilimsel Kurulu’nun isteğiyle sosyolog ve felsefeci Gabriel van den Brink seçmenin tavrını belirleyen saikler üzerine bir araştırma yaptı.
Araştırma sonuçlarına göre 2002 yılındaki seçmenin isyankar tavrı değişmemiştir. “Siyasî tabakaya, Den Haag’a, bürokrasiye karşı tavır devam etmektedir. 1980 – 2000 yılları arasındaki vatandaşın politikaya soğuk durması değişmiş, siyasî katılım ve ilgi son iki yılda alabildiğine artmıştır. Hollanda’da kendilerini tehdit altında hisseden yüzde otuzluk bir halk kesimi mevcuttur. Bunlar düşük eğitimli, düşük gelirli, modern hayatın nimetlerinden çok az faydalanan bir kesimdir. Bir kesim daha var ki bunlar kozmopolitler, rahatları gayet iyi, hükümetten ve vatandaştan saygı beklemekteler. Her iki grup da politikaya olumsuz bakıyor. Pim Fortuyn’in özelliği her iki gruba da hitap edebilmesi ve seslenebilmesiydi.”
Gabriel van der Brink popülist siyasetçilerin hem kendilerini tehdit altında hisseden gruba hem kozmopolit gruba yönelebileceklerini belirtmektedir.
Evet, son günlerde mevcut siyasî partilerin hepsi bu yöne eğilmişlerdi. Günah keçisi de malum olduğu üzere, ülkedeki azınlıklardı. Düne kadar hürriyetten, özgürlükten bahseden Liberal Parti, artık, Hollanda’nın dolu olduğunu açıkça dile getirmekten çekinmiyordu. Düne kadar özel okulları savunan Hıristiyan Demokratlar sıra İslâm okullarına gelince, çıkış noktalarını değiştiriyordu. Yıllardır azınlıklara sempatiyle yaklaşan ya da öyle bir imaj çizen İşçi Partisi de oy kaygısıyla radikalleşiyordu. Geriye kim kaldı. Yeşil Sol ve Sosyalist Parti.
Bütün bunlar sadece oy kaygısı için, kendini tehdit altında hisseden yüzde otuzluk halk kitlesinin yüzer gezer oylarını almak için yapılıyordu. Oysa siyasî partiler, ülkeyi yöneten kadrolar toplumda var olan sıkıntıları ve gerçekleri görmezlikten gelemezler. Bugün Hollanda’da siyasetçi ile halk arasında varolan uçurumun sebebi neden araştırılmıyor ? Halktan kopuk yönetim, halka danışmadan iş, hukuk, eğitim, aile vb. konularda kararlar alıyor. Halk konuşmak istiyor, tavsiyede bulunmak istiyor, yönetime etki etmek istiyor ve bu istekler yerleşik politikacılar tarafından yok sayılıyor. Yerleşik politikacılar bütün bunları örtbas etmek için azınlıklarla ilgili açıklamalar yaparak geniş halk kitlelerinin dikkatlerini bu yöne çekiyor. Rahatsızlıklara çözüm bulma sürekli erteleniyor.
Varolan memnuniyetsizlik suiistimal edilerek oy avcılığı yapmak, güçleri ve kuvvetleri pek fazla olmayan azınlıklara yüklenmek ucuz bir politikanın ürünüdür. Liderler çıkıp televizyonlarda istedikleri gibi konuşuyorlar, programcılar eskiden korka korka gittikleri meselelerin üzerine açık ve ukalaca gidiyorlar. Ancak hedef alınan kitle ise bütün bunlara cevap vermekte zorlanıyor. Konuşuyorlar ama sesleri duyulmuyor. Düşünüyorlar ama herhangi bir basın kuruluşuna düşünceleri yansımıyor. Kızıyorlar, sinirleniyorlar ama sadece çektikleriyle yetinmek zorunda kalıyorlar.
Azınlıklar her alanda katılımı sağlamak için gayret sarf ediyor, en azından bu yönde geçmişe göre mentalite değişikliği ortaya koyarlarken, onları dışlarcasına, toplumun dışına itercesine bir politika yürütülüyor günümüz Hollanda’sında. Basit, kolay, popülist ve çıkarcı politika kol geziyor her yerde.
Oysa Hollanda tarihten gelen bir imajla çok barışçı, toleranslı, insan hak ve hukukuna saygılı bir ülke olarak zihinlerde yer alır. Bugün bunları Hollanda’da görememek insanı üzüyor. Özellikle 11 Eylül olaylarından itibaren Amerika’nın başını çektiği anti-Müslüman propagandadan maalesef, Hollanda da nasibini almış durumda. Artık içinde İslâm geçen, Müslümanlara yönelik her proje reddediliyor, onaylanmıyor.
Amerika ve tüm Avrupa’da azınlıklar ve göçmenler üzerinde dolaşan karabulutlar hiç arzu etmememize rağmen Hollanda’da da var. Birçok ülke siyasetçisi seçim politikasını gözle görülebilen, somut olan göçmenler ve azınlıklar sorunu üzerine kurmaktadır. Kolay politika yapmaktadır.
Hemen hemen her parti, özellikle VVD hattâ CDA ve dahi PvdA televizyon ve radyolarda yapmış oldukları tartışmalarda açık açık azınlıkları, göçmenleri seçim kozu olarak seçmişlerdir. Yeşil Sol biraz ılımlı olup, bazı azınlık grupların sempatisini kazansa da yine de insanın kafasında bir netlik oluşmuyor. Sanki herkes biraz Pim Fortuyn’cü olmuş gibi bir hava esiyor Hollanda’da. Böyle bir ortamda, seçmen olarak yeniden sandık başına giderek, önümüzdeki senelerde Hollanda’yı idare edecek zihniyeti nasıl belirleyeceğiz?
Birçok Hollandalı için önümüzdeki hafta oyunu hangi parti için kullanacağı aşağı yukarı belli iken, Türk kökenli bir Hollandalı olarak hangi partiye oy vereceğimiz hususunda şu ana kadar kafamızda bir netlik oluşmadı.
Partiler mi? Yoksa partilerin listesindeki Türk kökenli adaylara tercihli oy mu ? sorusunu kendimize sormaktayız. İçimizden gelen ses ve yukarıdaki tablo, yani Hollanda gerçekleri, bizi tercihli oy kullanmaya mecbur ediyor. Dolayısıyla oylarımızı sevdiğimiz, bildiğimiz, kalitesine ve kapasitesine güvendiğimiz Türk kökenli bir aday için kullanacağız. Hiç olmazsa bu adaylarımız parlamento düzeyinde hem partilerinin içindeki azınlık ve göçmen karşıtı olanlara, önyargılı olanlara bizi anlatsın hem de genel anlamda azınlıkların konumlarını savunma imkânı bulsun.
Seçim sonuçlarının, iktidara gelecek hükümetin Hollanda’da yaşayan herkese mutlu bir gelecek oluşturmasına vesile olması duasıyla.
Jan Pronk, Çok Kültürlülük ve Endişeler!
Jan Pronk’u Hollanda’da tanımayan var mıdır bilemiyorum. Uzun yıllar Kalkınma İşbirliği Bakanı ve Mor hükümetin son dönemlerinde Çevre Bakanı olarak görev yapan Pronk Hollanda siyasi litaretürüne dobura dobur ya da açık sözlü bir sosyal demokrat olarak geçmiştir. Şimdilerde öğretim görevlisi olsada, karakteri gereği Pronk sürekli siyasi gündemde kalmayı başaran, hatta bu işi seven biridir. Bunun için olsa gerek, çok sık kalkınma, uluslararası ilişkiler, sürdürülebilirlik, fakirlik ve çatışma gibi konularda fikrine başvurulur. Bu bağlamda Pronk’la onbir eylül olaylarından sonra dünyanın nereye gittiği konulu bir söyleyişi keyif duyarak bir kaç ay önce NMO (Hollanda Müslüman Yayın Kurumu) da izleyebilmiştim. Türk sunucu Nazmiye Oral tarafından yapılan söyleşide Pronk dünyamızın gidişatından ciddi bir şekilde endişe duyduğunu ifade etmişti. Bakanlığı döneminde eski Yugoslavya’da gözler önünde, dünya kamuoyu gözü önünde hunharca öldürülen yedibin müslüman erkeği hala unutamadığını dile getirmişti.
İşçi partisinin koca kurtlarından Jan Pronk, her ne kadar günlük politikada aktif olmasada bir çok konuda, özellikle Batı toplumuyla ve dünya toplumları arasındaki konularda, meselelerde