ТОП просматриваемых книг сайта:
Türkçeyle Yaşamak. Leyla Karahan
Читать онлайн.Название Türkçeyle Yaşamak
Год выпуска 0
isbn 978-625-6494-66-4
Автор произведения Leyla Karahan
Издательство Elips Kitap
Tahsin Banguoğlu ile Anıtkabir’de (Ankara 1963)
– Çok hareketli geçmiş öğrenciliğiniz.
– Evet, öyle oldu. Halkevleri Genel Başkanı olduğu zaman beni bir defasında da İstanbul’a göndermişti Fahrettin Altay’la konuşayım diye. Fahrettin Altay’ın Millî Mücadele yıllarında Batı Anadolu’da çok büyük bir emeği vardır. İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşunun yıldönümüydü. Beni çağırdı, dedi ki “Seni İstanbul’a göndersem bir röportaj için, gider misin?” “Eğer yapabileceğim bir şeyse giderim Hocam.” dedim. “Senin yapabileceğine kanaat getirdim.” dedi. “Fahrettin Altay’a gideceksin, İzmir Fatihi denir ona, İzmir’i Yunan işgalinden kurtaran birisi, general. Onunla bu İzmir olaylarını konuşacaksın ve biz bunu yayımlayacağız.” “Peki, Hocam.” dedim. Ve bunun üzerine İstanbul’a gittim. Emirgân’da oturuyordu, adresini almıştım. Yalnız Emirgân’da, merkezî yerde, kahvenin yanında rahmetli meslektaşım Mecdut Mansuroğlu’nun evi vardı. Hanımı Melahat Hanım da benim arkadaşım. Almanya’dan tanışıyoruz. Her ikisi de aynı zamanda Gabain’in talebeliğini yapmışlar bir süre. İngiltere’den Türkiye’ye gelirken de Almanya’ya geldiler, orada iki ay beraber kaldık. Gabain’in konuşmalarına, derslerine, özel derslerine katıldık. Fahrettin Altay, onların komşusuymuş. Onun için ben Melahat Hanım’a gittim. “Böyle bir görev aldım, beraber gidebilir miyiz Fahrettin Altay’ın evine?” dedim. Melahat Hanım beni aldı, elli altmış metre mesafe var aralarında, onlara götürdü. Ve orada bir röportaj yaptım. O röportaj hem radyoda hem de Halkevleri Dergisinde yayımlandı. Yalnız ben sonra bu popüler dergilerde çıkan yazılar üzerinde durmadım pek, toplamadım onları.
1942’de Halide Edip Adıvar –biliyorsunuz daha önce dışarıdaydı- Türkiye’ye döndükten sonra Sinekli Bakkal’a bir ödül verildi. O ödül dolayısıyla DTCF’de Halide Edip Günü düzenlendi. Sinekli Bakkal üzerinde birtakım şeyler yazıldı, çizildi. Benden de öğrenciler adına bir konuşma yapmam istendi. Orhan Burian vardı, İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü. Benim İngilizce hocam. Öğrenci hareketlerini yöneten hocaydı. O konuşmayı ben yaptım. Çok beğendi. Dedi ki “Bunu Yücel Mecmuası’nda basalım.” Ve Yücel Mecmuası’na gönderdi. Tabii 1942 yılında öğrenci olarak bir yazımın basılması benim hoşuma gitti. Öğrenciliğimde Yücel ve Ülkü dergilerinde Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Fikir Cephesi, Balıkesir’in Dursunbey İlçesinde Sohbet Baranası gibi yazılarım da yayımlandı.
– Hocam, siz mezun olduktan sonra da Banguoğlu ile görüşmeye devam ettiniz, değil mi?
– 1943 yılında milletvekili seçilince Banguoğlu hocalıktan ayrıldı. Daha sonra da Millî Eğitim Bakanı oldu. 1950’ye kadar devam etti bakanlığı hatırımda kaldığına göre. Ondan sonra siyasi hayatta idare değişimi oldu. Halk Partisi gitti, Demokrat Parti geldi. Demokrat Parti zamanında o da İngiltere’ye gitti. Ben 1944’te mezun oldum. Mezun olunca doktoraya başlayacağım. Hoca’ya dedim ki “Hocam ben fonetik üzerinde çalışıyorum, elimde fonetiğe ait hiçbir kitap yok. Radloff’un fonetik kitabını da kütüphanede bulamadım. Sizde varsa acaba bana verebilir misiniz?” “Tabii.” dedi ve İngiltere’ye giderken kitabını bana verdi. 5-6 sene o kitap bende kaldı. Ne zaman ki kendisi döndü, döndükten sonra da İlahiyat Fakültesinde Türk Lehçeleri Bölümüne hoca oldu, o zaman benden istedi kitabı. Zannediyorum ondan önce Türk Grameri’nin ‘Ses Bilgisi’ bölümünü yazmıştı. Benim o kitap üzerinde de bir tanıtma yazım oldu. Hem o yazıyı götürdüm kendisine, hem de o kitabı. Çok memnun oldu tanıtma yazısından. Banguoğlu’nun hocalığındaki derinlik ve eserlerindeki temel yapı, şahsındaki kişilik özellikleri beni Türk dilinde uzmanlık çalışması yapmaya yöneltmiştir. Tahsin Banguoğlu Hocam’la ilişkilerimiz, kendisi milletvekilliği ve sonra da Millî Eğitim Bakanlığı dolayısıyla fakülteden ayrıldığı ve İstanbul’da olduğu yıllarda da devam etmiştir. Türk Dil Kurumuna başkan olduğunda da görüşürdük. Banguoğlu, 1960’ta Türk Dil Kurumu Genel Başkanı oldu. 1960-1963 yıllarında başkanlık yaptı. Fakat ondan sonraki seçimlerin birinde üniversiteden gelenlerin çoğunun ismini çizdiler; bu arada Banguoğlu da adı çizilenler arasındaydı. 1980’de -siz de hatırlarsınız o yılları- Banguoğlu’nu tekrar listeye almıştık, tekrar geldi, tekrar temasımız oldu Banguoğlu Hoca’yla. Kızı Ülker, yazdığı “Meşrutiyetten Cumhuriyete Bir Fikir Adamı” kitabını bana gönderirken bir açıklama yapmış, altına da şu notu düşmüş: “Zeynep Hanım, rahmetli babamdan sık sık adınızı duyardık. Bu yaşam öyküsünün sizin de ilginizi çekeceğini düşündüm. En derin saygılarımla, Ülker Bilgin.” Türk Dili Kurultaylarında, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsünde düzenlenen uluslararası Türkoloji kongrelerinde hep görüşmüşümdür kendisiyle.
– Hocam, Banguoğlu’nun çok etkisi ve desteği olmuş. Yakın gelecekte bir Banguoğlu toplantısı yaparsak sizi mutlaka davet ederiz. Hocanız için konuşursunuz değil mi Hocam?
– Tabii, tabii memnuniyetle. Banguoğlu, ilim adamı zihniyetiyle hareket ederdi. En iyi tarafı da toleranslıydı. Mesela Abdülkadir Gölpınarlı çok şiddetliydi. Kızdığı zaman derste bağırır, çağırır. Bilhassa Hukuktan gelen talebelere not tutuyorlar diye kızardı. Banguoğlu, onların hiçbirine benzemeyen, toleranslı, fevkalade olgun bir hocaydı. Ondan çok etkilendim.
– Hocam, lisans yıllarında ben de Muharrem Ergin Hocam’dan çok etkilenmiştim. O da çok güzel ders anlatırdı.
– Çok iyidir o da. Allah rahmet etsin hepsine. Ben Banguoğlu’nun çok yardımlarını gördüm. Bana bir iyiliği de burs verdirmesi. İkinci sınıfta burs imtihanına girmek istedim. Devlet bursu için her sene burs imtihanı açılıyordu. Ben de birinci sınıfta Gazi Eğitim Enstitüsünden geldiğim için girememiştim. İkinci sınıfta girmek istedim. Banguoğlu “Hayır sen girme, biz seni tanıdık bir senede. Ben senin bursunu temin ederim.” dedi. Ve bana sınavsız burs sağladı. Bursu alınca ben daha çok bağlandım okula. Son sınıfa geldiğim zaman burslu olduğum için, -asistanlık kadrosu yoktu o zaman, ilmî yardımcılık vardı- bizi mecburen ilmî yardımcılığa atadılar. 1945 yılıydı.
– Bizi derken kimleri Hocam?
– Hasibe ve beni. Onun birinci sınıfta bursu vardı, benim yoktu.
O Yıllarda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
– Hocam, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dil Kurumundan ve Türk Tarih Kurumundan sonra Atatürk’ün dil ve tarihe ne kadar önem verdiğini gösteren kurumlardan biri. Biraz da DTCF’nin genel havasından söz eder misiniz?
– Elbette. Burası Atatürk’ün kurduğu bir fakülteydi. Esas itibariyle dil ve tarih tezlerinin gerçekleştirilmesini amaçlayan bir kuruluştu. Türk tarihinin, Türk dilinin çok eski kaynaklarına inebilmek için yan dallar da kurulmuştu. Hocaları da iki kaynaktan geliyordu. Birisi Almanya’da Hitler’den kaçanlardı. Atatürk akıllıca bir hareketle bunları toplayıp Ankara’ya getirmişti. Wolfram Eberhard, Walter Ruben, Benno Landsberger, Herbert Louis, Hans Gustav Güterborck, dünya çapında fevkalade değerli hocalardı. Ayrıca bir de Avrupa’ya gidip de Avrupa’da doktora yapan, doçentliğini vererek Türkiye’ye gelenler vardı. Mesela Tahsin Özgüç, Nimet Özgüç, Abidin İtil, Mebrure Tosun, Halil İnalcık, Osman Turan, Mehmet Altay Köymen…