Скачать книгу

her ne için ise kırda kardeşimi bekliyordum.

      Bir aralık başımın üstünde şahine, doğana benzer, kartaldan küçük, atmacadan büyük yırtıcı kuşlardan birinin döndüğünü, havada daireler çizdiğini gördüm.

      Kuş ne iyi! İstediği kadar havada gezer, onun mektebi her gün azat. Yarın gene böyle gezecek. Bizim evdeki köpekler de böyle. İnekler de böyle, ama inekler her sabah sığırla kıra gidip gelmeye borçlu, onlar benden daha iyi ise de, ineklere bakarak köpekler daha iyi. Bu kuş hepsinden daha rahat.

      Bunlar benim o zamanki düşüncelerimdir.

      Arkası üstü yattım, kuşu seyretmeye başladım. Nasıl da kanatlarını oynatmadan havada dönüyor da dönüyor!.. Bizi, bütün kırları seyrediyor. Ben bu kuşun yerinde olsam, hiç bu boş kırlarda dolaşmaz, bütün memleketleri gezerdim. Her gün başka bir ülke seyrederdim. Bu boş kırlarda görecek ne var? Halil Kâhya’nın koyunları görünüyor. Sığırlar şehre dönüyor. Daha uzaklarda başka bir şey yok! Ama belki yüksekten başka şeyler de görünür.

      O dakikada kuş için daha neler düşündüğüm hatırımda değil. Ne kadar zaman ona baktığımı da bilmiyorum. Yalnız bir zaman olup da kuşun, kanatlarını kısıp bir taş parçası gibi yere süzüldüğü gözümün önündedir.

      Kuşa ne oldu? Yerde ne gördü?

      Ben, sanki biraz şaşırmış gibi, başımı kaldırıp kuş nereye indi diye baktım. Benden epey uzakta bir yere inmiş. Güzel görüyorum. Yere konmuyor. Konacak gibi oluyor, tekrar havalanıyor. Gene dönüp yere saldırıyor.

      Bu kuş neye saldırıyor ki!

      Kalktım, o tarafa doğru koştum. Yaklaştıkça gördüm ki bu kuş bir yılanla pençeleşiyor. Korktum. Yılan, kuşu bırakır da bana saldırırsa… Olduğum yere sindim. Onlar birbirleriyle o kadar meşgul ki benim on beş adım ötede yere uzandığıma hiç aldırmadılar, belki görmediler bile…

      Akşam güneşi vurdukça, sırtı parlayan bir kara yılan! Hemen yarı gövdesini yerden kaldırıyor, kuşa saldırmak istiyor. Kuş nasıl oluyor da bu yılandan korkmuyor? Hiç düşünmüyordum ki asıl saldıran kuştur. İstese bir kanat vuruşta uçar, gider. Yılan ona ne yapacak! Yılan beni o kadar korkutmuş ki, bakarken kuşun hesabına ondan ben korkuyorum. Kuşa, “Ne yapacaksın şu pisi! Sen uçmaya, keyfine bak!” demek istiyordum. Ama kuş inatçı, gözü kararmış, hiçbir şey görmüyor. Konup kalkıp saldırıyor.

      Birbirlerine vuruyorlar mı? Bilmem, ben görmüyorum. Yalnız, öyle sanıyorum ki, kuş, kanadıyla çarpıyordu. Böyle bir kavgada kimin vurduğunu görmek pek güç. Yalnız çok güzel görünen bir şey var ki, o da iki tarafın da meydanı bırakıp kaçmamalarıdır. Eğer yılan kendini korumakta görünüyorsa, bu, atlayıp kuşu tutmaya yaradılışının elverişli olmamasından. Kuşun kanatları var, istediği gibi inip kalkıyor. Yılan öyle mi? Yere yapışık.

      İlkin kuş için yılandan korkarken, biraz onların kavgalarını gördükten sonra, yılanın kuşu tutamayacağına inandım. Yılanda kuşu yakalayacak kadar çeviklik yok. O halde!.. Ne olacak? Kuş mu onu kaçıracak? Eh… Aşkolsun kuşa! Eve gidip hepsini anlatacağım. Kuş… Yaman kuş, yılanı kaçıracak.

      Ben bunları düşünürken, dediğim olmaya başladı. Yılanın havada duran başı düştü, gene kendini topladı ama fena yerinden gagayı yedi sanırım. Tekrar başı düştü ve sanki kaçmak istedi. Bunu açıkça gördüm. Ama kaçacak yer yok. Oldukları yer otsuz, çalısız, kızıl renkli bir toprak. Kuş tepesinde. Bırakmıyor ki yılan kendine kaçacak bir yer bulsun.

      Kavganın sonu belli oldu. Kuş artık havalanmıyor. Yalnız kanatlarını açmış, ileri geri atılıyor, yılanı öldürmeye çalışıyordu.

      Çocukluk… Ben bu kuşun bu yılanı öldüreceğini hiç tahmin etmemiştim! Öyle ise bu kavga ne için? Onu da güzelce bilmiyorum.

      Bir zaman oldu ki, ben, kuşun pençeleri arasında yerde kalan yılanı görmez oldum. Kuş, sanki öfkesini alamamış gibi, gagasıyla yılanı didikliyor sanılırdı. Biraz iyi bakınca gördüm ki, kuş, yılanı parçalayıp yiyor. Çok güzel hatıramdadır ki, bu yemek beni şaşırttı. Havada güzel güzel dönen bu kuşun, açlıkla, bu yılana saldıracağını hiç düşünmemiştim. Leyleklerin yılan yediklerini söylerlerdi. Yiyor mu acaba? Ben mi yanlış görüyorum! Olduğum yerde doğrulup bakmak istedim, kuş beni duydu, başını çevirdi, göz göze geldik. Korkunç gözleri var. O kadar ki yılanın gözlerinden daha çirkin, daha korkunç diyeceğim.

      Kuş, beni görünce korktu, pençesinde yılanla havalandı. Gülünecek şey! Yılandan korkmuyor da benden korkuyor!

      Yılan, pençesinde havada sallandı. Epeyce büyük bir yılanmış. Bilmem kuş onu taşıyamadığından mı, yoksa tez yemek istediğinden mi, çok uzak gitmedi, tepenin bir yerine kondu. Ben uzaktan bakıyorum.

      Tepenin ötesinde koyunlar varmış, çoban çocukları kuşun ayağında yılanla geldiğini görmüş olacaklar ki, kovaladılar. Köpekleri de saldılar. Kuş, yılanı bıraktığı gibi uçup gitti.

      Ben kuşun uçtuğunu, biraz sonra çocuklarla köpeklerin geldiğini görünce yanlarına gittim. Köpekler, yılanın parçalarını kokluyor, yemek istemiyorlardı. Çocuklar, yılanın karnındaki, yarısı erimiş ufak bir kuş bulup bana gösterdiler. Ben buna hiç şaşmadım. Bir yılan elbette zavallı kuşları bulunca, yutar. Ben, asıl bu kuşun yılanı avlayıp yediğine şaştım.

      Kuş, gene havada süzülüp daireler çiziyor. Ama şimdi bu haydudu biliyorum. Yılan arıyor! Onun güzel güzel süzüldüğüne bakmayın? Ne hayduttur o! Onu bir yılana saldırırken görünüz…

      Eve dönerken kardeşime anlattım.

      “İyi ya!” dedi. “Bizim tavukları kapacağına kırdan yılan toplasın.”

      Onun bu sözü beni büsbütün kuştan soğuttu. Gözleri gözümün önüne geldi. Yılandan hiç kalır yeri yok! Sonra tavukların bunun pençesine düştüklerini düşündüm. Tavuklara acıdım.

      Akşama babama anlattım.

      “Aç kurt, yılana da salar, taşa da!” dedi.

      Tavuklara acıma bahsine de gelince:

      “Sen tavuklara acıma, bize acı.” dedi. “Biz de onları yemek için besliyoruz. O kaparsa bize kalmaz!..”

      Doğru. Öldürüp yemek, hak gözüyle bakmak lazım. Bu mesele beni çocuklukta düşündüren şeylerden biri olmuştur. Yaşamak için ya otları, ya hayvanları öldürüp yemek çok adi, çok görülen bir işken, nedense, o güne kadar benim gözümden kaçmış.

Tahran, Teşrinievvel (Ekim)1928

      ŞU SOYADI KONUSU

      Eczacı Etem Bey anlatıyor:

      Soyadı için söylüyordum. Şu Ali Şevki, karısıyla Gölcük’e gitmişler, dönüyorlarmış. Trende geldiler, yanıma oturdular. Selam sabah derken, “Kendine bir soyadı buldun mu?” diye sordum.

      “Çoktan.” dedi. “Siz bulamadınız mı?”

      “Bulamadım.” dedim.

      “Bu ne tembellik!” demez mi? Karısının yanında herkesin içinde! Tepem attı, tüylerim dikildi.

      “Hiç tembellik değil sayın yurttaşım.” dedim. “Hele tembellik hiç değil. Ben sizler gibi geniş olamam” dedim. “Hiç de olmadım, bundan sonra da olacak değilim. Ben.” dedim. “Kendime, çocuklarıma, onların çocuklarıyla torunlarına, yüzyıllar boyunca yetişip yaşayacak insanlara, onların çocuklarıyla gelinlerine bir ad şey ederken geniş olamam, acele de edemem.” dedim.

      Yüzüme

Скачать книгу