Скачать книгу

ikiyüzlü ve yalancı. Kendini dev aynasında gören sümüklünün biri.

      Max Van de Velde, Medemblik’ten bir çiftçinin oğlu. Margot’un dediğine göre sevimli bir çocuk.

      Herman Koopman da fesattır. Tıpkı Jopie de Beer gibi çapkın ve kız delisi.

      Leo Blom, Jopie de Beer’in en yakın dostu. Leo’nun fesatlığı ona da bulaşmış.

      Albert de Mesquita, Montessori Okulundan bir sınıf atlayarak geldi. Fazlasıyla zeki biri. Leo Slager da aynı okuldan geldi ama Albert kadar zeki değil.

      Ru Stoppelmon, Almelo’dan gelen kısa ve sersem bir çocuk. Bizim okula dönemin ortasında geldi.

      C.N. yapılmaması gereken ne varsa yapar.

      Jacques Kocernoot, arka sıramızda, C.N.’nin yanında oturuyor. G. ve ben, ona katılarak gülüyoruz.

      Harry Schaap, sınıftaki en terbiyeli çocuk ve sevimli de.

      Werner Joseph de hoş ama son zamanlarda çok sessiz olduğu için bana sıkıcı geliyor.

      Sam Salomon, gecekondu mahallesinden gelen maço erkeklerden biri. Tam bir serseri. (O da hayranım.)

      Appie Riem, Ortodoks olmasına rağmen o da az serseri değildir.

      20 Haziran 1942, Cumartesi

      Günlük tutmak benim gibi biri için çok ilginç bir meşgaleydi. Bunu daha önce bir şeyler karalamadığım için değil, ben de dâhil olmak üzere hiç kimsenin on üç yaşındaki bir kızın içinden geçenleri anlayacağını beklemediğim için söylüyorum. Bu çok da önemli değil. İçimden yazmak geliyor ve içimde gitgide büyüyen şeyleri dökmek istiyorum.

      “Kâğıt insandan daha sabırlıdır.” Bu söz bana tıpkı bu günlerde olduğu gibi evde, ellerimi çeneme koymuş otururken biraz bunalımda olduğum zamanları hatırlatıyor. Evde mi kalsam yoksa dışarı mı çıksam diye sıkılarak ilgisizce bekliyordum. En sonunda şu anda olduğum yerde, derin düşüncelere dalmış bir hâlde buldum kendimi. Gerçekten de kâğıt daha sabırlıymış ve ben, gerçek bir dost buluncaya kadar “hatıra defteri” dedikleri bu mağrur defteri kimseye okutmayacağım.

      Şimdi bu hatıra defterini tutmamın nedenine gelelim. En baştan başlıyorum: Benim hiç dostum yok.

      Daha açık olmak gerekirse kimse on üç yaşında bir kızın koskoca dünyada yalnız olduğuna inanmaz. Yalnız da değilim aslında. Biricik ebeveynlerim ve on altı yaşında bir ablam var. Arkadaşım diyebileceğim otuza yakın insan var etrafımda. Gözlerini benden alamayan ve cep aynalarını kullanarak gözlerinin ucuyla sınıfta bana bakmaya çalışan hayranlarım var. Bir ailem, beni seven teyzelerim ve güzel bir evim var. Gerçek bir dost dışında görünürde her şeyim tastamam. Arkadaşlarımlayken güzel zaman geçirdiğimi düşünüyorum ama günlük hayat dışında fazla bir şey hakkında konuşamıyorum. Onlarla daha samimi olamıyorum ki bu da büyük bir sorun. Belki de güvenemediğim için böyle olması benim hatamdır. Her hâlükârda bu böyle sürüp gidecek. İşte bu yüzden sana yazmaya başladım.

      Uzun süredir beklediğim, hayalimdeki kız arkadaşı -çoğu insanın tasvir ettiği gibi- burada anlatmayacağım, onun yerine bu hatıra defterini kız arkadaşım olarak kullanacağım. İsmi de Kitty olacak.

      Konuya pat diye başlarsam kimse anlatacağım hikâyeden bir şey anlamayacak. Onun için, hiç sevmesem de hayatımla ilgili bir özet yazmam gerek.

      Babam, hayatımda gördüğüm en şahane adamdır. Otuz altı yaşındayken annemle evlenmiş. Annem de o zamanlar yirmi beş yaşındaymış. Ablam Margot 1926’da Almanya’da, Frankfurt’ta dünyaya gelmiş. Ben 12 Haziran 1929’da doğdum. Dört yaşıma kadar Frankfurt’ta yaşadım. Yahudi olduğumuz için babam 1933’te Hollanda’ya göç etti. Orada, reçel üretimi yapan Opekta şirketinde genel müdür oldu. Annem, Edith Frank (Hollander) Eylül ayında babamın yanına, Hollanda’ya gitti. Margot ve beni büyükannemizin yanına, Aechen’e bırakmıştı. Margot da Aralık ayında gitmişti, bense Margot’un doğum günü hediyesi olarak masasında beklediğim şubat ayında…

      Az bir zaman sonra Montessori Okulunda anaokuluna başladım ve birinci sınıfa geçene kadar (altı yaşına kadar) orada okudum. Altıncı sınıfa geçtiğimde okul müdiresi olan Bayan Kuperus’un sınıfına seçildim. Sene sonunda çok hüzünlü bir veda gerçekleşti, ikimiz de gözyaşları içindeydik çünkü Margot’un da gittiği Yahudi Lisesine alınmıştım.

      Almanya’daki akrabalarımız Hitler’in Yahudi karşıtı kanunlarından çok çektiği için biz de yaşamımızı büyük bir gerginlik içinde sürdürdük. 1938’deki Yahudi Soykırımı’nın ardından, iki dayım da (annemin kardeşleri) Almanya’dan, kendilerini güvende hissettikleri Kuzey Amerika’ya mülteci olarak gitti. Büyük büyükannem bizimle yaşamaya Hollanda’ya geldi. O zamanlar yetmiş üç yaşındaydı.

      1940 Mayısı’ndan sonra güzel günler geride kaldı: Önce savaş çıktı, sonra şartlı teslim, sonra da Yahudiler için sorunları beraberinde getiren Almanların gelişi… Özgürlüğümüz, bir dizi Yahudi karşıtı kararnamelerle ciddi ölçüde kısıtlandı. Yahudiler Davud Yıldızı1 takmak zorunda; Yahudilerin bisikletlerini teslim etmesi gerekli; Yahudilerin tramvay kullanmaları yasak; Yahudiler kendilerine ait olsa da arabaya binemez; Yahudiler alışverişlerini saat üçten beşe kadar yapabilir; Yahudiler yalnızca Yahudi berberlerine ve güzellik salonlarına gidebilir; Akşam sekiz ve sabah altı saatleri arasında Yahudilerin dışarı çıkması yasak. Yahudilerin tiyatroya, sinemaya veya eğlence içeren herhangi bir yere gitmelerine izin yok; Yahudiler yüzme havuzuna, tenis kortuna, hokey alanına ya da herhangi bir spor merkezine gidemez; Yahudiler kürek çekmeye de gidemez; toplum içinde spor aktivitesi içeren bir yerde yer alamazlar; Yahudiler akşam sekizden sonra arkadaşlarıyla bahçede oturamaz. Hristiyanların, evlerinde Yahudi ağırlamasına izin verilmez; Yahudiler sadece Yahudi okullarına gidebilir gibi gibi… Onu yapamazsın, bunu yapamazsın ama hayatına devam edebilirsin, öyle mi? Jacque bana hep şöyle derdi: “Artık bir şeyler yapmaya cesaretim kalmadı çünkü onun da yasaklanmasından korkuyorum.”

      1941 yazında büyükannem rahatsızlandı ve ameliyat oldu. Bunun için doğum günüm pek kutlama havasında geçmedi. 1940 yazındaki doğum günüm, Hollanda’daki savaş yeni bittiğinden dolayı böyle geçmişti. Büyükannem Ocak 1942’de vefat etti. Onu ne kadar düşündüğümü ve sevdiğimi kimse bilmez. 1942’deki doğum günüm, öncekileri telafi eder cinstendi. Büyükannemin kandili yanı başımızda yanıyordu.

      Biz dördümüz çok iyiyiz. Tüm bunlar beni içinde bulunduğum 20 Haziran 1942 tarihine, hatıra defterimin muhteşem açılışına getirdi.

      20 Haziran 1942, Cumartesi

      Sevgili Kitty,

      Şu an burası güzel ve sessiz. Babamla annem dışarı çıktılar. Margot arkadaşlarıyla beraber, Trees’in evine masa tenisi oynamaya gitti. Son zamanlarda ben de masa tenisi oynuyorum. Hatta beş arkadaşımla bir kulüp oluşturduk. İsmini “Küçükayı Eksi İki” koyduk. Çok aptalca bir isim farkındayım ama bu bir hatadan kaynaklanıyor. Kulübümüze özel bir isim koymak istedik. Beş kişi olduğumuz için Küçükayı ismi mantıklı geldi. Küçükayı’nın içinde beş tane yıldız olduğunu sanıyorduk ama Büyükayı’daki gibi yedi tane yıldız varmış. Biz de geri adını değiştirip “Eksi İki” ekledik. Ilse Wagner’ın masa tenisi takımı var. Wagnerlar ne zaman istersek büyük yemek odalarında masa tenisi oynayabileceğimizi söyledi. Biz beş masa tenisçi, özellikle yaz aylarında dondurma yemeyi sevdiğimiz için oyun sonunda soluğu Yahudilerin dondurma yemelerine müsaade edilen Oasis’teki ya da Delphi’deki dondurmacıda alırız. Uzun zamandır dondurma yemek için paraya ihtiyacımız yok çünkü Oasis’teki dükkân

Скачать книгу


<p>1</p>

Altı köşeli yıldız (ç.n.)