Скачать книгу

bir Bayan Baker’a bir bana baktıktan sonra devam etti: “Şöyle bir dışarı baktım da öyle romantik ki! Çimenlikte bir kuş var, sanırım Cunard veya White Star Line’dan gelen bir bülbül olmalı. Şakıyor…” Sesi cıvıltılıydı: “Ne romantik, değil mi Tom?”

      “Çok romantik.” dedi Tom ve sonra perişan bir hâlde bana döndü. “Yemekten sonra ortalık çok kararmamış olursa sana ahırları gezdirmek isterim.”

      İçerideki telefon bizi ürküterek çaldı ve Daisy başını Tom’a doğru sertçe sallayınca ahır konusu, -aslında tüm konular- yalan oldu. Masadaki son beş dakikanın kırık dökük parçaları arasında, mumların manasızca yeniden yakıldığını hatırlıyorum, bir de hem herkesin yüzüne dosdoğru bakmak hem de tüm gözlerden kaçınmak istediğimi… Daisy’nin ve Tom’un aklından geçenleri bilemezdim ama arsız bir kuşkuculukta ustalaşmışa benzeyen Bayan Baker’ın, şu beşinci misafirin acı acı bağıran metalik ısrarını aklından tamamen çıkarabildiğinden şüpheliydim. Durum bir yere kadar merak uyandırıcı gibi görülebilirdi; benim içimden geçense derhâl polisi aramaktı.

      Atların, elbette, bir daha lafı edilmedi. Tom ve Bayan Baker, aralarında birkaç metrelik alaca karanlıkla, ortada bir ölü varmış da başını beklemeye gidercesine kütüphaneye doğru ilerlediler. Ben de memnuniyetle ilgili ve az biraz sağırmış gibi görünmeye çabalayarak, Daisy’yi birbiriyle bağlantılı bir dizi verandadan ön sundurmaya kadar takip ettim. Sundurmanın yoğun loşluğunda, hasır bir kanepeye yan yana oturduk.

      Daisy yüzünün o güzelim biçimini hissetmek istercesine ellerini suratına götürdü ve gözlerini kadifemsi alaca karanlığa doğru ağır ağır kaldırdı. Çalkantılı duyguların onu pençesine aldığını görebiliyordum; bu yüzden, belki onu yatıştırır diye umarak küçük kızı hakkında bazı sorular sordum.

      “Birbirimizi doğru dürüst tanımıyoruz bile, Nick…” dedi birden. “Kuzen olmamıza rağmen. Düğünüme bile gelmedin!”

      “Daha cepheden dönmemiştim.”

      “Doğru diyorsun.” Duraksadı. “Şey, çok kötü günler geçirdim Nick, her şeye şüpheyle yaklaşır oldum.”

      Görünüşe bakılırsa haksız da sayılmazdı. Anlatır diye bekledim ama başka bir şey söylemeyince ben de kızının konusunu çekine çekine tekrar açtım.

      “Herhâlde konuşmaya başlamıştır ve kendi başına yemek falan yiyordur…”

      “Ah, evet!” Bana boş gözlerle baktı. “Dinle Nick, o doğduğunda ne dediğimi anlatayım sana. Duymak ister misin?”

      “Hem de çok!”

      “Bu, sana durumum hakkında ne hissettiğimi gösterecek. Evet, doğalı daha bir saat bile olmamıştı ve Tom Tanrı bilir neredeydi! Eterle ayıldığımda kendimi tek kelimeyle terk edilmiş gibi hissediyordum, hemen hemşireye bebeğin kız mı erkek mi olduğunu sordum. Kız olduğunu söyleyince, yüzümü çevirip ağlamaya başladım. ‘Pekâlâ…’ dedim, ‘Kızım olduğu için memnunum. Umarım aptalın biri olur; bu dünyada bir kızın olup olacağı en iyi şey bu, güzel, küçük bir aptal…’ ”

      “Gördüğün gibi, bana kalırsa her şey, her türlü berbat!..” diye inançla devam etti konuşmasına. “Herkes böyle düşünüyor, en ileri insanlar bile. Bense biliyorum. Gitmediğim yer, görmediğim ve yapmadığım hiçbir şey kalmadı.” Gözleri Tom’unkiler gibi, meydan okurcasına parladı ve insanın nefesini kesen bir aşağılamayla güldü. “Görmüş geçirmiş… Tanrı’m, görmüş geçirmiş biriyim ben!”

      Sesi kesildiği, dikkatimi, inancımı zorlamayı bıraktığı an söylediklerinin samimiyetsizliğini hissettim. Bu beni huzursuz etti, sanki bütün akşam, benden destekleyici bir duygu koparmak için tertiplenmişti. Bekledim ve gördüm ki hakikaten, sevimli yüzünde eksiksiz bir sırıtışla bana baktı, sanki Tom’la ikisinin ait olduğu oldukça seçkin, gizli bir derneğin üyesi olduğunu açığa vuruyordu.

      İçeride, kızıl renkli oda ışığa boğulmuştu. Tom ve Bayan Baker uzun kanepenin birer ucuna oturmuşlardı, kız yüksek sesle “Saturday Evening Post”tan bir şeyler okumaktaydı; kelimeler, mırıl mırıl ve çekimsiz, huzur verici bir ezgiyle akıp gidiyordu. Erkeğin çizmelerinde ışıldayan ve kızın güz yaprağı rengindeki saçlarına donukça vuran lamba ışığı, kız, kollarındaki incecik kasların bir çırpınışıyla sayfayı çevirirken sayfa boyunca yanıp söndü.

      Biz içeri girince, Bayan Baker elini kaldırıp bizi bir anlığına susturdu.

      “Devamı sonraki sayımızda.” dedi gazeteyi sehpanın üzerine fırlatarak.

      Dizinin huzursuz bir hareketiyle vücudunu toparlayıp ayağa kalktı.

      “Saat on olmuş!” dedi, tavana baktığına göre, anlaşılan saatin kaç olduğunu oradan anlamıştı. “Bu uslu kızın yatma vakti geldi.”

      “Jordan yarınki turnuvaya katılacak.” diye açıkladı Daisy, “Westchester’dakine.”

      “Ah, siz Jordan Baker’sınız!”

      Şimdi neden yüzünün bu kadar tanıdık geldiğini anlamıştım; Asheville, Hot Springs ve Palm Beach’teki sportif yaşantıyı gösteren birçok fotoğrafta o hoş, mağrur yüz ifadesiyle bakmıştı bana. Onun hakkında bir hikâye duymuşluğum da vardı. Eleştirel, tatsız bir hikâye… Ama ne olduğunu hatırlamıyorum şimdi.

      “İyi geceler!” dedi yumuşak bir sesle. “Beni sekizde uyandırın, olur mu?”

      “Tabii eğer kalkarsan…”

      “Kalkarım. İyi geceler, Bay Carraway. Görüşmek üzere.”

      “Elbette görüşürsünüz!” diye tasdikledi Daisy. “Hatta ben sizi bir baş göz edeyim. Sen bize sık sık gel Nick, sizi bir şekilde kaynaştırırım. Bilirsin ya, sizi yanlışlıkla çamaşır odasına kilitlerim veya sandala atıp denize salarım, bakacağız artık…”

      “İyi geceler!” diye seslendi Bayan Baker merdivenlerden. “Ben bir şey duymamış olayım…”

      “Hoş kızdır…” dedi Tom biraz bekledikten sonra. “Keşke onun böyle sağda solda sürtmesine izin vermeseler.”

      “Kimler izin vermese?” diye sordu Daisy soğuk bir şekilde.

      “Ailesi.”

      “Ailesi dediğin yüz yaşındaki bir haladan ibaret. Ayrıca, Nick ona göz kulak olacak, değil mi Nick? Bu yaz hafta sonlarının çoğunu burada geçirecek. Aile ortamı ona çok iyi gelecektir.”

      Daisy ve Tom bir anlığına sessizce bakıştılar.

      “New York’lu mudur?” diye sordum hemen.

      “Louisville’li. Masum genç kızlığımız orada beraber geçti. Masum, güzel…”

      “Nick’e verandada döktün mü içini?” diye sordu Tom ansızın.

      “Öyle mi dersin?” Bana baktı. “Hatırlamıyorum ama İskandinav ırkından bahsettik sanki. Evet, aynen öyle yaptık. Konu bir şekilde oraya geldi, bir de baktık…”

      “Duyduğun her şeye inanma Nick!” diye öğüt verdi Tom.

      Kaygısız bir şekilde, hiçbir şey duymadığımı söyledim ve birkaç dakika sonra eve gitmek için yerimden kalktım. Kapıya kadar bana eşlik ettiler ve neşeli bir ışık karesinin içinde yan yana durdular. Motoru çalıştırdığımda Daisy emredercesine seslendi: “Bekle!”

      “Sana bir şey sormayı unuttum, önemli bir şey. Batı’da bir kızla nişanlandığını duyduk.”

      “Doğru

Скачать книгу