Скачать книгу

type="note">31 fena hırpalayan bir kızıl alayla tam göğüs göğüse savaşacakken Pavliyuk, Bolşevikleri derhâl çevirip arkadan vurmak yerine, bir avuç kızılı ezerek bir kasabaya girip yağma etmekte beis görmemişti. Tabii bu pogromun32 gerçek kurbanları da iyi bir Petliyurovza’ya yaraşır şekilde, Yahudiler olmuştu ve Pavliyuk bu tehlikesiz eğlenceyle vakit geçirirken, kızıllar Golubovtzilerin sağ kanadını perişan etmişlerdi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, işte şimdi de aynı küstah herif davetli olmadığı hâlde, zorbalıkla içeri girmiş, gözleri önünde, kendi orkestra şefini kırbaçlamaya kalkıyordu. Yo, bu kadarı fazlaydı artık! Ayrıca Golubof pekâlâ biliyordu ki bu kendini beğenmiş atamanişka’ya33 derhâl haddini bildirmeyecek olursa askerler üzerindeki otoritesi sıfıra inecekti.

      İki adam birkaç saniye sessizce bakıştılar. Bir eliyle kılıcının kabzasını, öteki eliyle de cebindeki revolveri kavramış olan Golubof sert bir sesle haykırdı: “Adamlarıma el kaldırmaya cüret edersin ha, köpek!”

      Ötekinin eli de kendi revolverinin kılıfına doğru kaymaktaydı, “Yavaş gel, Pan Golubof!” dedi alaycı bir sesle, “Kimin ayakta kalacağı pek belli olmaz. Nasırıma basıyorsun, dikkat et, yoksa öfkelenirim!”

      Golubof gürlemişti hiddetten: “Derhâl alıp götürün bu köpekleri ve iyice kırbaçlayın!”

      Starşinalar, efendilerinin emri üzerine toptan saldırdılar. Nereden geldiği belli olmayan bir patlama işitildi ve askerler iki köpek sürüsü gibi giriştiler birbirlerine. Dans edenlerin yerini onlar almıştı şimdi. Bir kör dövüşü içinde hançerler çekilip kılıçlar sıyrılmış ve insanlar boğaz boğaza gelmişlerdi. Kadınlar dehşet içinde, acı çığlıklar atarak kaçışmaktaydılar. Ama hepsi birkaç dakika sürdü. Silahları ellerinden alınmış olan Pavliyukovtziler34, avluya sürüklenip kırbaçtan geçirildikten sonra sokağa atıldılar. Kavga sırasında güzel papakasını da yitirmiş olan Pavliyuk’un başı açık, yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Zıvanadan çıkmış bir hâlde atına atlayıp adamlarıyla birlikte uzaklaştı.

      Gecenin tadı kaçmıştı artık. Kadınlar dansa kalkmayı reddediyor ve evlerine götürülmeyi istiyorlardı. Bunu gururuna yediremeyen Golubof birden horozlanmıştı: “Hiç kimse çıkmayacak salondan, kapıları kapayın!”

      Itirazlara karşı da inatçı bir sesle devam etti: “Danslar sabaha kadar sürecek, ilk valsi ben açıyorum.”

      Yeniden başladı müzik, ama kimsede eğlenecek hâl kalmamıştı. Zaten albay daha Popovna ile ilk figürü yapar yapmaz nöbetçiler salona dalıp haykırmaya başladılar: “Pavliyukovtziler sardı tiyatroyu!”

      Ve hemen ardından kısa bir patırtı koptu: Sahneye açılan pencere paramparça bir hâlde havaya uçmuş ve açılan boşlukta somağını oradan oraya döndürerek kaçan silüetleri yakalamaya çalışan bir mitralyöz belirivermişti.

      Başka çare kalmadığını gören Palyanitza, revolverini çekti ve bir kurşunda dağıttı ampulü. Ampulün bir bomba gibi patlayıp etrafa saçılmasıyla birlikte bütün salon koyu bir karanlığa gömüldü.

      Sokaktan, ağza alınmaz küfürlerle karışık, tehdit dolu emirler yükselmekteydi: “Hepiniz dışarı, köpekler!”

      Ağlaşan kadınların isterik çığlıkları, Golubof’un umutsuzluk içinde haykırdığı emirler, kurşun sesleri ve bağırmalar; kulak tırmalayıcı bir gürültü hâlinde devam ederken hiç kimse servis kapısından rüzgâr gibi fırlayan Palyanitza’nın boş sokakları aşarak kurmay merkezine doğru koştuğunu fark etmemişti.

      Yarım saat geçmişti. Gerçek bir savaş havası hüküm sürmekteydi şimdi şehirde. Gecenin derin sessizliğini birdenbire delik deşik eden tüfek ve mitralyöz seslerini işitip neye uğradıklarını kavrayamamış olan şehir sakinleri ılık yataklarından çıkmış ve kulaklarını pencerelere yapıştırmışlardı âdeta. Ama onlar ne olup bitliğini ve bu gürültünün niçin koptuğunu anlayamadan ortalık durulmuştu. Çok geçmeden de hiçbir şey işitilmez oldu. Şehrin dış mahallelerinden bir mitralyözün havladığı duyuluyordu sadece. Gün doğuyordu.

***

      Ortalığa dehşet saçan bir söylenti dolaştı şehirde. Irmağa hâkim, sarp ve pis bir yamaç üzerinde sıralanmış, dar pencereli, basık barakalara kadar sızdı bu haber. O yamaçta, akılalmaz bir karışıklık ve sefalet içinde Yahudi cemaati yaşamaktaydı.

      Serejka Bruzjak’ın bir yılı aşkın zamandır çalışmakla olduğu basımevindeki işçilerin çoğu Musevi’ydi ve Serejka akrabalarına bağlanır gibi bağlanmıştı onlara. Ayrıca da bu Museviler, besili ve mağrur patronları Blumstein’a karşı birlik içinde gerçek bir aile gibiydiler. Kesiksiz bir mücadele vardı efendiyle işçileri arasında. Blumstein elinden geldiğince az parayla idare etme niyetindeydi onları. Bunun için de işin haftalarca durduğu olurdu. Tipo işçileri grev yapıyordu. Toplam on dört işçiydiler. En gençleri olan Serejka’nın görevi, günde on iki saat durup dinlenmeksizin baskı makinesinin kolunu çevirmekti.

      O gün işte, arkadaşlarının alışılmadık şekilde sinirli oluşu, Serejka’nın gözünden kaçmamıştı. Devir kargaşa devri olduğu hâlde müessese pekâlâ çalışmaktaydı. Ataman Şefi Petliyura’ya yapılan çağrıları basmak gerekiyordu durmadan. Veremli olan sayfa bağlayıcısı Mendel, Serejka’yı bir kenara çekmiş ve melankolik bakışlarını gözlerine dikerek sormuştu: “Şehirde bir pogrom hazırlandığından haberin var mı?”

      Şaşırmıştı çocuk, “Hayır.” dedi, “Hiçbir şey işitmedim.”

      Mendel, sararmış, kuru elini Serejka’nın omzuna koyarak, “Evet, evet…” diye fısıldadı, “Gerçek bu. Yahudileri telef edecekler, hırpalayıp öldürecekler gene. Söyle şimdi, bu felaket zamanında arkadaşlarına yardım etmek ister misin?”

      “İstemez olur muyum?” dedi Serejka, “Söyle ne yapacağımı.”

      “Sen yiğit, yürekli bir çocuksun Serejka, sana güvenimiz var. Senin baban da bizim gibi bir işçi. Evine kadar fırla ve sor ona, bizlerden birkaç ihtiyarla birkaç kadını evde gizlemeye razı olur mu? Evet derse hep birlikte karar veririz kimlerin sizde kalacağına. Bir de sor bakalım seninkilere, belki başka tanıdıkları da vardır adam saklamayı kabul edecek olan. Bu haydutlar Ruslara ilişmeyecekler şimdilik, bütün alışverişleri bizimle. Hadi yavrum fırla, çünkü vakit yok.”

      “Tamam Mendel, fırlıyorum, Pavka’yla Klimka’ya da gideceğim. Ebeveynleri reddetmeyecektir eminim.”

      “Kim bu Pavka’yla Klimka? Onları iyi tanıyor musun?”

      “Nasıl tanımam! Süt kardeşim gibidirler. Pavka Korçagin’in ağabeyi tesviyecidir.”

      “Korçagin mi dedin? Onu ben de tanıyorum. Komşuyduk onunla. Kendisine güvenilebilir. Hadi Serejka, çabucak bir cevap getir bize.”

***

      Pavliyukovtzilerle Golubovtziler arasındaki savaşın ertesi günü başladı pogrom. Yenik düşüp şehir dışına püskürtülen Pavliyuk gidip komşu kasabayı istila etmişti. Her iki taraftan da onar kişi ölmüştü çarpışmalarda.

      Cesetler son derece aceleyle mezarlığa taşınmış ve sade bir törenle hemen gömülmüştü. Övünülecek bir şey olmadığını taraflar da anlamışlardı bunun. İki ataman, başıboş bir köpek gibi sataşmıştı birbirine ve bu durumda gürültülü bir törene kalkışmak gülünç olacaktı. Gerçi Palyanitza, Pavliyuk’u “kızıl haydut” ilan etme amacıyla az çok parlak bir cenaze töreni için diretmemiş değildi ama Papaz Vasili’nin başkanlığındaki Devrimci Sosyalistler

Скачать книгу


<p>32</p>

Pogrom: Yahudi katliamı.

<p>33</p>

Atamanişka: “Ataman” kelimesinin küçültme eki almış şekli.

<p>34</p>

Pavliyukovtzi: İç harp döneminde Ukrayna’yı haraca kesen çeteci Pavliyuk’un partizanları.