Скачать книгу

musun?”

      “Daha önce de söyledim ya kardeşim, oynamayacağım. Satacaksan alırım.”

      “Satmak istemiyorum, arkadaşlığa sığmaz. Böyle şeylerden kâr sağlamam. İskambildeyse işler değişir. Taliya33 oynayalım bari!”

      “Oynamayacağım dedim ya!”

      “Takas etmek istemez misin?”

      “İstemem.”

      “Dinle bir; gel, dama oynayalım. Kazanırsan bütün canlar senindir. Nüfus sayımından silinmesi gereken bir sürü ölü canım var ne de olsa! Hey, Porfiri; damayı getir buraya!”

      “Boş yere uğraşıyorsun, oynamayacağım.”

      “İskambil oyunu değil ki bu. Damada şans da hile de yok! Her şey maharetine bağlıdır. Hatta seni önceden uyarayım, hiç oynamasını da beceremem, bana avans vermen gerekebilir.”

      “Onunla dama oynasam mı ki?” diye düşündü Çiçikov. “Pek kötü de oynamam hani! Hem damada hile yapmak zordur.”

      “Tamam, öyle olsun, oynayalım.”

      “Canları yüzer rubleden verelim!”

      “Nedenmiş o? Elli ruble yeter.”

      “Olmaz, elli ruble ne işe yarar ki? Üstüne orta kalitede bir yavru köpekle, altın saat kordonu ekliyorum.”

      “Tamam, kabul!” dedi Çiçikov.

      “Kaç avans vereceksin bana?” dedi Nozdrev.

      “Nasıl yani? Hiç vermeyeceğim tabii ki.”

      “En azından fazladan iki hamle hakkım olsun.”

      “Olmaz, ben de kötü oynuyorum zaten.”

      Nozdrev dama taşıyla hamlesini yaparken:

      “Biliriz biz o kötü oynuyorumlarınızı!” dedi.

      Çiçikov da hamlesini yaparken:

      “Uzun süredir damaya elimi bile sürmemiştim!” dedi.

      Nozdrev hamlesini yaparken bir kez daha:

      “Biliriz biz o kötü oynuyorumlarınızı!” dedi.

      Çiçikov hamlesini yaparken:

      “Çoktandır dama oynamıyordum!” dedi.

      Nozdrev hamlesini yaparken aynı anda bir diğer dama taşını da koluyla iterek:

      “Biliriz biz o kötü oynuyorumlarınızı!” dedi.

      “Çoktandır dama oynamı… Hey, hey! Bu nedir kardeşim? O taşı geri çek!” dedi Çiçikov.

      “Hangi taş?”

      “Şu taşı işte!” dedi Çiçikov ve tam da o sırada gözünün önünde dama tahtasına sızıyormuş gibi duran bir başka taşı fark etti; bu taş nereden çıkmıştı, bir tek Tanrı bilir.

      “Hayır!” dedi Çiçikov masadan kalkarak. “Seninle oyun falan oynanmaz! Bir anda üç taş birden oynanmaz!”

      “Üç tane mi? Yanlışlıkla olmuş. Biri istemeden oynamış yerinden. Geri çektim onu, pardon.”

      “Peki diğeri nereden çıktı?”

      “Hangi diğeri?”

      “Şu dama tahtasına sokulan işte!”

      “Yok artık! Hatırlamıyorsun sanki!”

      “Hayır kardeşim, bütün hamleleri saydım ve hatırlıyorum. O taşı şimdi ilerlettin. Onun yeri işte şurası!”

      “Nasıl yani? Neresiymiş yeri?” dedi Nozdrev yüzü kızararak. “Bakıyorum da uydurmaya da başladın!”

      “Hayır kardeşim, sen uyduruyorsun ama pek de başarılı olamadın.”

      “Beni ne sanıyorsun sen?” dedi Nozdrev. “Hile yapıyorsun mu diyorsun sen bana?”

      “Sana bir şey yapıyorsun demiyorum ama seninle bundan böyle bir daha oyun oynamam diyorum.”

      “Hayır, şimdi bırakamazsın!” dedi Nozdrev alevlenerek. “Oyun çoktan başladı!”

      “Bırakabilirim çünkü dürüst bir insan gibi oynamıyorsun.”

      “Hayır, yalan söylüyorsun! Benimle böyle konuşamazsın!”

      “Hayır kardeşim, asıl sen yalan söylüyorsun!”

      “Hile yaptığım yok benim! Başladığın oyunu bitirmeden bırakamazsın!”

      Çiçikov soğukkanlılıkla:

      “Beni oynamaya zorlayamazsın!” dedi ve dama tahtasına yaklaşıp taşları dağıttı.

      Nozdrev bir anda parladı ve Çiçikov’a o kadar yaklaştı ki misafir, iki adım gerilemek zorunda kaldı.

      “Oynamak zorundasın! İstediğin kadar karıştır taşları, bütün hamleleri hatırlıyorum. Hepsini eski yerine koyacağız.”

      “Hayır, kardeşim. Bu iş bitti, seninle bir daha oynamam.”

      “Oynamak istemiyorsun, öyle mi?”

      “Seninle oyun oynanmaz, bunu kendin de görüyorsun.”

      “Hayır, açıkça söyle, oynamak istiyor musun istemiyor musun?” dedi Nozdrev daha da yaklaşarak.

      “İstemiyorum!” dedi Çiçikov ve olur da işler iyice kızışır diye her ihtimale karşı iki elini kaldırıp yüzüne siper etti.

      Aldığı bu önlem oldukça yerinde olmuştu çünkü Nozdrev, elini kaldırmıştı. Kahramanımızın hoş ve tombul yanağında neredeyse izi silinmez bir leke bırakacaktı ama o, bu vuruştan ucuz kurtuldu, Nozdrev’in iki elini sıkıca tuttu.

      “Porfiri, Pavluşka!” diye sinirden kudurmuş gibi bağırdı Nozdrev, ellerini kurtarmaya çalışarak.

      Nozdrev’in bağırdığını duyan Çiçikov, bu cazip sahneye onların şahit olmaması adına ve öylece durmak saçma geldiği için Nozdrev’in ellerini bıraktı. Bu sırada içeri Porfiri ve iri yarı bir genç olan Pavluşka girdi; onunla herhangi bir kavgaya girmek, zararına olurdu.

      “Oyunu bitirmek istemiyor musun yani?” dedi Nozdrev. “Bana açıkça söyle!”

      “Oyunu bitirmenin imkânı yok.” dedi Çiçikov ve pencereden dışarı baktı. Dışarıda tamamen hazır hâldeki arabasını gördü, Selifan da kapıya gelmeye hazır gibi görünüyordu ama odadan çıkmak mümkün değildi. Kapının önünde iri yarı iki köylü, aptal serf duruyordu.

      Nozdrev alev alev yanan yüzüyle:

      “Demek oyunu bitirmek istemiyorsun, öyle mi?” diye tekrar etti.

      “Edepli, dürüst bir insan gibi oynasaydın bitirirdim. Ama artık olmaz.”

      “Artık olmaz öyle mi? Alçak! Kazanamayacağını görünce cayıyorsun, olmaz!” dedi, sonra Porfiri ve Pavluşka’ya dönüp “Vurun şuna!” diye bağırdı gözü dönerek. O da eline kiraz ağacından yapılma çubuğu aldı. Çiçikov, bembeyaz kesilmişti. Bir şeyler söylemek istiyordu ama dudaklarının hiç ses çıkarmadan kıpırdadığını hissediyordu.

      Nozdrev, kiraz ağacından yapılma çubuğuyla sanki zapt edilmez bir kaleyi ele geçirmek ister gibi gözü dönmüş, kan ter içinde öne atılarak:

      “Vurun şuna!” diye bağırdı. Büyük bir hücum sırasında kontrol altında tutulması emredilen, delice cesaretiyle ünlenmiş, atılgan bir teğmen birliğine nasıl “Haydi çocuklar, ileri!” diye haykırıyorsa öyle bağırmıştı. Ama teğmen çoktan bir savaş

Скачать книгу


<p>33</p>

Bir tür iskambil oyunu. (y.n.)