ТОП просматриваемых книг сайта:
Keloğlan Masalları. Неизвестный автор
Читать онлайн.Название Keloğlan Masalları
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-924-0
Автор произведения Неизвестный автор
Издательство Elips Kitap
Cimri adam, bu şartı canına minnet bildi:
“Pekâlâ, mademki ayrılmak istiyorsun bugünden, hatta bu saatten tezi yok derhâl ayrılalım. Zaten senin müsrifliğinden bıktım, usandım. Bu israfa dağlar taşlar altın olsa gene dayanmaz.”
“Bugünden itibaren ayrılmaya razıyım ama bana söylemekten çekinmediğin büyük sırrı açıklayacağımdan korkmuyor musun? O zaman hâlin nice olur?”
Adam, bu tehditten fena korktu. Hemen karısının ayaklarına kapandı. Yalvarmaya başladı:
“Aman karıcığım, ben ettim, sen etme! Mademki çocuk istiyorsun; Allah’a yalvaralım; bize bir Keloğlan ihsan etsin çünkü Keloğlanlar yaman olurlar; kuru taştan ekmek çıkarırlar.”
O günden sonra “Ya Rabbi! Bize bir çocuk ver; kel de olsa razıyız.” diye yalvarmaya başladılar. Aradan bir buçuk ay kadar bir zaman geçince kadının karnında bir şişkinlik oldu. Nihayet dokuz ay on gün sonra istedikleri çocuk dünyaya geldi. Öyle güzel bir kadından böyle acayip ve çirkin bir çocuk doğması cidden şaşılacak şeydi.
Çocuk büyüdü; on beş yaşında bir delikanlı oldu ama çok yaman bir şeydi. Ele avuca sığmıyordu. Yalnız evin içini altüst etmekle kalmıyor; hemen her gün bir kavga çıkararak mahalle halkını da rahatsız ediyor, birbirine düşürüyordu. Adı, doğduğu günden beri Keloğlan kalmıştı.
Keloğlan, bir gün anasının karşısına dikildi. Akıllı, uslu biri gibi ciddi bir tavır takınarak:
“Ana!” dedi. “Artık beni evlendir fakat şehrimizdeki kızlardan hiçbirini istemem. Alacağım kız mutlaka benden güzel olmalıdır.”
Kırk bir yaşına basmış olan anası, eski güzelliğini korumakla beraber çok değişmişti. Artık avuç dolusu para sarf etmiyor; hatta evden dışarı çıkmıyordu. Daha doğrusu, biçimsiz bir oğul anası olduğu için insanların yüzüne bakmaktan utanıyordu
“Yavrum....” dedi. “Dünyada sana kız bulmaktan daha zor iş yoktur çünkü sende bütün noksanlıklar toplanmış. Güzel değilsin, akıllı değilsin, iyi huylu değilsin, doğru söylemekten hoşlanmazsın. Sana kız verecek ana ile babanın hem kör hem de sağır olması lazımdır.”
Keloğlan katıla katıla gülmeye başladı:
“Amma yaptın ha! Yeryüzünü karış karış gezseler benden güzel delikanlı bulamazlar. Benim bir gözüm herkesin iki gözüne bedel; bacaklarım lüzumundan fazla uzun değil, tenim biraz esmerce ama boynum herkesin boynundan uzun ve kibar; dudaklarımın eğriliği, zaten güzel olan ağzıma başka bir güzellik veriyor; kulaklarımı, burnumu görenler hep maşallah diyorlar; yüzümü gören kızlar fazla bakmaya dayanamayıp başlarını çeviriyorlar; kafam, gümüş gibi parıl parıl parlıyor. Bana ancak bir peri kızı layıktır.”
Anası, kendisini cidden beğenen Keloğlan’ı başından savmak için:
“İşte şimdi doğru söyledin!” dedi. “Sana gerçekten bir peri kızı layıktır fakat baban varken bana söz düşmez. Git, derdini ona söyle; sana bir peri kızı bulana dek yakasını bırakma çünkü senin kel olmanı Allah’tan baban istemişti.”
Keloğlan, doğru babasının yanına gitti. Oğlundan yana dertli olan adam, onu başından savmak için bundan daha iyi bir fırsat bulamazdı.
“Mademki evlenmek ve bir peri kızı almak istiyorsun, o hâlde sana güzel bir akıl öğreteyim.”
Keloğlan, sabırsızlanarak dinliyordu.
“Çabuk söyle baba, çabuk söyle!” diye bağırdı.
“Buradan kırk gün uzakta gayet büyük bir şehir ve şehrin ortasında göz kamaştırıcı bir saray vardır. Bu sarayda bir hükümdar oturur ki birkaç ülkeye hükmeder. İşte senin aradığın kız, bu hükümdarın kızından başkası değildir. Vakit geçirmeyip yola çık; o şehri bul, saraya gir, kendini tanıt. Çalış, çabala, mutlaka o kızı al!”
Keloğlan, bu sözleri gerçek sandı. Ertesi gün, satın aldığı bir eşeğe binip yola çıktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Nihayet bir şehre ulaştı. Çarşıda, pazarda dolaşmaya başladı. Baktı ki bir kahvede saz çalınıyor.
İçeri girdi. Saz çalıp türkü söyleyen şairlerin karşısına dikildi:
“Ustalar!” dedi. “Ben de şairim, sizinle imtihan olmak istiyorum.”
Hepsi de ak saçlı, ak sakallı olan şairlerden bir tanesi, kaşlarını çatarak bağırdı:
“Git buradan, saygısız çocuk! Sen daha söz söylemeyi bilmiyorsun, türkü söylemeyi ne bilirsin. Hele saz çalmaktan hiç anlamazsın. Koltuğunda sazın bile yok.”
Keloğlan, “Kızma usta!” dedi. “Ben saz çalmayı bilmem lakin türkü söylemeyi iyi bilirim.”
Şairler, Keloğlan’ın iddiasına şaşırdılar ve bir türkü söylemesini istediler. Keloğlan da şöyle söyledi:
“İyi dinleyin ustalar sözümü!
Aşk uğruna harcamışım özümü.
Yenmez isem eğer sizi türküde,
Kör etsin Allah iki gözümü.
Sevdim ama yâr yüzünü görmedim,
Uzun, kara saçlarını örmedim,
Sevdiğimin işitmedim adını,
Aşk bağında vuslat gülü dermedim.
Yârdan haber vermezseniz siz bana,
Benzetirim hepinizi çaputa!
Lakin varsa siz de biraz cesaret
Dövüşelim, haydi, çıkın meydana!
Ustalar fena hâlde kızdılar. Yerlerinden fırlayıp Keloğlan’a hücum ettiler. Kahve bir anda karmakarışık oldu.
Biraz sonra kavga, gürültü bitti; ortalık sütliman oldu fakat Keloğlan ortada yoktu. Herhâlde kaçmıştı.
Aradan yarım saat kadar bir zaman geçmiş; herkes çekilip gitmişti. Kahvede şairlerle kahveciden başka kimse kalmamıştı. Büyük zarara giren biçare adam, şairlerin karşısına dikildi:
“Bana bakın erenler! Artık sizi burada yatıramayacağım. Hem Keloğlan’ın türküsüne cevap veremediniz hem de üzerine hücum edip kavga çıkardınız. Asıl kabahat Keloğlan’da değil, sizdedir!”
“Biz buradan bir yere gidemeyiz. Asıl kavgaya sebep olan sensin!”
“Ben miyim?”
“Evet, sensin!”
“Neden benmişim?”
“Çünkü isteseydin o Keloğlan’ı içeri sokmazdın. Şimdi ne hakla bize kabahat buluyorsun.”
O sırada kahve ocağının altındaki boşluktan bir ses yükseldi:
“Ben, ömrümde yalan söylemiş insan değilim! Bu işte kahvecinin hiç kabahati yoktur. Siz, şairlikle alakası olmayan Keloğlan’ın türküsüne cevap vereceğiniz yerde utanmadan kendinize şair payesi veriyorsunuz. Sizi gidi sahtekârlar sizi!”
Ocağın altındaki boşluktan yükselen ses devam etti:
“Eğer kahveyi derhâl terk etmezseniz bu gece hepinizi boğarım. Bana ‘göze görünmez adam’ derler. Ona göre aklınızı başınıza toplayın!”
Korkudan yüzleri sapsarı kesilen şairler, sazlarını almaya, pabuçlarını giymeye bile cesaret edemediler. Kendilerini sokağa