Скачать книгу

onların üzerindeki etkilerini aralıksız sürdürüyorlardı. Bir zamanlar tümüyle yabancı olan bu olguları yavaş yavaş dinin içine soktular; dolayısıyla eskinin içten ve hakiki inancının, komşu milletlere alay konusu haline gelmesine sebep oldular.

      Tüm kayıtlar, yalnızca dini meselelerle ilgili olanlar değil, ülke tarihinde yaşanmış tüm olayların kayıtları da rahiplerin ellerinde bulunuyordu. Bu kayıtlar, deltanın bataklıklarında bolca yetişen uzun ve geniş kamışların, yani papirüs bitkilerinin ipliklerinden elde edilen son ürünün üzerine yazılıyordu. İplik şeritleri yan yana diziliyor, diğer iplikler de bu şeritlerin üstüne doğru açıda yerleştiriliyordu; ipliklerin arası bir tür sıvı zamk kullanılarak dolduruluyor, derli toplu bir kâğıt tabakası yapılmış oluyordu. Bu sayfalar yaklaşık olarak otuz beş santim genişliğindeydi, uzunluklarıysa farklılık gösteriyordu. Bir tanesi dolduğunda, yazılan mesele için bir başka papirüs sayfanın sonuna ekleniyordu, nihayetinde bu papirüs şeritleri zaman zaman metrelerce uzunluğa ulaşabiliyordu. Yazım tamamlandığında papirüs dürülüp bu şekilde saklanıyordu.

      Yazıları resimli yazıydı; yani insanlar ya da hayvanlar, kuşlar ya da bitkiler gibi varlıklar farklı düşünceleri temsil ediyordu. Daha sonrasında bu resimlerden fonetik bir alfabe türettiler, yani tasvirler artık belli ses değerleri taşıyordu; böylece Mısırlılar kendine has bir tasviri olmayan düşünceleri de yazıya geçirebildiler. İlk mimarlar da bu tarzı benimsemişti, ülkenin antik kalıntılarına bakılırsa, taşların üstüne derince oyulmuş bu tuhaf sembollere rastlanılabilir. Kazınmış harflere rahiplerin nezaretinde şekil verilmişti ve en başta kutsal bilginin kaydedilmesi için kullanılmışlardı. Onlara, taşlara kazınmış kutsal öğretiler, yani “hiyeroglifler” adını veriyoruz.

      Bu tür bir yazma süreci, kolaylıkla görülebileceği üzere, epey yavaş ve zaman gerektiren bir uğraştı. Bu sebeple sonradan başka bir yazı türü, hiyeroglifin kısaltılmış bir biçimi türetildi. Bu yazma tarzına, yalnızca rahipler kullandığı için, rahip yazısı anlamına gelen “hieratik” adı verildi. Daha sonradan halkın kullanımı ya da okuyup yazmak için çok daha kısa bir biçim daha türetildi. Bu yazım türüne ise “demotik”, yani halk yazısı adı verildi. British Museum’daki Mısır galerisinin hemen girişinde, üstünde birçok tuhaf karakterin kazılı olduğu siyah renkli kırık bir taş levha bulunuyor; bu taş levhada hiyeroglif, demotik ve antik Yunanca dillerinde yazılmış bir Eski Mısır yasası bulunuyor. İnsanlığın taş ve papirüs üzerine işlenmiş hiyeroglifler üstünde çalışmaya başlaması, bu taşın yaklaşık yüz yıl önce1 keşfedilmesi sayesinde gerçekleşti. Böylece binlerce yıllık bir bilmecenin anahtarı bulunmuş oldu.

      Bir diğer sınıfı ise esnaflar, çiftçiler ve çobanlar oluşturuyordu. Esnaflar zanaatlarına göre loncalar kurmuşlar, istek ve taleplerini firavunun görevli memurlarına bu loncanın başındaki kişi aracılığıyla iletiyorlardı. Toprağı süren çiftçiler, çalışkan ve genellikle ağır vergilere tabi kimselerdi. İşçilerin çoğu, vergi toplayıcıları gerekli payı aldıktan sonra, ağır vergiler sebebiyle, erkenden kalkıp geç saatlere kadar çalışsalar da sarf ettikleri emekle yalnızca karınlarını doyurabiliyorlardı.

      Buna rağmen zor yaşam şartları ve büyük dertler, onları kara kara düşünmeye sevk etmiyordu. Gece olunca elindeki gereçleri bir kenara bırakan Mısırlılar, dostlarıyla görüşüp onlarla sohbet etmekten, gün içinde yaşadıklarını anlatıp gülmekten ve kadehler elden ele dolaşırken neşeli şarkılar söylemekten büyük keyif alıyorlardı. Onların içini sızlatan tek şey karşılaştıkları iğrenç adaletsizliklerdi, bu durumlarda da ülkenin yüksek rütbeli memurlarına, hatta zaman zaman bizzat hükümdarın kendisine başvurarak dertlerine çare bulabiliyorlardı.

      Esnafların ve çiftçilerin evleri kamıştan, kerpiçten, güneşte kurutulmuş tuğlalardan yapılıyordu. Böylesi evleri şimdilerde bile herhangi bir Mısır köyünde görebilirsiniz. Bazılarının yalnızca büyük, tek bir odası olurdu, ama daha varlıklı kişilerin evlerinde genelde dört beş oda bulunurdu. Bu evler sade bir tarzda döşenirdi ve içinde çok az eşya bulunurdu. Çoğunlukla, kaba saba tahta bir masa, oturak olarak kullanılan birkaç taş blok, son olarak da kamıştan ve ipliklerden yapılmış bir yatak başlıca mobilyalar olarak kullanılırdı.

      Asiller ve zengin insanlar çok daha iyi şartlarda yaşıyordu. Evleri genelde taştan, biçimli ve muntazam yapılardı. Bu evlerin etrafını bir dolu çiçeğin açtığı, güneşte ışıl ışıl parıldayan çeşmelerin bulunduğu büyük bahçeler çevreliyordu. Her şey onların rahatlığına ve mutluluğuna hizmet ediyordu, saray yavrusunu andıran evleri ise daha fakir yurttaşların meskenlerine karşı çarpıcı bir tezat oluşturuyordu. Yine de içinde yaşadıkları lüks, onları dünyevi görevlere karşı bir aymazlığa itmiyordu. Mısır’daki gerçek yaşam, yani Mısır’ı antik zamanların en muhteşem ülkesi, sonraki çağlardaysa bir dünya harikası haline getiren o yaşam, yine bu insanların arasında filizlenmişti.

      2. BÖLÜM

      Mısırlıların İnançları

      İncil’deki “Mısır’dan Çıkış” bölümünde Musa ve Harun peygamberlerin Firavun’a gittiğini, ondan Tanrı adına, İsraillilerin çölde bayram yapması için izin vermesini istediklerini görüyoruz. “Bunun üzerine Firavun şöyle dedi,” diye devam ediyor bölüm. “Tanrınız kim oluyor da onun buyruklarına boyun eğip İsrail halkını salıvereyim? Tanrınızı tanımıyorum, İsraillileri de salmayacağım.”

      Bu tür pasajlar sebebiyle insanlar, Antik Mısır halkının kâfir bir kavim olduğunu, putlara ve taş üstündeki tasvirlere tapındığını, büyücülükle uğraştığını ve şeytana dostluk ettiğini düşündüler. Ancak bu düşünce asıl gerçekten çok uzaktı. Mısırlılar, ömürlerindeki tüm eylemlerin ve düşüncelerin hesabını verecekleri, kendilerinin tüm hareketlerini gözeten yüce bir tanrıya kesin bir inanç duyuyorlardı. Hiçbir şeye, günlük uğraşlarındaki en ufak bir işe bile, kendilerine rehber olması için bu tanrının birçok suretinden birinin adını anmadan başlamazlardı.

      Lahitlerdeki ve papirüslerdeki metinlerin titizlikle araştırılması sonucunda, ahiret inancına ilişkin düşüncelerine dair gerçeğin bir kısmı sonunda ortaya çıkarılabildi. Bu düşünceleri öne süren birçok kutsal metin bulunuyor, Mısırlıların fikirleri hakkında en iyi ve en dolu bilgiyi veren metin ise Mısır’ın Ölüler Kitabı olarak biliniyor. Bu metnin Mısır dilindeki özgün adı aslında “Günden Dışarı Gidenler” anlamına geliyor. Yazıt, ruhun ölümden sonra yeraltı dünyasındaki yolculuğunu, karşılaşacağı tehlikeleri ve imtihanları, yine bu imtihanların üstesinden gelmenin yollarını içeriyor. Genelde papirüs üzerine hoş tasvirlerin de çizildiği bu metnin bütünü ya da bazı bölümleri, cesetle birlikte mezarın içine konulurdu; ne kadar çok bölüm dahil edilirse, kişinin ruhu aşağıdaki kasvetli diyarlarda o kadar rahat yolculuk ederdi, sonunda şafak sökünce öte tarafta Güneş Tanrısı’yla birlikte “Huzur Tarlaları”na varırdı.

      Bu kitap bizlere Mısırlıların inandıkları tanrıların çok kalabalık olduğunu gösteriyor; öyle ki, eğer bu kadar tanrının nasıl ortaya çıktığını bilmeseydik sayıları karşısında büyük bir şaşkınlığa düşerdik. Kutsal yazıtların en eskileri, yaklaşık altı bin yıl önce kayda geçirilenleri, yaşamın ve tüm şeylerin kaynağı olan yüce, tek bir yaratıcıdan bahsediyor. İnsanlar, yalnızca tek bir varlığın, bu varlık bir tanrı olsa bile, kendisine atfedilen sonsuz sayıda niteliğe nasıl sahip olduğunu anlayamamışlardı. Rahipler bu konuya bir açıklama getirdiler, tek tanrının her bir niteliğinin aslında ayrı benliklere sahip farklı tanrılar oluşturduğunu ve bu tanrıların da genelde birbirlerinden bağımsız

Скачать книгу


<p>1</p>

Bu eser bundan yaklaşık olarak bir asır önce yazılmış, dolayısıyla zaman konusunda bir farklılık mevcut. Bahsi geçen Rosetta Taşı, Napolyon’un 1798 senesindeki Mısır Seferi sırasında bulunmuştur. Taş üzerindeki yazıların ise MÖ 196 yılında yazıldığı düşünülmektedir. (ç.n.)