Скачать книгу

not duruyordu. Çiftçinin adı Salomonsson’du ve Wallander bu çiftliğe nasıl gideceğini biliyordu. E65 otoyoluna çıkınca camı açtı. Yolun iki yanında da sarı, kolza ekili tarlalar vardı. Uzun zamandan beri kendini bu kadar iyi hissetmediğini fark etti. Barbara Hendricks’in Susanna’nın aryasını seslendirdiği Figaro’nun Düğünü kasetini teybe koydu ve Kopenhag’da Baiba’yla birlikte geçireceği günleri düşünmeye başladı. Marsvinsholm’e giden ara yola sapınca sola döndü, kalenin ve kilisenin önünden geçti, sonra bir kez daha sola saptı. Koltuğun üstündeki adrese bir göz attıktan sonra tarlaların arasından uzanan yolda ilerledi. Uzaklardan deniz görünüyordu.

      Salomonsson’un evi eski ama bakımlı Skåne çiftlik evlerinden biriydi. Wallander arabasından inerek çevresine bakındı. Her tarafta kolza ekili tarlalar vardı. Evin kapısı açıktı. Merdivende duran adam çok yaşlıydı. Elinde bir dürbün vardı. Wallander tüm bunların hayal ürünü olduğunu düşündü bir an için. Yalnızlığın ve hayal güçlerinin kurbanı olan, özellikle kent dışında yaşayan yaşlılar sıklıkla olağan dışı bir şeylerin olduğu düşüncesine kapılarak hemen polisi ararlardı. Merdivenlere yaklaşarak yaşlı adamı başıyla selamladı.

      “Ystad emniyetinden Kurt Wallander,” diye tanıttı kendisini.

      Merdivendeki adam tıraşsızdı ve ayağında takunya vardı.

      “Edvin Salomonsson,” dedi adam kemikli ince elini uzatarak.

      “Bana olanları anlatın,” dedi Wallander.

      Çiftçi evin sağ tarafında uzanan kolza ekili tarlayı gösterdi.

      “Onu bu sabah gördüm,” diye söze başladı. “Sabah erkenden kalkmıştım. Saat beşte oradaydı. Önce geyik sandım. Sonra dürbünle bakınca bir kız olduğunu anladım.”

      “Orada ne yapıyordu?” diye sordu Wallander.

      “Kıpırdamadan duruyordu.”

      “Duruyor muydu?”

      “Durup bakıyordu.”

      “Neye bakıyordu?”

      “Ben nereden bileyim?”

      Wallander hafifçe iç çekti. Büyük olasılıkla yaşlı adam gerçekten de bir geyik görmüştü. Sonra da hayal gücü onu bu noktaya getirmişti.

      “Tabii onu tanımıyorsunuz, değil mi?”

      “Daha önce hiç görmemiştim. Eğer onu tanısaydım o zaman polis çağırmazdım, değil mi?”

      Wallander evet dercesine başını salladı.

      “Onu ilk kez bu sabah erken bir saatte gördünüz,” dedi. “Ama polis çağırmak için akşama kadar beklediniz, neden?”

      “Sizleri boşuna rahatsız etmek istemedim,” diye karşılık verdi yaşlı adam sıradan bir sesle. “Polisin çok yoğun olduğunu biliyorum.”

      “Onu dürbünle gördünüz.” Wallander durağan bir ses tonuyla konuşuyordu. “Kolza tarlasında duruyordu ve siz de onu daha önce hiç görmemiştiniz. Peki sonra ne yaptınız?”

      “Giyindim ve ona tarladan çıkmasını söylemek için yanına gittim. Kolzaları ayağıyla eziyordu.”

      “Sonra ne oldu?”

      “Kaçtı.”

      “Kaçtı mı?”

      “Tarlaların arasına gizlendi. Kendisini görememem için başakların arasına saklandı. Önce gittiğini sanmıştım. Ama sonra yeniden dürbünle baktığımda orada olduğunu gördüm. Bu davranışını sürekli yineledi durdu. Sonunda ben de bu oyundan sıkılarak polise haber verdim.”

      “Onu en son ne zaman gördünüz?”

      “Telefon etmeden az önce.”

      “O zaman ne yapıyordu?”

      “Tarlada durmuş bakıyordu.”

      Wallander başını tarlalara doğru çevirdi. Kolza ekili tarlaların dışında bir şey göremedi.

      “Sizinle telefonda konuşan polis panik içinde olduğunuzu söylemişti,” dedi Wallander.

      “İnsan kolza tarlasında ne yapar? Bu işte bir gariplik olduğu kesin. Tabii panik içerisinde olacağım.”

      Wallander bu konuşmayı en kısa zamanda noktalaması gerektiğini düşünüyordu. Yaşlı adamın tüm bunları uydurduğu açıkça ortadaydı. Ertesi gün adamın durumunu anlatmak için sosyal hizmetlerle bağlantı kurmaya karar verdi.

      “Yapabileceğim fazla bir şey yok,” dedi Wallander. “Kız büyük olasılıkla çekip gitmiş olmalı. Dolayısıyla da endişelenmeniz için bir neden yok ortada.”

      “Gitmedi,” dedi Salomonsson. “Onu görebiliyorum.”

      Wallander dönerek Salomonsson’un işaret ettiği yere baktı.

      Genç kız kolza tarlasından yaklaşık elli metre ötede duruyordu. Wallander kızın saçlarının siyah olduğunu fark etti. Sarı tarlada siyah saçları göze çarpıyordu.

      “Gidip onunla konuşacağım,” dedi Wallander. “Beni burada bekleyin.” Arabasının bagajından bir çift çizme çıkarıp giydi. Sonra da tüm bu olay sanki gerçek dışıymış gibi bir duyguya kapılarak kolza tarlasına doğru ilerledi. Genç kız kıpırdamadan ona bakıyordu. Wallander kıza yaklaştığında sadece saçlarının değil derisinin de kara olduğunu gördü. Tarlanın yanına geldiğinde durdu. Elini kaldırarak kıza doğru salladı. Genç kız kıpırdamadan durmayı sürdürdü. Wallander ondan uzak olmasına ve başaklar yüzünü örtmesine karşın kızın çok güzel olduğu izlenimine kapılmıştı. Seslenerek yanına gelmesini söyledi. Kız yerinden kıpırdamayınca ona doğru bir adım attı. Bu adımla birlikte de genç kız kaçıp gitti. Her şey o denli çabuk olmuştu ki Wallander bir an için kızın bir hayvan hayaleti olabileceğini düşündü. Ama aynı zamanda da öfkeleniyordu. Dört bir yana bakarak tarlada yürüdü. Onu yeniden gördüğünde kız tarlanın doğu köşesindeydi. Wallander koşmaya başladı. Kız çok hızlı hareket ettiğinden Wallander soluk soluğa kalmıştı. Genç kıza yirmi metre kadar yaklaştığında artık her ikisi de tarlanın ortasındaydı. Bağırarak durmasını söyledi.

      “Polis!” diye haykırdı. “Dur!”

      Kıza doğru yürümeye başladı. Sonra birden durdu. Ve her şey çok çabuk olup bitti. Genç kız plastik bir şişeyi başına doğru kaldırarak şişenin içindeki renksiz sıvıyı saçlarına, yüzüne ve bedenine döktü. Wallander kızın bu şişeyi başından beri yanında taşıdığını düşündü. Onun korktuğunu hissediyordu. Kız gözlerini iri iri açmış bakıyordu.

      “Polis!” diye haykırdı Wallander bir kez daha. “Seninle konuşmak istiyorum.”

      Aynı anda da benzin kokusu genzini yaktı. Genç kızın elindeki çakmağı ve sonra da saçlarını tutuşturuşunu gördü. Bir meşale gibi saçları alev alırken Wallander çığlık attı. Şaşkınlıktan donakalmıştı. Alevler kızın bedenini sarmış, tarlaya doğru yayılıyordu. Wallander kendi çığlıklarını duyuyordu. Ne var ki yanan genç kız sesini bile çıkarmıyordu. Daha sonra Wallander kızın çığlıklarını duyup duymadığını hatırlayamayacaktı.

      Sonunda kendini toplayıp tarladan kaçmaya başladığında tüm tarla alevler içinde kalmıştı. Birden çevresi alev ve dumanla çevriliverdi. Elleriyle yüzünü kapatarak hangi yöne gittiğini kestiremeden koştu. Tarlanın kenarına ulaştığında tökezledi. Arkasını dönüp bakınca alevlerin arasına düşüp kül olmadan önce son bir kez daha kızı gördü. Kız merhamet dilercesine kollarını gökyüzüne doğru kaldırmıştı.

      Kolza

Скачать книгу